Adam kuşun gölgesini sımsıkı tutmuş. Kuş da ağacın dalında ona şaşmakta ve.”
سایهی مرغی گرفته مرد سخت ** مرغ حیران گشته بر شاخ درخت
Bu akılsız adam neye seviniyor?” demekte... İşte sana bâtıl, işte sana çürümüş sebep! 2810
کاین مدمغ بر که میخندد عجب ** اینت باطل اینت پوسیده سبب
Eğer cüzü külle muttasıldır, ayrılmaz dersen diken ye, gül isteme. Diken de gülden ayrılmaz.
ور تو گویی جزو پیوستهی کل است ** خار میخور خار مقرون گل است
Cüz’ü kül’e ancak bir yüzden bağlıdır. Yoksa Tanrı’nın peygamberleri göndermesi abes olurdu.
جز ز یک رو نیست پیوسته به کل ** ور نه خود باطل بدی بعث رسل
Çünkü peygamberler, kulları Tanrı’ya ulaştırmak için gelmişlerdir. Herkes bir tenden ibaretse, Tanrı ile kul, kül ile cüz ise birbirine bağlıdır; kimi kime ulaştırırlar?
چون رسولان از پی پیوستناند ** پس چه پیوندندشان چون یک تناند
Oğul bu sözün sonu yoktur. Gün sona erdi, hikâyeyi tamamla!
این سخن پایان ندارد ای غلام ** روز بیگه شد حکایت کن تمام
Arabın, su testisini halifenin kullarına vermesi
سپردن عرب هدیه را یعنی سبو را به غلامان خلیفه
Su testisini sunup tapuya hizmet ve tâzim tohumunu ekti. 2815
آن سبوی آب را در پیش داشت ** تخم خدمت را در آن حضرت بکاشت
Dedi ki:” Bu armağanı o sultana götürün, padişahtan murat isteyeni ihtiyaçtan kurtarın!
گفت این هدیه بدان سلطان برید ** سایل شه را ز حاجت واخرید
Tatlı, lezzetli su...Yağmur sularından biriken gölden toplanmıştır. Testi de güzel, yepyeni.”
آب شیرین و سبوی سبز و نو ** ز آب بارانی که جمع آمد به گو
Padişah kullarının bu söze gülecekleri geldi. Fakat o armağanı can gibi kabul ettiler.
خنده میآمد نقیبان را از آن ** لیک پذرفتند آن را همچو جان
Çünkü basiret sahibi padişahın tabiatındaki lûtuf, bütün saray erkânına da sirayet etmişti.
ز آن که لطف شاه خوب با خبر ** کرده بود اندر همه ارکان اثر
Padişahların huyu halka da tesir eder. Yeşil gök, yeryüzünü de yeşertir. 2820
خوی شاهان در رعیت جا کند ** چرخ اخضر خاک را خضرا کند
Padişah bir havuza benzer. Maiyetini de lüleler gibi bil. Su, göllere lülelerden akar.
شه چو حوضی دان حشم چون لولهها ** آب از لوله روان در کولهها
Lülelerden akan suların hepsi, tertemiz bir havuzdan geldiği için her lüle, zevkli ve tatlı su akıtır.
چون که آب جمله از حوضی است پاک ** هر یکی آبی دهد خوش ذوقناک
Eğer havuzdaki su tuzlu ve pis olursa her lüleden aynı su akar.
ور در آن حوض آب شور است و پلید ** هر یکی لوله همان آرد پدید
Çünkü her lüle havuza muttasıldır. Sen bu sözün mânasına iyice dal, adamakıllı dikkat et, düşün!
ز آن که پیوسته ست هر لوله به حوض ** خوض کن در معنی این حرف خوض
Yurdu olmayan padişahlar padişahı can da, bak, bütün bedene nasıl tesir etmiştir. 2825
لطف شاهنشاه جان بیوطن ** چون اثر کرده ست اندر کل تن
Tabiatı, soyu sopu hoş aklın lûtfu da, bak, bütün bedeni nasıl müeddep bir hale getiriyor.
لطف عقل خوش نهاد خوش نسب ** چون همه تن را در آرد در ادب
Kararı, sükûnu olmayan şuh ve şen aşk da bütün bedeni nasıl cünuna sürüklüyor?
عشق شنگ بیقرار بیسکون ** چون در آرد کل تن را در جنون
Kevser gibi olan deniz suyunun letafeti yüzünden dibindeki ateş parçalarının hemen hepsi inci ve mücevherdir.
لطف آب بحر کاو چون کوثر است ** سنگ ریزهش جمله در و گوهر است
Usta hangi hünerde tanınmışsa, hangi hünerle şöhret bulmuşsa çırağı da o hünerde ilerler ,o hünerde meşhur olur.
هر هنر که استا بدان معروف شد ** جان شاگردان بدان موصوف شد
Usul ilmini bilen üstadın yanında zihni çevik, istidatlı talebe usul okur; 2830
پیش استاد اصولی هم اصول ** خواند آن شاگرد چست با حصول
Fakîh üstadın yanında da usul okumaz, fıkıh tahsil eder.
پیش استاد فقیه آن فقه خوان ** فقه خواند نی اصول اندر بیان
Nahiv üstadının talebesi nahiv üstadı olur.
پیش استادی که او نحوی بود ** جان شاگردش از او نحوی شود
Hakikat yolunda mahvolan üstadın talebesi ise üstadının sayesinde padişahta mahvolur, yokluğa erişir.
باز استادی که او محو ره است ** جان شاگردش از او محو شه است
Ölüm günü bütün bu bilgiler içinde işe yarayan ve yol azığı olanı da yokluk bilgisidir.
زین همه انواع دانش روز مرگ ** دانش فقر است ساز راه و برگ
Nahivciyle gemici hikâyesi
حکایت ماجرای نحوی و کشتیبان
Bir nahiv âlimi, gemiye binmişti. O kendini beğenmiş âlim, yüzünü gemiciye dönüp, 2835
آن یکی نحوی به کشتی درنشست ** رو به کشتیبان نهاد آن خود پرست
“Sen hiç nahiv okudun mu?” demişti. Gemici “hayır” deyince demişti ki : “Yarı ömrün hiçe gitti.”
گفت هیچ از نحو خواندی گفت لا ** گفت نیم عمر تو شد در فنا
Gemici bu söze kızdı, gönlü kırıldı. Fakat susup derhal cevap vermedi.
دل شکسته گشت کشتیبان ز تاب ** لیک آن دم کرد خامش از جواب
Derken rüzgâr gemiyi bir girdaba düşürdü. Gemici, o nahiv âlimine bağırdı:
باد کشتی را به گردابی فگند ** گفت کشتیبان به آن نحوی بلند
“ Yüzmeyi bilir misin, söyle!” Nahivci “Bilmem bende yüzgeçlik arama”
هیچ دانی آشنا کردن بگو ** گفت نی ای خوش جواب خوب رو
Deyince “Nahiv âlimi, bütün ömrün hiçe gitti. Çünkü gemi bu girdapta batacak. 2840
گفت کل عمرت ای نحوی فناست ** ز آن که کشتی غرق این گردابهاست
İyi bil burada mahiv bilgisi lâzım, nahiv bilgisi değil. Eğer mahiv bilgisini biliyorsan tehlikesizce denize dal!
محو میباید نه نحو اینجا بدان ** گر تو محوی بیخطر در آب ران
Deniz suyu, ölüyü başında taşır. Fakat denize düşen adam diri olursa nerede kurtulacak?
آب دریا مرده را بر سر نهد ** ور بود زنده ز دریا کی رهد
Sen de eğer beşeriyet vasıflarından öldünse hakikat sırları denizi, seni başının üstüne kor.
چون بمردی تو ز اوصاف بشر ** بحر اسرارت نهد بر فرق سر
Ey âlim, sen halka eşek diyorsun ama şimdi sen, eşek gibi buz üstünde kalakaldın.
ای که خلقان را تو خر میخواندهای ** این زمان چون خر بر این یخ ماندهای
İstersen dünyada zamanın allâmesi ol, hele şimdicik dünyanın yokluğunu da gör, zamanın yokluğunu da!” dedi. 2845
گر تو علامهی زمانی در جهان ** نک فنای این جهان بین وین زمان
Nahivciyi, size yok olma nahvini öğretmek için hikâye arasında hikâye ettik.
مرد نحوی را از آن در دوختیم ** تا شما را نحو محو آموختیم
Fıkhı bilmeyi de yok olmada bulursun, nahvi tahsil etmeyi de, sarftaki değişiklikleri de, ey yüce sevgilim!
فقه فقه و نحو نحو و صرف صرف ** در کم آمد یابی ای یار شگرف
O su testisi bizim bilgilerimizdi; halife de Tanrı bilgisinin Diclesi.
آن سبوی آب دانشهای ماست ** و آن خلیفه دجلهی علم خداست
Biz dolu testileri Dicle’ye götürüyoruz. Böyle olduğu halde eşek olduğumuzu bilmezsek hakikaten eşeğiz!
ما سبوها پر به دجله میبریم ** گر نه خر دانیم خود را ما خریم
O Arap, bari o hususta ma’zurdu. Çünkü Dicle’yi bilmiyordu, çok uzaktaydı. 2850
باری اعرابی بدان معذور بود ** کو ز دجله بیخبر بود و ز رود
Bizim gibi Dicle’den haberi olsaydı o testiyi alıp konaktan konağa kona göçe götürmezdi.
گر ز دجله با خبر بودی چو ما ** او نبردی آن سبو را جا به جا
Hattâ Dicle’yi bilseydi o testiyi kırar, bu işten tamamı ile vazgeçerdi.
بلکه از دجله چو واقف آمدی ** آن سبو را بر سر سنگی زدی
Halifenin suya hiçbir ihtiyacı yokken o armağanı kabul edip testiyi altınla doldurması, Arabın sevinmesi
قبول کردن خلیفه هدیه را و عطا فرمودن با کمال بینیازی از آن هدیه و از آن سبو
Halife, bunu görüp bedevinin ahvalini duyunca o testiyi altınla doldurdu, daha fazla da ihsanda bulunup.
چون خلیفه دید و احوالش شنید ** آن سبو را پر ز زر کرد و مزید
Hediyeler, hususi hil’atler verdi, bedeviyi yoksulluktan kurtardı.
آن عرب را کرد از فاقه خلاص ** داد بخششها و خلعتهای خاص
“Bu altın dolu testiyi ona ver. Dönerken de onu Dicle yoluyla götür. 2855
کاین سبو پر زر به دست او دهید ** چون که واگردد سوی دجلهش برید
Çöl yolundan buraya gelmiş. Halbuki Dicle yolu, yurduna daha yakındır” dedi.
از ره خشک آمده ست و از سفر ** از ره آبش بود نزدیکتر
Bedevi, gemiye binip Dicle’yi görünce utancından iki büklüm olmaya, yere kapanmaya başladı.
چون به کشتی درنشست و دجله دید ** سجده میکرد از حیا و میخمید
“Bu ihsan sahibi cömert padişahın lûtfuna şaştım. Daha ziyade şaşılacak şey de şu ki, o suyu aldı.
کای عجب لطف این شه وهاب را ** وین عجبتر کو ستد آن آب را