Dedi ki:” Bu armağanı o sultana götürün, padişahtan murat isteyeni ihtiyaçtan kurtarın!
گفت این هدیه بدان سلطان برید ** سایل شه را ز حاجت واخرید
Tatlı, lezzetli su...Yağmur sularından biriken gölden toplanmıştır. Testi de güzel, yepyeni.”
آب شیرین و سبوی سبز و نو ** ز آب بارانی که جمع آمد به گو
Padişah kullarının bu söze gülecekleri geldi. Fakat o armağanı can gibi kabul ettiler.
خنده میآمد نقیبان را از آن ** لیک پذرفتند آن را همچو جان
Çünkü basiret sahibi padişahın tabiatındaki lûtuf, bütün saray erkânına da sirayet etmişti.
ز آن که لطف شاه خوب با خبر ** کرده بود اندر همه ارکان اثر
Padişahların huyu halka da tesir eder. Yeşil gök, yeryüzünü de yeşertir. 2820
خوی شاهان در رعیت جا کند ** چرخ اخضر خاک را خضرا کند
Padişah bir havuza benzer. Maiyetini de lüleler gibi bil. Su, göllere lülelerden akar.
شه چو حوضی دان حشم چون لولهها ** آب از لوله روان در کولهها
Lülelerden akan suların hepsi, tertemiz bir havuzdan geldiği için her lüle, zevkli ve tatlı su akıtır.
چون که آب جمله از حوضی است پاک ** هر یکی آبی دهد خوش ذوقناک
Eğer havuzdaki su tuzlu ve pis olursa her lüleden aynı su akar.
ور در آن حوض آب شور است و پلید ** هر یکی لوله همان آرد پدید
Çünkü her lüle havuza muttasıldır. Sen bu sözün mânasına iyice dal, adamakıllı dikkat et, düşün!
ز آن که پیوسته ست هر لوله به حوض ** خوض کن در معنی این حرف خوض
Yurdu olmayan padişahlar padişahı can da, bak, bütün bedene nasıl tesir etmiştir. 2825
لطف شاهنشاه جان بیوطن ** چون اثر کرده ست اندر کل تن
Tabiatı, soyu sopu hoş aklın lûtfu da, bak, bütün bedeni nasıl müeddep bir hale getiriyor.
لطف عقل خوش نهاد خوش نسب ** چون همه تن را در آرد در ادب
Kararı, sükûnu olmayan şuh ve şen aşk da bütün bedeni nasıl cünuna sürüklüyor?
عشق شنگ بیقرار بیسکون ** چون در آرد کل تن را در جنون
Kevser gibi olan deniz suyunun letafeti yüzünden dibindeki ateş parçalarının hemen hepsi inci ve mücevherdir.
لطف آب بحر کاو چون کوثر است ** سنگ ریزهش جمله در و گوهر است
Usta hangi hünerde tanınmışsa, hangi hünerle şöhret bulmuşsa çırağı da o hünerde ilerler ,o hünerde meşhur olur.
هر هنر که استا بدان معروف شد ** جان شاگردان بدان موصوف شد
Usul ilmini bilen üstadın yanında zihni çevik, istidatlı talebe usul okur; 2830
پیش استاد اصولی هم اصول ** خواند آن شاگرد چست با حصول
Fakîh üstadın yanında da usul okumaz, fıkıh tahsil eder.
پیش استاد فقیه آن فقه خوان ** فقه خواند نی اصول اندر بیان
Nahiv üstadının talebesi nahiv üstadı olur.
پیش استادی که او نحوی بود ** جان شاگردش از او نحوی شود
Hakikat yolunda mahvolan üstadın talebesi ise üstadının sayesinde padişahta mahvolur, yokluğa erişir.
باز استادی که او محو ره است ** جان شاگردش از او محو شه است
Ölüm günü bütün bu bilgiler içinde işe yarayan ve yol azığı olanı da yokluk bilgisidir.
زین همه انواع دانش روز مرگ ** دانش فقر است ساز راه و برگ
Nahivciyle gemici hikâyesi
حکایت ماجرای نحوی و کشتیبان
Bir nahiv âlimi, gemiye binmişti. O kendini beğenmiş âlim, yüzünü gemiciye dönüp, 2835
آن یکی نحوی به کشتی درنشست ** رو به کشتیبان نهاد آن خود پرست
“Sen hiç nahiv okudun mu?” demişti. Gemici “hayır” deyince demişti ki : “Yarı ömrün hiçe gitti.”
گفت هیچ از نحو خواندی گفت لا ** گفت نیم عمر تو شد در فنا
Gemici bu söze kızdı, gönlü kırıldı. Fakat susup derhal cevap vermedi.
دل شکسته گشت کشتیبان ز تاب ** لیک آن دم کرد خامش از جواب
Derken rüzgâr gemiyi bir girdaba düşürdü. Gemici, o nahiv âlimine bağırdı:
باد کشتی را به گردابی فگند ** گفت کشتیبان به آن نحوی بلند
“ Yüzmeyi bilir misin, söyle!” Nahivci “Bilmem bende yüzgeçlik arama”
هیچ دانی آشنا کردن بگو ** گفت نی ای خوش جواب خوب رو
Deyince “Nahiv âlimi, bütün ömrün hiçe gitti. Çünkü gemi bu girdapta batacak. 2840
گفت کل عمرت ای نحوی فناست ** ز آن که کشتی غرق این گردابهاست
İyi bil burada mahiv bilgisi lâzım, nahiv bilgisi değil. Eğer mahiv bilgisini biliyorsan tehlikesizce denize dal!
محو میباید نه نحو اینجا بدان ** گر تو محوی بیخطر در آب ران
Deniz suyu, ölüyü başında taşır. Fakat denize düşen adam diri olursa nerede kurtulacak?
آب دریا مرده را بر سر نهد ** ور بود زنده ز دریا کی رهد
Sen de eğer beşeriyet vasıflarından öldünse hakikat sırları denizi, seni başının üstüne kor.
چون بمردی تو ز اوصاف بشر ** بحر اسرارت نهد بر فرق سر
Ey âlim, sen halka eşek diyorsun ama şimdi sen, eşek gibi buz üstünde kalakaldın.
ای که خلقان را تو خر میخواندهای ** این زمان چون خر بر این یخ ماندهای
İstersen dünyada zamanın allâmesi ol, hele şimdicik dünyanın yokluğunu da gör, zamanın yokluğunu da!” dedi. 2845
گر تو علامهی زمانی در جهان ** نک فنای این جهان بین وین زمان
Nahivciyi, size yok olma nahvini öğretmek için hikâye arasında hikâye ettik.
مرد نحوی را از آن در دوختیم ** تا شما را نحو محو آموختیم
Fıkhı bilmeyi de yok olmada bulursun, nahvi tahsil etmeyi de, sarftaki değişiklikleri de, ey yüce sevgilim!
فقه فقه و نحو نحو و صرف صرف ** در کم آمد یابی ای یار شگرف
O su testisi bizim bilgilerimizdi; halife de Tanrı bilgisinin Diclesi.
آن سبوی آب دانشهای ماست ** و آن خلیفه دجلهی علم خداست
Biz dolu testileri Dicle’ye götürüyoruz. Böyle olduğu halde eşek olduğumuzu bilmezsek hakikaten eşeğiz!
ما سبوها پر به دجله میبریم ** گر نه خر دانیم خود را ما خریم
O Arap, bari o hususta ma’zurdu. Çünkü Dicle’yi bilmiyordu, çok uzaktaydı. 2850
باری اعرابی بدان معذور بود ** کو ز دجله بیخبر بود و ز رود
Bizim gibi Dicle’den haberi olsaydı o testiyi alıp konaktan konağa kona göçe götürmezdi.
گر ز دجله با خبر بودی چو ما ** او نبردی آن سبو را جا به جا
Hattâ Dicle’yi bilseydi o testiyi kırar, bu işten tamamı ile vazgeçerdi.
بلکه از دجله چو واقف آمدی ** آن سبو را بر سر سنگی زدی
Halifenin suya hiçbir ihtiyacı yokken o armağanı kabul edip testiyi altınla doldurması, Arabın sevinmesi
قبول کردن خلیفه هدیه را و عطا فرمودن با کمال بینیازی از آن هدیه و از آن سبو
Halife, bunu görüp bedevinin ahvalini duyunca o testiyi altınla doldurdu, daha fazla da ihsanda bulunup.
چون خلیفه دید و احوالش شنید ** آن سبو را پر ز زر کرد و مزید
Hediyeler, hususi hil’atler verdi, bedeviyi yoksulluktan kurtardı.
آن عرب را کرد از فاقه خلاص ** داد بخششها و خلعتهای خاص
“Bu altın dolu testiyi ona ver. Dönerken de onu Dicle yoluyla götür. 2855
کاین سبو پر زر به دست او دهید ** چون که واگردد سوی دجلهش برید
Çöl yolundan buraya gelmiş. Halbuki Dicle yolu, yurduna daha yakındır” dedi.
از ره خشک آمده ست و از سفر ** از ره آبش بود نزدیکتر
Bedevi, gemiye binip Dicle’yi görünce utancından iki büklüm olmaya, yere kapanmaya başladı.
چون به کشتی درنشست و دجله دید ** سجده میکرد از حیا و میخمید
“Bu ihsan sahibi cömert padişahın lûtfuna şaştım. Daha ziyade şaşılacak şey de şu ki, o suyu aldı.
کای عجب لطف این شه وهاب را ** وین عجبتر کو ستد آن آب را
O cömertlik denizi öyle hor ve kalp armağanı nasıl oldu da kabul etti?” diyordu.
چون پذیرفت از من آن دریای جود ** آن چنان نقد دغل را زود زود
Ey oğul! Bütün dünyayı, ağzına kadar ilimle, güzellikle dolu bir testi bil. 2860
کل عالم را سبو دان ای پسر ** کاو بود از علم و خوبی تا به سر
Fakat bu ilim ve güzellik, fevkâlade dolu olduğundan derisine sığamayan kişinin (zuhuru, zatının muktazası olan ve zuhur etmemesine imkân bulunmayan Tanrı’nın ) Dicle’sinden bir katradır.
قطرهای از دجلهی خوبی اوست ** کان نمیگنجد ز پری زیر پوست
O, gizli bir defineydi. Pek dolu olduğundan yarıldı, kendisini izhar etti.Toprağı, göklerden daha parlak bir hale getirdi.
گنج مخفی بد ز پری چاک کرد ** خاک را تابان تر از افلاک کرد
Gizli bir hazineyken coştu; toprağı atlas giyen bir sultan haline soktu.
گنج مخفی بد ز پری جوش کرد ** خاک را سلطان اطلس پوش کرد
O Bedevi, Tanrı’nın Dicle’sinden bir katrayı görseydi hakikatte bir deniz olan o katranın önünde testisini atardı.
ور بدیدی شاخی از دجلهی خدا ** آن سبو را او فنا کردی فنا
Onu görenler, daima kendilerinden geçmiş bir haldedirler. Bu yokluk halinde testilerini taşlayıp kırmışlardır. 2865
آن که دیدندش همیشه بیخودند ** بیخودانه بر سبو سنگی زدند