English    Türkçe    فارسی   

1
2987-3036

  • Tellak, iğneyi saplamaya başlayınca yiğidin sırtı acımaya başlayıp,
  • چون که او سوزن فرو بردن گرفت ** درد آن در شانگه مسکن گرفت‌‌
  • “ Aman usta, beni öldürdün gitti. Ne yapıyorsun?”diye bağırdı.
  • پهلوان در ناله آمد کای سنی ** مر مرا کشتی چه صورت می‌‌زنی‌‌
  • Usta “ Aslan yap dedin ya” dedi. Kazvinli sordu:” Neresinden başladın?
  • گفت آخر شیر فرمودی مرا ** گفت از چه عضو کردی ابتدا
  • Usta “ Kuyruğundan” dedi. Kazvinli dedi ki:” Aman iki gözüm, bırak kuyruğunu. 2990
  • گفت از دمگاه آغازیده‌‌ام ** گفت دم بگذار ای دو دیده‌‌ام‌‌
  • Aslanın kuyruğu ile kuyruk sokumum sızladı, nefesim kesildi, boğazım tıkandı.
  • از دم و دمگاه شیرم دم گرفت ** دمگه او دمگهم محکم گرفت‌‌
  • Aslan, varsın kuyruksuz olsun. İğne yarasından yüreğime fenalık geldi, bayılacağım.”
  • شیر بی‌‌دم باش گو ای شیر ساز ** که دلم سستی گرفت از زخم گاز
  • Usta, “Kavzinliyi kayırmadan, merhametsizce aslanın bir başka tarafını dövmeye başladı.
  • جانب دیگر گرفت آن شخص زخم ** بی‌‌محابا بی‌‌مواسا بی‌‌ز رحم‌‌
  • Yiğit yine bağırdı “Burası neresi?” Usta: “Kulağı” dedi.
  • بانگ کرد او کاین چه اندام است از او ** گفت این گوش است ای مرد نکو
  • Kazvinli “ Bırak, kulaksız olsun. Orasını da yapma” dedi. 2995
  • گفت تا گوشش نباشد ای حکیم ** گوش را بگذار و کوته کن گلیم‌‌
  • Usta bu sefer başka bir yerine başlayınca Kazvinli yine feryat etti:
  • جانب دیگر خلش آغاز کرد ** باز قزوینی فغان را ساز کرد
  • “Bu üçüncü iğne de neresini dövüyor?” Usta:”Azizim, karnı” dedi.
  • کاین سوم جانب چه اندام است نیز ** گفت این است اشکم شیر ای عزیز
  • Kazvinli “Fena acıyor, iğneyi bu kadar çok batırma, bırak, karınsız olsun” deyince
  • گفت تا اشکم نباشد شیر را ** چه شکم باید نگار سیر را
  • Tellâk şaşırdı, hayli müddet parmağı ağzında kaldı.
  • خیره شد دلاک و بس حیران بماند ** تا به دیر انگشت در دندان بماند
  • İğneyi yere atıp “ Âlemde kimse böyle bir hale düştüm mü ki? 3000
  • بر زمین زد سوزن از خشم اوستاد ** گفت در عالم کسی را این فتاد
  • Kuyruksuz, başsız, karınsız aslanı kim gördü? Tanrı bile böyle bir aslan yaratmamıştır” dedi.
  • شیر بی‌‌دم و سر و اشکم که دید ** این چنین شیری خدا خود نافرید
  • Kardeş, iğne yarasına sabret ki gâvur nefsin iğnesinden kurtulasın.
  • ای برادر صبر کن بر درد نیش ** تا رهی از نیش نفس گبر خویش‌‌
  • Varlıkların kurtulmuş olanlara felek de secde eder, güneş de, ay da.
  • کان گروهی که رهیدند از وجود ** چرخ و مهر و ماهشان آرد سجود
  • Vücudunda nefsi ölen kişinin fermanına güneş de tâbidir, bulut da.
  • هر که مرد اندر تن او نفس گبر ** مر و را فرمان برد خورشید و ابر
  • Gönlü ışık yakmayı, şûlelenmeyi öğrenmiş olan kişiyi güneş bile yakamaz. 3005
  • چون دلش آموخت شمع افروختن ** آفتاب او را نیارد سوختن‌‌
  • Tanrı; doğması, batması muayyen olan güneş hakkında “Doğduğu ve battığı zaman onların mağaralarına vurmaz; o mağara hiç güneş yüzü görmezdi”demiştir.
  • گفت حق در آفتاب منتجم ** ذکر تزاور کذا عن کهفهم‌‌
  • Bir cüzü, külle ulaşırsa o cüz’ün yanında diken bile, gül gibi baştanbaşa letafet kesilir.
  • خار جمله لطف چون گل می‌‌شود ** پیش جزوی کاو سوی کل می‌‌رود
  • Tanrı’yı ululamak, yüceltmek, nasıl olur? Kendini, varlığını horlamak, toprak mesabesinde tutmakla.
  • چیست تعظیم خدا افراشتن ** خویشتن را خوار و خاکی داشتن‌‌
  • Tanrıyı tevhid etmeyi öğrenmek nedir? Kendini tek Tanrı önünde yakıp yok etmek.
  • چیست توحید خدا آموختن ** خویشتن را پیش واحد سوختن‌‌
  • Gündüz gibi şûlelenip parlamayı diliyorsan geceye benzeyen varlığını yak! 3010
  • گر همی‌‌خواهی که بفروزی چو روز ** هستی همچون شب خود را بسوز
  • Varlığını o varlığı meydana getirenin varlığında bakırı kimya içinde eritir, yok eder gibi eritir, yok eder gibi erit, yok et (de altın ol)
  • هستی‌‌ات در هست آن هستی نواز ** همچو مس در کیمیا اندر گداز
  • Sen, sıkı sıkıya ben’e, yapışmış ( yokluğu ve birliğe ulaşmış) sın. Bütün bozuk düzen işler, bütün bu perişanlıklar, ikilikten meydana çıkıyor.
  • در من و ما سخت کرده ستی دو دست ** هست این جمله‌‌ی خرابی از دو هست‌‌
  • Ava giden aslan, kurt ve tilki
  • رفتن گرگ و روباه در خدمت شیر به شکار
  • Bir aslan, bir kurt, bir tilki avlanmak için dağlara düşmüşler.
  • شیر و گرگ و روبهی بهر شکار ** رفته بودند از طلب در کوهسار
  • Birbirlerine yardım ederek av hayvanlarını adamakıllı yakalamayı, onların yolunu kesmeyi kurmuşlardı.
  • تا به پشت همدگر بر صیدها ** سخت بر بندند بار قیدها
  • Üçü de beraberce o geniş ovada birçok av elde etmek niyetindeydiler. 3015
  • هر سه با هم اندر آن صحرای ژرف ** صیدها گیرند بسیار و شگرف‌‌
  • Aslan, onlarla beraber avlanmaktan utanmaktaysa da yine onları ağırladı, onlara yoldaş oldu.
  • گر چه ز یشان شیر نر را ننگ بود ** لیک کرد اکرام و همراهی نمود
  • Böyle bir padişaha maiyetindeki asker, ancak zahmettir. Fakat bu “Topluluk rahmettir” deyip onlara uydu.
  • این چنین شه را ز لشکر زحمت است ** لیک همره شد جماعت رحمت است‌‌
  • Böyle bir ay, yıldızlarla beraber gezmeden utanır. O, yıldızların içinde ancak onları parlatmak, onlara ihsan etmek için bulunur.
  • این چنین مه را ز اختر ننگهاست ** او میان اختران بهر سخاست‌‌
  • Reyine, tedbirine benzer isabetli bir rey, yerinde bir tedbir bulunmamakla beraber yine Peygamber’e “ Şâvirhum” emri geldi.
  • امر شاورهم پیمبر را رسید ** گر چه رایی نیست رایش را ندید
  • Terazide arpa, altınla arkadaş olmuştur. Fakat bununla arpanın da altın gibi kıymetlenmesi icabetmez. 3020
  • در ترازو جو رفیق زر شده ست ** نی از آن که جو چو زر گوهر شده ست‌‌
  • Ruh, şimdilik kalıba yoldaş olmuştur. (kalıp, ruhu korumaktır). Nitekim köpek de bir zaman için kapıyı korur.
  • روح قالب را کنون همره شده ست ** مدتی سگ حارس درگه شده ست‌‌
  • Bunlar; kudretli, şevketli aslanın maiyetinde dağa doğru gittikleri zaman
  • چون که رفتند این جماعت سوی کوه ** در رکاب شیر با فر و شکوه‌‌
  • İşleri rast geldi, bir dağ öküzü, bir dağ keçisi, bir de semiz tavşan avladılar.
  • گاو کوهی و بز و خرگوش زفت ** یافتند و کار ایشان پیش رفت‌‌
  • Savaşçı aslanın maiyetinde giden kişinin kebabı, gece olsun, eksik olmaz.
  • هر که باشد در پی شیر حراب ** کم نیاید روز و شب او را کباب‌‌
  • Ölmüş yaralanmış, kan içinde bulunan avlarını dağdan çeke çeke ormana getirince, 3025
  • چون ز که در بیشه آوردندشان ** کشته و مجروح و اندر خون کشان‌‌
  • Kurt ve tilki padişahlara lâyık bir adaletle av hayvanlarının paylaşılmasına tamahlandılar.
  • گرگ و روبه را طمع بود اندر آن ** که رود قسمت به عدل خسروان‌‌
  • İkisinin de tamahı, aslana aksetti, o tamahın sebebini anladı.
  • عکس طمع هر دوشان بر شیر زد ** شیر دانست آن طمعها را سند
  • Sırların aslanı ve beyi olan, kalpten geçenleri bilir.
  • هر که باشد شیر اسرار و امیر ** او بداند هر چه اندیشد ضمیر
  • Kendine gel, ey düşüncelere dalmayı huy edinen gönül! Onun huzurunda kötü düşüncelerden sakın!
  • هین نگه دار ای دل اندیشه جو ** دل ز اندیشه‌‌ی بدی در پیش او
  • O bilir, o anlar, eşeği sükût içinde sürer. Sırrını bildiğini anlatmamak, ayıbını yüzüne vurmamak için de yüzüne güler. 3030
  • داند و خر را همی‌‌راند خموش ** در رخت خندد برای روی‌‌پوش‌‌
  • Aslan, onların vesveselerini anladıysa da açmadı, bir şey söylemedi, onları korudu.
  • شیر چون دانست آن وسواسشان ** وانگفت و داشت آن دم پاسشان‌‌
  • Fakat kendi kendine “Yoksul hasisler sizi! Ben, sizin cezanızı veririm, size gösteririm ben!
  • لیک با خود گفت بنمایم سزا ** مر شما را ای خسیسان گدا
  • ”Size benim hükmüm kâfi gelmedi mi? Benim ihsanım hususunda zannınız bu mu?
  • مر شما را بس نیامد رای من ** ظنتان این است در اعطای من‌‌
  • Sizin akıllarınız, reyleriniz de benden; benim dünyamı aydınlatan ihsanlarımdandır.
  • ای عقول و رایتان از رای من ** از عطاهای جهان آرای من‌‌
  • Resim ressamı nasıl ayıplayabilir? Resme o ayıbı, o kötü görünüşü veren ressamdır. 3035
  • نقش با نقاش چه سگالد دگر ** چون سگالش اوش بخشید و خبر
  • Benim hakkımda böyle hasisçe bir zanna mı düşeceksiniz? Zamanın ayıbı, arı asıl sizsiniz.
  • این چنین ظن خسیسانه به من ** مر شما را بود ننگان زمن‌‌