- Eğer ululanmayı bırakmaz, ibret almazsa onun azgınlığından başkaları ibret alır!
- ور بننهد دیگران از حال او ** عبرتی گیرند از اضلال او
- Nuh’un kavmini, “Benimle uğraşmayın. Çünkü ben, Tanrı’nın hicabıyım. Ey ziyankâr merdutlar, hakikatte Tanrı ile uğraşıyorsunuz” diye tehdit etmesi
- تهدید کردن نوح علیه السلام مر قوم را که با من مپیچید که من رو پوشم در میان پس به حقیقت با خدای میپیچید ای مخذولان
- Nuh “Ey serkeşler! Ben, ben değilim. Ben, canımdan öldüm, varlığımı terk ettim. Tanrı ile diriyim.
- گفت نوح ای سرکشان من من نیام ** من ز جان مرده به جانان میزیام
- İnsanlık duygularımı değiştirdiğim için Tanrı bana duyuş, anlayış, görüş oldu. 3125
- چون بمردم از حواس بو البشر ** حق مرا شد سمع و ادراک و بصر
- Çünkü ben, ben değilim. Bu nefes ondandır. Bu sözün karşısında söz söyleyen, inkârda bulunan kâfirdir” dedi.
- چون که من من نیستم این دم ز هوست ** پیش این دم هر که دم زد کافر اوست
- Bu tilki suretinde aslan gizlidir. Bu tilkinin bulunduğu yerde yiğitlik taslamağa gelmez.
- هست اندر نقش این روباه شیر ** سوی این روبه نشاید شد دلیر
- Sûretine bakıp aslan olduğuna inanmıyorsan ondan aslan kükreyişini de duymuyor musun?
- گر ز روی صورتش مینگروی ** غرهی شیران از او مینشنوی
- Nuh’ta Tanrı’dan bir kudret yoktu da bütün dünyayı neden birbirine vurdu?
- گر نبودی نوح را از حق یدی ** پس جهانی را چرا بر هم زدی
- Bir vücutta yüz binlerce aslan vardı. O, ateş gibiydi, âlemse bir harman. 3130
- صد هزاران شیر بود او در تنی ** او چو آتش بود و عالم خرمنی
- Harman, onun onda bir hakkını gözetmeyince o da harmana böyle bir şûleyi saldı, yakıp kül etti.
- چون که خرمن پاس عشر او نداشت ** او چنان شعله بر آن خرمن گماشت
- Kim, bu gizli aslanın önünde kurt gibi ağız açıp edepten dışarı konursa,
- هر که او در پیش این شیر نهان ** بیادب چون گرگ بگشاید دهان
- Aslan, kurdu nasıl paraladıysa onu da paralar, ona nasıl “ Fentekamna” âyetini okuduysa buna da okur.
- همچو گرگ آن شیر بردراندش ** فانتقمنا منهم بر خواندش
- Aslandan pençeyi yer. Aslanın önünde yiğitlik satanın aklı yoktur.
- زخم یابد همچو گرگ از دست شیر ** پیش شیر ابله بود کاو شد دلیر
- Keşke o yara yalnız vücuda gelseydi de gönül ve iman selâmette kalsaydı... 3135
- کاشکی آن زخم بر تن آمدی ** تا بدی کایمان و دل سالم بدی
- Söz buraya gelince kuvvetim kesildi. Bu sırrı nasıl açayım?
- قوتم بگسست چون اینجا رسید ** چون توانم کرد این سر را پدید
- O tilki gibi siz de boğazınızı az düşünün, onun huzurunda hileye az sapın.
- همچو آن روبه کم اشکم کنید ** پیش او روباه بازی کم کنید
- Huzurunda bütün bizi, beni terk edin... Mülk, onun mülküdür; mülkü ona teslim edin.
- جمله ما و من به پیش او نهید ** ملک ملک اوست ملک او را دهید
- Doğru yola yoksulca gelirseniz aslan da sizindir, aslanın avladığı av da sizin.
- چون فقیر آیید اندر راه راست ** شیر و صید شیر خود آن شماست
- Çünkü o, paktır; Sübhan, onun vasfıdır. O, batınî şeylerden de müstağnidir, zâhiri şeylerden de. 3140
- ز آنکه او پاک است و سبحان وصف اوست ** بینیاز است او ز نغز و مغز و پوست
- Ondaki her türlü av, her çeşit ikram ve ihsan o padişahın kulları içindir.
- هر شکار و هر کراماتی که هست ** از برای بندگان آن شه است
- Padişahın hiçbir şeye tamahı yoktur, O, bütün bu devleti halk için düzüp koşmuştur; ne mutlu anlayana!
- نیست شه را طمع بهر خلق ساخت ** این همه دولت خنک آن کاو شناخت
- Dünyanın ve ahiretin devletleri; devleti, dünyayı ve ahireti yaratan kişinin ne işine yarar?
- آن که دولت آفرید و دو سرا ** ملک دولتها چه کار آید و را
- Şu halde Süphan’ın huzurunda gönlünüzü koruyun ki sonra kötü düşünceden utanmayasınız.
- پیش سبحان بس نگه دارید دل ** تا نگردید از گمان بد خجل
- Çünkü o; halis sütün içindeki siyah kıl gibi bütün gizli şeyleri, düşünceleri arayıp taramayı...her şeyi görür. 3145
- کاو ببیند سر و فکر و جستجو ** همچو اندر شیر خالص تار مو
- Suretten geçip gönlünü arıtan kişi, gayp suretlerine ayna olur.
- آن که او بینقش ساده سینه شد ** نقشهای غیب را آیینه شد
- Şüphe yok, sırrımızı anlar; çünkü mümin, müminin aynasıdır.
- سر ما را بیگمان موقن شود ** ز آن که مومن آینهی مومن شود
- Nakdimizi mehenge urunca derhal yakîni şüpheden ayırt eder.
- چون زند او نقد ما را بر محک ** پس یقین را باز داند او ز شک
- Canı, nakitlerin mehengi olunca elbette ayarı sağlam olanı da görür, kalp olanı da.
- چون شود جانش محک نقدها ** پس ببیند قلب را و قلب را
- Padişahların ârif sofileri karşılarına oturtması
- نشاندن پادشاهان صوفیان عارف را پیش روی خویش تا چشمشان بدیشان روشن شود
- Hatırlarsan duymuşsundur; padişahların böyle bir âdeti vardı: 3150
- پادشاهان را چنان عادت بود ** این شنیده باشی ار یادت بود
- Sol taraflarında yiğitler, bahadırlar dururdu, çünkü kalp vücudun sol tarafındadır.
- دست چپشان پهلوانان ایستند ** ز آنکه دل پهلوی چپ باشد ببند
- Defterdarlarla hesap memurlarının ve kalem ehli olanların makamı sağ taraflarındaydı. Çünkü yazı yazmak ve bir şeyi tespit etmek sağ elin işidir.
- مشرف و اهل قلم بر دست راست ** ز آن که علم و خط و ثبت آن دست راست
- Sofilere karşılarında yer verirlerdi. Zira onlar, can aynasıdırlar, hattâ aynadan da iyidirler.
- صوفیان را پیش رو موضع دهند ** کاینهی جاناند و ز آیینه بهند
- Gönül aynasının fikir suretleri kabul etmesi o aynada bu görülmemiş suretlerin görünmesi için kalplerini zikirle, fikirle cilâlamışlardır.
- سینه صیقلها زده در ذکر و فکر ** تا پذیرد آینهی دل نقش بکر
- Yaratılış sulbünden temiz ve güzel doğan kişinin önüne ayna koymak gerektir. 3155
- هر که او از صلب فطرت خوب زاد ** آینه در پیش او باید نهاد
- Güzel yüz aynaya âşıktır. Güzel yüz, aynaya âşık olduğu gibi cana cilâ, kalplere de temizlik verir.
- عاشق آیینه باشد روی خوب ** صیقل جان آمد و تقوی القلوب
- Bir konuğun Yusuf-u Sıddıyk’a gelmesi, Yusuf’un ondan bir armağan istemesi
- آمدن مهمان پیش یوسف علیه السلام و تقاضا کردن یوسف از او تحفه و ارمغان
- Uzak yerlerden bir merhametli dost, Yusuf-u Sıddıyk’a konuk oldu.
- آمد از آفاق یار مهربان ** یوسف صدیق را شد میهمان
- Çocukluktan beri birbirlerini tanırlardı. Eskiden beri âşinalık yastığına yaslanmışlardı.
- کآشنا بودند وقت کودکی ** بر وسادهی آشنایی متکی
- Konukla, Yusuf’a kardeşlerinin yaptığı cefayı, onların hasetlerini konuştular. Yusuf “o haset ve cefa, zincirdi; biz de aslandık.
- یاد دادش جور اخوان و حسد ** گفت کان زنجیر بود و ما اسد
- Aslanın zincire vurulması ayıp değildir. Bizim Tanrı’nın kaza ve kaderinden şikâyetimiz yok. 3160
- عار نبود شیر را از سلسله ** نیست ما را از قضای حق گله
- Aslan, boynunda zincir bulunmakla beraber bütün zincir yapanlara beydir” dedi.
- شیر را بر گردن ار زنجیر بود ** بر همه زنجیر سازان میر بود
- Dostu Yusuf’a “Zindanda ve kuyuda ne haldeydin?” dedi. Yusuf cevap verdi: “Ay, bedir halinden çıkar ve eski ay haline gelir ya... işte öyle.”
- گفت چون بودی ز زندان و ز چاه ** گفت همچون در محاق و کاست ماه
- Eski ay görünmez, sonra hilâl olur da iki büklüm bir halde görünür. Fakat sonunda yine gökte bedir haline gelmez mi?
- در محاق ار ماه نو گردد دو تا ** نی در آخر بدر گردد بر سما
- İnci tanesini havanda döverler ama kadri yine yücedir, ya ilâç olarak göze çekilir, yahut macun haline getirilir, kalp ferahlığı için yenir.
- گر چه دردانه به هاون کوفتند ** نور چشم و دل شد و بیند بلند
- Buğdayı toprak altına attılar ama sonradan topraktan başaklar çıktı. 3165
- گندمی را زیر خاک انداختند ** پس ز خاکش خوشهها بر ساختند
- Ondan sonra değirmende öğüttüler, değeri arttı, cana can katan gıda oldu.
- بار دیگر کوفتندش ز آسیا ** قیمتش افزود و نان شد جان فزا
- Sonra ekmeği bir kere daha diş altında ezdiler; akıllı kişiye akıl ve idrâk oldu.
- باز نان را زیر دندان کوفتند ** گشت عقل و جان و فهم هوشمند
- Daha sonra da o can, aşkta mahvoldu da Hak yolunda ekildikten sonra mahsûl verdi, ekincileri hayrete düşürdü.
- باز آن جان چون که محو عشق گشت ** يعجب الزراع آمد بعد کشت
- Bu sözün sonu gelmez. Sen, o iyi adamın Yusuf’a ne dediğini anlatmaya başla.
- این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا که با یوسف چه گفت آن نیک مرد
- Yusuf, başından geçenleri anlattıktan sonra “ Eh...bize ne armağan getirdin, bakalım?” dedi. 3170
- بعد قصه گفتنش گفت ای فلان ** هین چه آوردی تو ما را ارمغان
- Ey ulu kişi! Dostları görmeye eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer.
- بر در یاران تهی دست ای فتی ** هست چون بیگندمی در آسیا
- Ulu Tanrı bile mahşer günü, halka “ Kıyamet günü için armağanın nerede;
- حق تعالی خلق را گوید به حشر ** ارمغان کو از برای روز نشر