- Dağ, hayır olsun, şer olsun... Senin sesini sana verir, duyurur. Fakat ikisinden de bihaberdir.
 
		    - گر صدایت بشنواند خیر و شر ** ذات کوه از هر دو باشد بیخبر
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	      
		  
		  - Konuğun, Yusuf-u Sıddıyk’a “Sana armağan olarak ayna getirdim. Ona her baktıkça güzel yüzünü görür beni hatırlarsın” demesi
 
		  - گفتن مهمان یوسف علیه السلام را که آینه آوردمت ارمغان تا هر باری که در وی نگری روی خوب خود بینی مرا یاد کنی
 
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Yusuf “Hadi, armağanını çıkar” deyince konuk, bu istekten utanıp âdeta figan ederek.
 
		    - گفت یوسف هین بیاور ارمغان ** او ز شرم این تقاضا زد فغان
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - ”Sana getirmek için ne kadar armağan aradıysam hiçbir şeyi beğenmedim, lâyık görmedim.
 
		    - گفت من چند ارمغان جستم ترا ** ارمغانی در نظر نامد مرا
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Bir habbeyi alıp da madene, bir katrayı alıp da ummana nasıl götürebilirim?
 
		    - حبهای را جانب کان چون برم ** قطرهای را سوی عمان چون برم
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Sana gönül ve can bile getirsem Kirman’a kimyon götürmüş sayılırım.   3195
 
		    - زیره را من سوی کرمان آورم ** گر به پیش تو دل و جان آورم
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Senin, misli olmayan güzelliğinden başka bir tohum yoktur ki bu ambarda olmasın.
 
		    - نیست تخمی کاندر این انبار نیست ** غیر حسن تو که آن را یار نیست
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Sana gönül nuru gibi bir ayna getirmeyi lâyık gördüm.
 
		    - لایق آن دیدم که من آیینهای ** پیش تو آرم چو نور سینهای
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Ey güneş gibi gökyüzünün ışığı olan güzel! Ona baktıkça kendi güzel yüzünü görürsün.
 
		    - تا ببینی روی خوب خود در آن ** ای تو چون خورشید شمع آسمان
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Gözümün nuru, sana ayna getirdim, ona bakıp yüzünü gördükçe beni hatırlarsın” dedi.
 
		    - آینه آوردمت ای روشنی ** تا چو بینی روی خود یادم کنی
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Koynundan aynayı çıkarıp sundu. Güzeller, aynayla meşgul olurlar.   3200
 
		    - آینه بیرون کشید او از بغل ** خوب را آیینه باشد مشتغل
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Varlığın aynası nedir? Yokluk. Ahmak değilsen yokluğu ihtiyar et.
 
		    - آینهی هستی چه باشد نیستی ** نیستی بر گر تو ابله نیستی
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Varlık, yoklukta görünebilir. Zenginler, yoksula cömertlik edebilirler.
 
		    - هستی اندر نیستی بتوان نمود ** مال داران بر فقیر آرند جود
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Ekmeğin saf aynası açtır; kav da çakmak taşının aynasıdır.
 
		    - آینهی صافی نان خود گرسنه ست ** سوخته هم آینهی آتش زنه ست
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Bir yerde yokluk ve noksan oldu mu...bu, bütün sanatların güzelliğine aynadır.
 
		    - نیستی و نقص هر جایی که خاست ** آینهی خوبی جملهی پیشههاست
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Elbise biçilmiş, dikilmiş olursa terzinin mahareti görünebilir mi?   3205
 
		    - چون که جامه چست و دوزیده بود ** مظهر فرهنگ درزی چون شود
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Budaklar yontulmamış olmalı ki marangoz onu yontsun, rendelesin... Ondan asla, yahut fer’e ait bir şey yapsın.
 
		    - ناتراشیده همیباید جذوع ** تا دروگر اصل سازد یا فروع
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Usta kırıkçı nerede ayağı kırılmış varsa oraya gider.
 
		    - خواجهی اشکسته بند آن جا رود ** که در آن جا پای اشکسته بود
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Hasta ve arık kişi olmazsa tıp sanatının güzelliği nasıl görünür?
 
		    - کی شود چون نیست رنجور نزار ** آن جمال صنعت طب آشکار
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Ey ulu kişi! Bakırların bayalığı, aşağılığı olmasa kimya nasıl olur da zuhur eder?
 
		    - خواری و دونی مسها بر ملا ** گر نباشد کی نماید کیمیا
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Noksanlar, kemal vasfının aynasıdır. O horluk, yücelik ve ululuğa aynadır.   3210
 
		    - نقصها آیینهی وصف کمال ** و آن حقارت آینهی عز و جلال
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Çünkü yakinen zıt, zıddı gösterir. Ondan dolayı bal, sirke ile görünür, (sirkengebin olur)
 
		    - ز آن که ضد را ضد کند پیدا یقین ** ز آن که با سرکه پدید است انگبین
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Kim, kendi noksanını görüp anlarsa yedeğinde dokuz at olduğu halde tekemmül yolunda koşar.
 
		    - هر که نقص خویش را دید و شناخت ** اندر استکمال خود ده اسبه تاخت
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Kendisini kâmil sanan, ululuk sahibi Tanrı’nın yolunda uçamaz.
 
		    - ز آن نمیپرد به سوی ذو الجلال ** کاو گمانی میبرد خود را کمال
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Ey mağrur ve sapık! Canında kendini kâmil sanmaktan daha beter bir illet olamaz.
 
		    - علتی بدتر ز پندار کمال ** نیست اندر جان تو ای ذو دلال
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Senden bu kendini beğenme defoluncaya kadar gönlünden de çok kan akar, gözünden de!   3215
 
		    - از دل و از دیدهات بس خون رود ** تا ز تو این معجبی بیرون رود
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - İblis’in illeti “Ben, Âdem’den hayırlıyım” demesiydi. Bu hastalık, her mahlûkta vardır.
 
		    - علت ابلیس انا خیری بده ست ** وین مرض در نفس هر مخلوق هست
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Bu hastalığa müptelâ olan, kendisini hor görse bile sen onu, altında pislik olan sâf su bil!
 
		    - گر چه خود را بس شکسته بیند او ** آب صافی دان و سرگین زیر جو
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - İmtihan kasdıyla onu bir karıştırsan hemen su bulanır, pislik rengini alır.
 
		    - چون بشوراند ترا در امتحان ** آب سرگین رنگ گردد در زمان
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Ey yiğit! Irmak sana sâf ve berrak görünüyor ama senin ırmağının dibinde de pislik var.
 
		    - در تگ جو هست سرگین ای فتی ** گر چه جو صافی نماید مر ترا
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Yol bilen anlayışlı pîr, Nefs-i küll bağlarına ark kazıcıdır.   3220
 
		    - هست پیر راه دان پر فطن ** باغهای نفس کل را جوی کن
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Irmak, kendisini nereden temizleyecek? İnsanın bilgisi, Tanrı bilgisiyle fayda verir.
 
		    - جوی خود را کی تواند پاک کرد ** نافع از علم خدا شد علم مرد
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Kılıç sapını kesebilir mi? Yürü, bu yarayı bir cerraha göster.
 
		    - کی تراشد تیغ دستهی خویش را ** رو به جراحی سپار این ریش را
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Kimse, yarasının kötülüğünü görmesin diye her yaranın üstüne sinek üşer.
 
		    - بر سر هر ریش جمع آمد مگس ** تا نبیند قبح ریش خویش کس
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - O sinekler; senin düşüncelerin, mallarındır; yaran da ahvalindeki zulmet!
 
		    - آن مگس اندیشهها و آن مال تو ** ریش تو آن ظلمت احوال تو
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Eğer o yaraya pîr merhem korsa o zaman derdin iyileşir, feryat ve figanın kesilir.   3225
 
		    - ور نهد مرهم بر آن ریش تو پیر ** آن زمان ساکن شود درد و نفیر
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Yara sahibi, merhem konunca sıhhat buldum sanır. Halbuki hakikatte oraya merhemin ışığı vurmuştur.
 
		    - تا که پندارد که صحت یافته ست ** پرتو مرهم بر آن جا تافته ست
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Kendine gel, ey sırtı yaralı, merhemden baş çekme; iyileşince de kendi kendime iyileştim deme, sıhhati merhemden bil!
 
		    - هین ز مرهم سر مکش ای پشت ریش ** و آن ز پرتو دان مدان از اصل خویش
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	      
		  
		  - Vahiy kâtibine vahyin ışığı urunca âyeti Peygamber Aleyhisselâm’dan önce okuması ve “Bana da vahiy geliyor” diyerek dininden dönmesi
 
		  - مرتد شدن کاتب وحی به سبب آن که پرتو وحی بر او زد آن آیت را پیش از پیغامبر صلی الله علیه و اله بخواند گفت پس من هم محل وحیم
 
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Osman’dan önce bir kâtip vardı. Vahyi yazmağa gayret ederdi.
 
		    - پیش از عثمان یکی نساخ بود ** کاو به نسخ وحی جدی مینمود
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Peygamber, kendisine vahyedilen âyetleri söyledi mi o, hemen kâğıda yazardı.
 
		    - چون نبی از وحی فرمودی سبق ** او همان را وانبشتی بر ورق
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Vahyin ışığı, kâtibe vurunca, gönlüne bazı hikmetler doğardı.   3230
 
		    - پرتو آن وحی بر وی تافتی ** او درون خویش حکمت یافتی
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Peygamber de onun içine doğanları aynen söylerdi. O herzevekil, bu kadarcık bir şeyden azdı. Yoldan çıkıp.
 
		    - عین آن حکمت بفرمودی رسول ** زین قدر گمراه شد آن بو الفضول
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - ”Tanrıdan nur alan Peygamber, ne söylüyorsa o söylediği şey, benim gönlümde, o hakikat benim de gönlüme doğmakta” dedi.
 
		    - کانچه میگوید رسول مستنیر ** مر مرا هست آن حقیقت در ضمیر
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Düşüncesinin ışığı, Peygambere vurdu, kâtibin canına Tanrı’nın kahrı gelip çattı.
 
		    - پرتو اندیشهاش زد بر رسول ** قهر حق آورد بر جانش نزول
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Hem kâtiplikten çıktı, hem dinden. Kinlenip Mustafa’ya ve dine düşman oldu.
 
		    - هم ز نساخی بر آمد هم ز دین ** شد عدوی مصطفی و دین به کین
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Mustafa “ Ey inatçı kâfir! Nur, sendense niçin şimdi kapkara kesildin?   3235
 
		    - مصطفی فرمود کای گبر عنود ** چون سیه گشتی اگر نور از تو بود
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Eğer Tanrı ırmağının kaynağı olsaydın böyle bir kara suyun bendini açmaz, akıtmazdın” dedi.
 
		    - گر تو ینبوع الهی بودیی ** این چنین آب سیه نگشودیی
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Şunun, bunun yanında namusum bir paralık olmasın düşüncesi, ağzını bağladı.
 
		    - تا که ناموسش به پیش این و آن ** نشکند بر بست این او را دهان
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Bu yüzden içten yanıp yakılıyordu. Fakat şaşılacak şey şurası ki tövbe de edemiyordu.
 
		    - اندرون میسوختش هم زین سبب ** توبه کردن مینیارست این عجب
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Ah ediyordu, fakat ah etmesi faydasız. Kılıç gelmiş, kelleyi uçurmuştu.
 
		    - آه میکرد و نبودش آه سود ** چون در آمد تیغ و سر را در ربود
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Tanrı, namusu, ar ve hayayı yüz batman ağırlığında bir demir yapmıştır. Nice kişiler, görünmez bağlarla bağlanıp kalmıştır!   3240
 
		    - کرده حق ناموس را صد من حدید ** ای بسا بسته به بند ناپدید