English    Türkçe    فارسی   

1
324-373

  • Yahudiler içinde zalim, İsa düşmanı ve Hıristiyanları yakıp yandırır bir padişah vardı.
  • بود شاهی در جهودان ظلم ساز ** دشمن عیسی و نصرانی گداز
  • İsa’nın devriyle, nöbet onundu. Mûsâ’nın canı oydu, onun canı Mûsâ. 325
  • عهد عیسی بود و نوبت آن او ** جان موسی او و موسی جان او
  • Şaşı padişah, Tanrı yolunda o iki Tanrı demsâzını birbirinden ayırdı.
  • شاه احول کرد در راه خدا ** آن دو دمساز خدایی را جدا
  • Usta, bir şaşıya “yürü, var, o şişeyi evden getir” dedi.
  • گفت استاد احولی را کاندر آ ** رو برون آر از وثاق آن شیشه را
  • Şaşı, ”O iki şişeden hangisini getireyim? Açıkça söyle” dedi.
  • گفت احول ز ان دو شیشه من کدام ** پیش تو آرم بکن شرح تمام‌‌
  • Usta dedi ki: “O iki şişe değildir. Yürü, şaşılığı bırak fazla görücü olma!”
  • گفت استاد آن دو شیشه نیست رو ** احولی بگذار و افزون بین مشو
  • Şaşı, “Usta, beni paylama. Şişe iki” dedi. Usta dedi ki: “O iki şişenin birini kır!” 330
  • گفت ای استا مرا طعنه مزن ** گفت استا ز ان دو یک را در شکن‌‌
  • Çırak birini kırınca ikiside gözden kayboldu. İnsan tarafgirlikten, hiddet ve şehvetten şaşı olur.
  • شیشه یک بود و به چشمش دو نمود ** چون شکست او شیشه را دیگر نبود
  • Şişe birdi onun gözüne iki göründü. Şişeyi kırınca ne o şişe kaldı, ne öbürü!
  • چون یکی بشکست هر دو شد ز چشم ** مردم احول گردد از میلان و خشم‌‌
  • Hiddet ve şehvet insanı şaşı yapar; doğruluktan ayırır.
  • خشم و شهوت مرد را احول کند ** ز استقامت روح را مبدل کند
  • Garez gelince hüner örtülür. Gönülden, göze, yüzlerce perde iner.
  • چون غرض آمد هنر پوشیده شد ** صد حجاب از دل به سوی دیده شد
  • Kadı kalben rüşvet almaya karar verince zalimi, ağlayıp inleyen mazlumdan nasıl ayırt edebilir? 335
  • چون دهد قاضی به دل رشوت قرار ** کی شناسد ظالم از مظلوم زار
  • Padişah, Yahudice kininden dolayı öyle bir şaşı oldu ki aman Ya Rabbi, aman!
  • شاه از حقد جهودانه چنان ** گشت احول کالامان یا رب امان‌‌
  • Musa dininin koruyucusuyum, arkasıyım diye yüz binlerce mazlum mümin öldürttü.
  • صد هزاران مومن مظلوم کشت ** که پناهم دین موسی را و پشت‌‌
  • Vezirin padişaha hile öğretmesi
  • آموختن وزیر مکر پادشاه را
  • Padişahın öyle yol vurucu, öyle hilekâr bir veziri vardı ki hile ile suyu bile düğümlerdi.
  • او وزیری داشت گبر و عشوه‌‌ده ** کاو بر آب از مکر بر بستی گره‌‌
  • Dedi ki: “Hıristiyanlar, canlarını korurlar ve dinlerini padişahtan gizlerler.
  • گفت ترسایان پناه جان کنند ** دین خود را از ملک پنهان کنند
  • Onları az öldür, çünkü öldürmede fayda yok, Dinin kokusu çıkmaz; misk ve öd ağacı değil ki! 340
  • کم کش ایشان را که کشتن سود نیست ** دین ندارد بوی، مشک و عود نیست‌‌
  • Yüz tane kılıf içinde gizli sırdır. Dışı, sana malûmdur ama içi aksine.”
  • سر پنهان است اندر صد غلاف ** ظاهرش با تست و باطن بر خلاف‌‌
  • Padişah : “Peki söyle bakalım, ne yapalım; bu hususta ne hile ve tezvirde bulunalım, çaresi ne?
  • شاه گفتش پس بگو تدبیر چیست ** چاره‌‌ی آن مکر و ان تزویر چیست‌‌
  • Ne yapalım ki dünyada ne açık dindar, ne gizli din tutar bir Hıristiyan kalmasın” dedi
  • تا نماند در جهان نصرانیی ** نی هویدا دین و نی پنهانیی‌‌
  • Vezir dedi ki: “Bana gazebederek hükmet, kulağımı elimi kestir; burnumu, dudağımı yardır!
  • گفت ای شه گوش و دستم را ببر ** بینی‌‌ام بشکاف و لب در حکم مر
  • Ondan sonra beni darağacına götür. O esnada bir şefaatçi suçumun affını dilesin. 345
  • بعد از آن در زیر دار آور مرا ** تا بخواهد یک شفاعت‌‌گر مرا
  • Bu işi dört yol ağzı bir yerde, tellâl pazarında yaptır.
  • بر منادی گاه کن این کار تو ** بر سر راهی که باشد چار سو
  • Ondan sonrada beni, huzurundan uzak bir şehre sür ki ben, onların arasına yüz türlü din kayıtsızlığı sokayım.
  • آن گهم از خود بران تا شهر دور ** تا در اندازم در ایشان شر و شور
  • Vezirin Hristiyanlara hilesi
  • تلبیس وزیر با نصارا
  • Bu halde diyeyim ki: ben gizli Hristiyan’ım; ey sır bilen Tanrı; sen benim gönlümü bilirsin!
  • پس بگویم من به سر نصرانی‌‌ام ** ای خدای راز دان می‌‌دانی‌‌ام‌‌
  • Padişah, benim imanımı anladı; taassuptan dolayı canıma kastetti.
  • شاه واقف گشت از ایمان من ** وز تعصب کرد قصد جان من‌‌
  • Dinimi padişahtan saklamak, onun dininden görünmek istedim. 350
  • خواستم تا دین ز شه پنهان کنم ** آن که دین اوست ظاهر آن کنم‌‌
  • Padişah, benim sırlarımdan bir koku sezdi. Sözlerim huzurunda kusurlu göründü.
  • شاه بویی برد از اسرار من ** متهم شد پیش شه گفتار من‌‌
  • Dedi ki: “ Senin sözlerin, içinde iğne olan ekmek gibidir. Benim gönlümden senin gönlüne pencere var.
  • گفت گفت تو چو در نان سوزن است ** از دل من تا دل تو روزن است‌‌
  • Ben, o pencereden halini gördüm; artık lâfını dinleyemem.”
  • من از آن روزن بدیدم حال تو ** حال تو دیدم ننوشم قال تو
  • Eğer İsa’nın ruhaniyeti bana imdat etmeseydi o, Yahudicesine beni parça parça ederdi.
  • گر نبودی جان عیسی چاره‌‌ام ** او جهودانه بکردی پاره‌‌ام‌‌
  • İsa için başımla oynar, canımı verir ve bunu canıma yüz binlerce minnet bilirim. 355
  • بهر عیسی جان سپارم سر دهم ** صد هزاران منتش بر خود نهم‌‌
  • İsa’dan canımı sakınmam, fakat onun din bilgisine iyiden iyiye vâkıfım.
  • جان دریغم نیست از عیسی و لیک ** واقفم بر علم دینش نیک نیک‌‌
  • O pak dinin cahiller arasında mahvolması, bana dokunmakta.
  • حیف می‌‌آمد مرا کان دین پاک ** در میان جاهلان گردد هلاک‌‌
  • Tanrı’ya, İsa’ya şükrolsun ki biz, bu hak dine yol gösterici olduk.
  • شکر ایزد را و عیسی را که ما ** گشته‌‌ایم آن کیش حق را رهنما
  • Belimizi zünnarla bağladığımızdan beri Yahudi’den ve Yahudilikten kurtulduk.
  • از جهود و از جهودی رسته‌‌ام ** تا به زناری میان را بسته‌‌ام‌‌
  • Ey halk; devir, İsa’nın devridir. Onun dininin sırlarını candan dinleyin!” 360
  • دور دور عیسی است ای مردمان ** بشنوید اسرار کیش او به جان‌‌
  • Padişah, vezire, vezir ne dediyse yaptı. Halk, bu gizli ve hakikati meçhul hileden dolayı şaşırıp kaldı.
  • کرد با وی شاه آن کاری که گفت ** خلق حیران مانده ز ان مکر نهفت‌‌
  • Onu Hıristiyanların oturdukları tarafa sürdü. Vezir de ondan sonra halkı davete başladı.
  • راند او را جانب نصرانیان ** کرد در دعوت شروع او بعد از آن‌‌
  • Hıristiyanların vezirin hilesine inanmaları
  • قبول کردن نصارا مکر وزیر را
  • Yüz binlerce Hıristiyan, azar azar onun etrafına toplandı.
  • صد هزاران مرد ترسا سوی او ** اندک اندک جمع شد در کوی او
  • O, onlara gizlice İncil’in, zünnarın ve namazın sırrını anlatmaktaydı.
  • او بیان می‌‌کرد با ایشان به راز ** سر انگلیون و زنار و نماز
  • Görünüşte din hükümlerini anlatıyordu; fakat bu anlatış, hakikatte onları avlamak için ıslık ve tuzaktı. 365
  • او به ظاهر واعظ احکام بود ** لیک در باطن صفیر و دام بود
  • Bunun için (gizli hileyi anlamak müşkül olduğundan) bazı Eshab, Peygamber’den, azgın ve hilekâr nefsin hilesini sorarlar;
  • بهر این بعضی صحابه از رسول ** ملتمس بودند مکر نفس غول‌‌
  • “ Nefis, ibadetlere ve candan gelen ihlâsa gizli garezlerden ne karıştırır?” derlerdi.
  • کاو چه آمیزد ز اغراض نهان ** در عبادتها و در اخلاص جان‌‌
  • Peygamber’den ibadetin faziletini ve sevabını arayıp sormazlar; ”Apaçık ayıp hangisidir?” diye kötü huyları sorarlardı.
  • فضل طاعت را نجستندی از او ** عیب ظاهر را بجستندی که کو
  • Gülü, kerevizden fark edercesine kıldan kıla, zerreden zerreye nefis hilesini tanır, bilirlerdi.
  • مو به مو و ذره ذره مکر نفس ** می‌‌شناسیدند چون گل از کرفس‌‌
  • Eshab’ın kılı kırk yaranları, umumiyetle o vaiz ve beyana hayran olurlardı. 370
  • موشکافان صحابه هم در آن ** وعظ ایشان خیره گشتندی به جان‌‌
  • Hıristiyanların vezire uymaları
  • متابعت نصارا وزیر را
  • Hıristiyanlar tamamıyla ona gönül verdiler. Zaten avamın taklidinin kuvveti ne olabilir ki?
  • دل بدو دادند ترسایان تمام ** خود چه باشد قوت تقلید عام‌‌
  • Kalplerinin içine onun muhabbetini ektiler, onu İsa’nın halifesi sandılar.
  • در درون سینه مهرش کاشتند ** نایب عیساش می‌‌پنداشتند
  • O ise hakikatte tek gözlü melun Deccâl’dı. Ey Tanrı, feryadımıza yetiş; sen ne güzel yardımcısın!
  • او به سر دجال یک چشم لعین ** ای خدا فریادرس نعم المعین‌‌