English    Türkçe    فارسی   

1
3255-3304

  • Kardeş sana akıp duran hikmet “ Tanrı Abdâli’ndendir, sana âriyettir. 3255
  • ای برادر بر تو حکمت جاریه ست ** آن ز ابدال است و بر تو عاریه ست‌‌
  • O kendisinde bir nur bulmuştur ama o nur, padişahların eşiğinden vurmuştur.
  • گر چه در خود خانه نوری یافته ست ** آن ز همسایه‌‌ی منور تافته ست‌‌
  • Şükret, mağrur olma, ululanma, kulak as ve hiç kendini görme.
  • شکر کن غره مشو بینی مکن ** گوش دار و هیچ خود بینی مکن‌‌
  • Yüz binlerce ah ki bu âriyet hal, ümmetleri ümmetlikten uzaklaştırdı.
  • صد دریغ و درد کاین عاریتی ** امتان را دور کرد از امتی‌‌
  • Kendisini, her konakta sofra başına varacak sanmayan kişiye kul olayım.
  • من غلام آن که او در هر رباط ** خویش را واصل نداند بر سماط
  • Adamın bir gün evine varabilmesi için bir çok konakları terk etmesi lâzımdır. 3260
  • بس رباطی که بباید ترک کرد ** تا به مسکن در رسد یک روز مرد
  • Demir kıpkırmızı oldu ama hakikatte kızıl değildir ki. Bu kızıllık, bir ocağın demire verdiği âriyet kızıllıktır.
  • گر چه آهن سرخ شد او سرخ نیست ** پرتو عاریت آتش زنی است‌‌
  • Penceredeki cam, yahut ev; nurlanırsa, ışık verirse onu parlak sanma , anla ki parlaklık güneştedir.
  • گر شود پر نور روزن یا سرا ** تو مدان روشن مگر خورشید را
  • Her kapı, duvar “ Ben parlağım, başkasının nuruyla parlamıyorum. Parlayan benim” diyebilir.
  • هر در و دیوار گوید روشنم ** پرتو غیری ندارم این منم‌‌
  • Fakat güneş “Ey ham! Hele ben bir batayım da ne olduğun meydana çıkar” der.
  • پس بگوید آفتاب ای نارشید ** چون که من غارب شوم آید پدید
  • Yeşillikler “ Biz kendimizden yeşerdik, sevinç içindeyiz, gülümseyip duruyoruz, ta ezelden beri bu yücelik bizde var” diyebilirler. 3265
  • سبزه‌‌ها گویند ما سبز از خودیم ** شاد و خندانیم و بس زیبا خدیم‌‌
  • Fakat yaz mevsimi, onlara “ Ey ümmetler, ben geçeyim de o vakit kendinizi görün” der.
  • فصل تابستان بگوید ای امم ** خویش را بینید چون من بگذرم‌‌
  • Vücut güzellikle öğünür, nazlanır durur. Çünkü ruh, kuvvetini, kolunu kanadını gizlemiştir.
  • تن همی‌‌نازد به خوبی و جمال ** روح پنهان کرده فر و پر و بال‌‌
  • Vücuda der ki: “Ey süprüntülük! Sen kim oluyorsun ki? Bir iki gün benim ışığımla yaşadın:
  • گویدش ای مزبله تو کیستی ** یک دو روز از پرتو من زیستی‌‌
  • Nazın işven dünyaya sığmıyor? Hele dur, bekle; ben senden çıkayım da gör.
  • غنج و نازت می‌‌نگنجد در جهان ** باش تا که من شوم از تو جهان‌‌
  • Seni o ziyadesiyle sevenler, mezara tıkarlar; karıncalara, yılanlara gıda ederler. 3270
  • گرم‌‌دارانت ترا گوری کنند ** طعمه‌‌ی موران و مارانت کنند
  • Çok defalar senin önünde ölüme razı olan yok mu? İşte o, senin pis kokundan burnunu tıkar!”
  • بینی از گند تو گیرد آن کسی ** کاو به پیش تو همی‌‌مردی بسی‌‌
  • Söz, göz, kulak... Hep ruhun ışığıdır. Suda coşan pırıldayan, ateşin parıltısıdır.
  • پرتو روح است نطق و چشم و گوش ** پرتو آتش بود در آب جوش‌‌
  • Canın ışığı nasıl tene vuruyorsa Abdâl’ın ışığı da benim canıma vurmakta.
  • آن چنان که پرتو جان بر تن است ** پرتو ابدال بر جان من است‌‌
  • Canın canı olan o Abdâl’ın ışığı candan ayak çekti mi...Ten, cansız ne hale gelirse o hale gelir. Şunu bil ki,
  • جان جان چون واکشد پا را ز جان ** جان چنان گردد که بی‌‌جان تن بدان‌‌
  • Ben kıyamet günü bu sözüme şahit olsun diye yere baş koyuyorum. 3275
  • سر از آن رو می‌‌نهم من بر زمین ** تا گواه من بود در روز دین‌‌
  • Yerlerin şiddetle sarsıldığı kıyamet gününde bu yeryüzü, insanların hallerine şahit olur.
  • یوم دین که زلزلت زلزالها ** این زمین باشد گواه حالها
  • Gizlediği haberleri apaşikâr söyler. Yeryüzü ve dikenler söze gelir.
  • کاو تحدث جهرة أخبارها ** در سخن آید زمین و خاره‌‌ها
  • Filozof; kendi fikrince, kendi zannınca bunu inkâr eder. Ona de: Sen var, başını o duvara vura gör!
  • فلسفی منکر شود در فکر و ظن ** گو برو سر را بر آن دیوار زن‌‌
  • Gönül ehlinin duyguları; suyun, toprağın, çamurun sözünü duyar durur.
  • نطق آب و نطق خاک و نطق گل ** هست محسوس حواس اهل دل‌‌
  • Filozof, Hannâne direğinin inlemesini inkâr eder. Çünkü velîlerin duygularından haberi yok, onlara yabancı. 3280
  • فلسفی کاو منکر حنانه است ** از حواس اولیا بیگانه است‌‌
  • Der ki: “ Halkta sevdanın aksi, birçok hayaller yaratır, onlara gösterir”
  • گوید او که پرتو سودای خلق ** بس خیالات آورد در رای خلق‌‌
  • Halbuki bu fikir, onun fesat ve küfrünün aksidir. Bu inkâr hayali; ona fikrinden, inanışındaki bozukluktan gelmiştir.
  • بلکه عکس آن فساد و کفر او ** این خیال منکری را زد بر او
  • Filozof; cini, şeytanı inkâr eder; fakat inkâr eder etmez bir cinin, bir şeytanın maskarası olmuştur.
  • فلسفی مر دیو را منکر شود ** در همان دم سخره‌‌ی دیوی بود
  • Ey filozof, eğer şeytanı görmedinse kendine bak!( Başını duvara vurup çürütmüşsün, gömgök olmuş) Deli olmadan alın böyle göğerir mi?
  • گر ندیدی دیو را خود را ببین ** بی‌‌جنون نبود کبودی بر جبین‌‌
  • Kimin gönlünde şüphe, vesvese varsa felsefeye inanmıştır, gizli münkirdir. 3285
  • هر که را در دل شک و پیچانی است ** در جهان او فلسفی پنهانی است‌‌
  • Bazen dine inanır ama bazı ,bazı da o filozofluk damarı yüzünü kapkara eder.
  • می‌‌نماید اعتقاد و گاه گاه ** آن رگ فلسف کند رویش سیاه‌‌
  • Sakının müminler; o felsefeye inanış sizde de vardır. Sizde nice sonsuz âlimler var.
  • الحذر ای مومنان کان در شماست ** در شما بس عالم بی‌‌منتهاست‌‌
  • Bütün bu yetmiş iki din ve şeriat sendedir. Senden zâhir olduğu gün eyvah haline!
  • جمله هفتاد و دو ملت در تو است ** وه که روزی آن بر آرد از تو دست‌‌
  • Kimde o aykırı inanıştan bir yapracık varsa o günün korkusundan yaprak gibi titrer.
  • هر که او را برگ آن ایمان بود ** همچو برگ از بیم این لرزان بود
  • İblis’e cine, kendini iyi adam gördüğünden güldün. 3290
  • بر بلیس و دیو از آن خندیده‌‌ای ** که تو خود را نیک مردم دیده‌‌ای‌‌
  • Fakat can, postunu ters giyer , içindekini dışarı verirse din ehlinden ne kadar ahlar vahlar çıkar.
  • چون کند جان باژگونه پوستین ** چند واویلا بر آید اهل دین
  • Dükkânda altın gibi görünen madenlerin hepsi güler. Çünkü imtihan taşı gizlidir.
  • بر دکان هر زرنما خندان شده ست ** ز آنکه سنگ امتحان پنهان شده ست‌‌
  • Ey ayıpları örten Tanrı! Perdemizi kaldırma; imtihan zamanında bize yardım et, bizi kurtar!
  • پرده ای ستار از ما بر مگیر ** باش اندر امتحان ما مجیر
  • Geceleyin kalp altın, hakiki altınla yan yanadır. Altın ise gündüzü bekler.
  • قلب پهلو می‌‌زند با زر به شب ** انتظار روز می‌‌دارد ذهب‌‌
  • Hal diliyle der ki: “ Yalancı, hele bir dur. Herkesin meydana çıkacağı gün bir gelsin!” 3295
  • با زبان حال زر گوید که باش ** ای مزور تا بر آید روز فاش‌‌
  • Lânetlenmiş İblis; yüz binlerce yıl Abdâl’ dendi, müminler beyiydi.
  • صد هزاران سال ابلیس لعین ** بود ز ابدال و امیر المؤمنین‌‌
  • Naz ve istiğnası yönünden Âdemle savaştı, kuşluk vakti kokmaya başlayan pislik gibi rüsvay oldu.
  • پنجه زد با آدم از نازی که داشت ** گشت رسوا همچو سرگین وقت چاشت‌‌
  • Temsil yoluyla Bâûr’un hikâyesi
  • دعا کردن بلعم باعور که موسی و قومش را از این شهر که حصار داده‌‌اند بی‌‌مراد باز گردان‌‌
  • Dünya halkı, Bâûr oğlu Bel’am’a zamanın İsa’sına mağlûp oldukları gibi mağlûp ve zebun olmuştu.
  • بلعم باعور را خلق جهان ** سغبه شد مانند عیسای زمان‌‌
  • Ondan başka kimseye secde etmezlerdi. Afsunu, hastalara şifa verirdi.
  • سجده ناوردند کس را دون او ** صحت رنجور بود افسون او
  • Kendisini beğendiği, ulu gördüğü için Musa ile savaştı. Sonra hali, duyduğun gibi oldu. 3300
  • پنجه زد با موسی از کبر و کمال ** آن چنان شد که شنیده ستی تو حال‌‌
  • Dünyada yüz binlerce İblis ve Bel’am vardır ki gizli, açık hep bu hale düşmüşlerdir.
  • صد هزار ابلیس و بلعم در جهان ** همچنین بوده ست پیدا و نهان‌‌
  • Tanrı, diğerlerine misal olsun diye bu ikisini meşhur etti;
  • این دو را مشهور گردانید اله ** تا که باشد این دو بر باقی گواه‌‌
  • Bu iki hırsızı darağacına çekti, yükseltti. Yoksa kahrına uğramış daha nice hırsız var!
  • این دو دزد آویخت از دار بلند ** ور نه اندر قهر بس دزدان بدند
  • Bu ikisini aşikâre kahredip şöhretlendirdi; yoksa onun kahrıyla ölenler sayılamayacak kadar çok!
  • این دو را پرچم به سوی شهر برد ** کشتگان قهر را نتوان شمرد