O sert rüzgâr, otun zayıflığına acır. Gönül, artık sen de kuvvetten dem vurma.
بر ضعیفی گیاه آن باد تند ** رحم کرد ای دل تو از قوت ملند
Balta; ağaçların, dalların çokluğundan, sıklığından hiç korkar mı? Hepsini paramparça eder, kesip biçer.
تیشه را ز انبوهی شاخ درخت ** کی هراس آید ببرد لخت لخت
Fakat bir ota saldırmaz. Neşter yaradan başka yere vurulmaz.
لیک بر برگی نکوبد خویش را ** جز که بر نیشی نکوبد نیش را
Aleve, odunun çokluğundan ne gam? Kasap koyun sürüsünden kaçar mı?
شعله را ز انبوهی هیزم چه غم ** کی رمد قصاب از خیل غنم
Mânaya nispetle suret nedir? Çok zayıf, çok âciz. Kötüyü baş aşağı tutan ondaki mânadır. 3330
پیش معنی چیست صورت بس زبون ** چرخ را معنیش میدارد نگون
Dolap gibi dönüp duran gökten kıyas tut. Onun dönmesi nedendir? Onda müdebbir olan akıldan.
تو قیاس از چرخ دولابی بگیر ** گردشش از کیست از عقل مشیر
Oğul, siper gibi olan bu kalıbın dönüşü, hareketi de gizli ruhtandır.
گردش این قالب همچون سپر ** هست از روح مستر ای پسر
Bu rüzgârın hareketi onun mânasından ( o suretle zâhir olan mânadan, Tanrı kudretinden) dir değirmen çarkına benzer; çark, ırmak suyunun esiridir.
گردش این باد از معنی اوست ** همچو چرخی کان اسیر آب جوست
Bu nefesin alınıp verilmesi, girip çıkması da hevesli candan başka kimdendir?
جر و مد و دخل و خرج این نفس ** از که باشد جز ز جان پر هوس
Can, o nefesi, nefesle çıkan sözü, bazen cim haline kor; bazen de ha ve dal haline ( bu suretle de inkâr da bulunur). Gâh o sözü barış sözü yapar, gâh savaş sözü. 3335
گاه جیمش میکند گه حا و دال ** گاه صلحش میکند گاهی جدال
Yine böyle Tanrı’mız, bu rüzgârı Âd kavmine ejderha yaptığı halde,
همچنین این باد را یزدان ما ** کرده بد بر عاد همچون اژدها
Yine aynı rüzgârı; müminlere rahmet, hayat ve emniyet verici bir hale getirmişti.
باز هم آن باد را بر مومنان ** کرده بد صلح و مراعات و امان
Âlemlerin Rabbinin mânalar denizi olan bin Şeyhi, “ mâna Allah’dır” dedi.
گفت المعنی هو الله شیخ دین ** بحر معنیهای رب العالمین
Bütün yerler, gökler; o yürüyen denizde, o can deryasında çör çöp gibidir.
جمله اطباق زمین و آسمان ** همچو خاشاکی در آن بحر روان
Suda çör çöpün saldırması, oynaması, suyun dalgalanmasındandır. 3340
حملهها و رقص خاشاک اندر آب ** هم ز آب آمد به وقت اضطراب
İnat eder de onları hareketsiz bırakmayı dilerse kıyıya atıverir.
چون که ساکن خواهدش کرد از مرا ** سوی ساحل افکند خاشاک را
Kıyıdan dalgalandığı yere, kendisine çekti mi... ateş, ota ne yaparsa deniz de onlara onu yapar (hepsini siler, süpürür, yok eder).
چون کشد از ساحلش در موج گاه ** آن کند با او که آتش با گیاه
Bu söze de son yoktur. Ey genç sen yine Hârût Mârût hikâyesine dön.
این حدیث آخر ندارد باز ران ** جانب هاروت و ماروت ای جوان
Hârût, Mârût hikâyesinin sonu ve onların, dünyada Bâbil Kuyusunda cezalandırılmaları
باقی قصهی هاروت و ماروت و نکال و عقوبت ایشان هم در دنیا به چاه بابل
Bu iki melek, cihan halkının günahını, kötülüğünü görünce,
چون گناه و فسق خلقان جهان ** میشدی بر هر دو روشن آن زمان
Hiddetlerinden ellerini ısırıyorlardı. Fakat gözleriyle kendi ayıplarını görmüyorlardı. 3345
دستخاییدن گرفتندی ز خشم ** لیک عیب خود ندیدندی به چشم
Bir çirkin, aynada kendisini görünce yüzünü çevirmiş, kızmış.
خویش در آیینه دید آن زشت مرد ** رو بگردانید از آن و خشم کرد
Kendisini gören kendisini beğenen; birisinde bir suç gördü mü...İçinde cehennemden daha şiddetli bir ateş parlar.
خویش بین چون از کسی جرمی بدید ** آتشی در وی ز دوزخ شد پدید
O, bu kibre din gayreti adını takar; kendi kâfir nefsini görmez.
حمیت دین خواند او آن کبر را ** ننگرد در خویش نفس گبر را
Din gayretinin başka alâmeti vardır. O ateşten bütün bir dünya yeşerir, hayat bulur.
حمیت دین را نشانی دیگر است ** که از آن آتش جهانی اخضر است
Tanrı; Hârût’la Mârût’a “ Eğer siz, nurdan yaratılmış, mâsum melekseniz aldanmış, ziyankâr suçluları görmeyin. 3350
گفت حقشان گر شما روشانگرید ** در سیه کاران مغفل منگرید
Ey gökyüzünün askerleri, benim kullarım! Şükredin ki şehvetten ve cinsi temayülden kurtulmuşsunuz.
شکر گویید ای سپاه و چاکران ** رستهاید از شهوت و از چاک ران
Eğer size de şehvet versem, artık gök, sizi kabul etmez.
گر از آن معنی نهم من بر شما ** مر شما را بیش نپذیرد سما
Sizdeki mâsumluk, benim ismetimin, benim korumamın aksindendir.
عصمتی که مر شما را در تن است ** آن ز عکس عصمت و حفظ من است
O mâsumluğu benden bilin, kendinizden değil. Kendinize gelin, kendinize... Lânetlenmiş Şeytan, size galip gelmesin” dedi.
آن ز من بینید نز خود هین و هین ** تا نچربد بر شما دیو لعین
Nitekim Peygamberin vahiy kâtibi de hikmeti kendisinde gördü, kendine de vahiy geliyor zannetti. 3355
آن چنان که کاتب وحی رسول ** دید حکمت در خود و نور اصول
Tanrı kuşlarının sesi, kendinde de var sandı, o kötü ıslık, o kuşların sesi gibi güzeldir zannına düştü.
خویش را هم صوت مرغان خدا ** میشمرد آن بد صفیری چون صدا
Sen, kuşların seslerini övüp dururken nereden kuşun muradını anlayacaksın.
لحن مرغان را اگر واصف شوی ** بر مراد مرغ کی واقف شوی
Bülbülün sesini öğrensen, tanısan da gül ile ne yapıyor, ne işi var? Nereden bileceksin?
گر بیاموزی صفیر بلبلی ** تو چه دانی کاو چه دارد با گلی
Kıyas ve şüphe yoluyla bildiğini farz edelim... O biliş sağırların, dudak oynamasından anladıkları kadar bir anlayış ve bilişten ibarettir.
ور بدانی باشد آن هم از گمان ** چون ز لب جنبان گمانهای کران
Sağırın hasta komşusuna hatır sormaya gidişi
به عیادت رفتن کر بر همسایهی رنجور خویش
Anlayışlı, hal hatır, yol yordam bilen birisi bir sağıra “ komşun hasta” diye haber verdi. 3360
آن کری را گفت افزون مایهای ** که ترا رنجور شد همسایهای
Sağır, kendi kendisine dedi ki: “ Bu sağır kulakla ben onun sözünü nereden anlayacağım.
گفت با خود کر که با گوش گران ** من چه دریابم ز گفت آن جوان
Hele hasta olur, sesi pek çıkmazsa... Fakat mutlaka da gitmek lâzım.
خاصه رنجور و ضعیف آواز شد ** لیک باید رفت آن جا نیست بد
Dudağını oynar görünce ne dediğini kıyas yoluyla kendiliğinden düşünür, bulurum.
چون ببینم کان لبش جنبان شود ** من قیاسی گیرم آن را هم ز خود
Ey benim mihnete düşmüş dostum, nasılsın? Derim. O, elbette iyiyim, yahut hoşum, diyecek.
چون بگویم چونی ای محنت کشم ** او بخواهد گفت نیکم یا خوشم
Şükürler olsun diye cevap verir, ne çorbası yedin diye sorarım. O meselâ, mercimek çorbası diye cevap verir. 3365
من بگویم شکر چه خوردی ابا ** او بگوید شربتی یا ماشبا
Afiyet olsun der, hekimlerden kim geliyor, kendini hangisine tedavi ettiriyorsun? derim.
من بگویم صحه نوشت کیست آن ** از طبیبان پیش تو گوید فلان
O, filan deyince derim ki: ayağı çok kutludur. Geldi mi işin yoluna girdi demektir.
من بگویم بس مبارک پاست او ** چون که او آمد شود کارت نکو
Biz de onun kademini denedik. Nerede vardıysa dilek hâsıl oldu.”
پای او را آزمودستیم ما ** هر کجا شد میشود حاجت روا
O iyi adam, kıyas yoluyla tasarladığı bu cevapları düzüp koşarak hastaya hal hatır sormaya gitti.
این جوابات قیاسی راست کرد ** پیش آن رنجور شد آن نیک مرد
“Nasılsın “dedi. Hasta “öldüm” deyince dedi ki: “ Çok şükür!” Hasta, bu sözden hiddetlendi, canı pek sıkıldı. 3370
گفت چونی گفت مردم گفت شکر ** شد از این رنجور پر آزار و نکر
“ Bu ne biçim şükür? O bizim kötülüğümüzü istiyormuş, anlaşıldı” diye düşündü. Sağır bir sözdür, tasarladı ama yanlış düştü.
کین چه شکر است او مگر با ما بد است ** کر قیاسی کرد و آن کژ آمده ست
Sonra “Ne yedin ?diye sorunca hasta “Zehir” dedi. Sağır “ Afiyet olsun” der demez hastanın kahırlanması fazlalaştı.
بعد از آن گفتش چه خوردی گفت زهر ** گفت نوشت باد افزون گشت قهر
Sağır, bundan sonra da “ Tedavi için hekimlerden kim geliyor?” diye sordu.
بعد از آن گفت از طبیبان کیست او ** کاو همیآید به چاره پیش تو
Hasta “ Hadi be, defol, Azrail geliyor!” diye cevap verdi. Sağır “ Ayağı pek kutludur, sevin, neşelen!”dedi.
گفت عزراییل میآید برو ** گفت پایش بس مبارک شاد شو
Sağır; şükür, böyle bir zamanda hal hatır sorup komşuluk hakkını gözettim diye sevinerek dışarı çıktı. 3375
کر برون آمد بگفت او شادمان ** شکر کش کردم مراعات این زمان