- Eğer size de şehvet versem, artık gök, sizi kabul etmez.
- گر از آن معنی نهم من بر شما ** مر شما را بیش نپذیرد سما
- Sizdeki mâsumluk, benim ismetimin, benim korumamın aksindendir.
- عصمتی که مر شما را در تن است ** آن ز عکس عصمت و حفظ من است
- O mâsumluğu benden bilin, kendinizden değil. Kendinize gelin, kendinize... Lânetlenmiş Şeytan, size galip gelmesin” dedi.
- آن ز من بینید نز خود هین و هین ** تا نچربد بر شما دیو لعین
- Nitekim Peygamberin vahiy kâtibi de hikmeti kendisinde gördü, kendine de vahiy geliyor zannetti. 3355
- آن چنان که کاتب وحی رسول ** دید حکمت در خود و نور اصول
- Tanrı kuşlarının sesi, kendinde de var sandı, o kötü ıslık, o kuşların sesi gibi güzeldir zannına düştü.
- خویش را هم صوت مرغان خدا ** میشمرد آن بد صفیری چون صدا
- Sen, kuşların seslerini övüp dururken nereden kuşun muradını anlayacaksın.
- لحن مرغان را اگر واصف شوی ** بر مراد مرغ کی واقف شوی
- Bülbülün sesini öğrensen, tanısan da gül ile ne yapıyor, ne işi var? Nereden bileceksin?
- گر بیاموزی صفیر بلبلی ** تو چه دانی کاو چه دارد با گلی
- Kıyas ve şüphe yoluyla bildiğini farz edelim... O biliş sağırların, dudak oynamasından anladıkları kadar bir anlayış ve bilişten ibarettir.
- ور بدانی باشد آن هم از گمان ** چون ز لب جنبان گمانهای کران
- Sağırın hasta komşusuna hatır sormaya gidişi
- به عیادت رفتن کر بر همسایهی رنجور خویش
- Anlayışlı, hal hatır, yol yordam bilen birisi bir sağıra “ komşun hasta” diye haber verdi. 3360
- آن کری را گفت افزون مایهای ** که ترا رنجور شد همسایهای
- Sağır, kendi kendisine dedi ki: “ Bu sağır kulakla ben onun sözünü nereden anlayacağım.
- گفت با خود کر که با گوش گران ** من چه دریابم ز گفت آن جوان
- Hele hasta olur, sesi pek çıkmazsa... Fakat mutlaka da gitmek lâzım.
- خاصه رنجور و ضعیف آواز شد ** لیک باید رفت آن جا نیست بد
- Dudağını oynar görünce ne dediğini kıyas yoluyla kendiliğinden düşünür, bulurum.
- چون ببینم کان لبش جنبان شود ** من قیاسی گیرم آن را هم ز خود
- Ey benim mihnete düşmüş dostum, nasılsın? Derim. O, elbette iyiyim, yahut hoşum, diyecek.
- چون بگویم چونی ای محنت کشم ** او بخواهد گفت نیکم یا خوشم
- Şükürler olsun diye cevap verir, ne çorbası yedin diye sorarım. O meselâ, mercimek çorbası diye cevap verir. 3365
- من بگویم شکر چه خوردی ابا ** او بگوید شربتی یا ماشبا
- Afiyet olsun der, hekimlerden kim geliyor, kendini hangisine tedavi ettiriyorsun? derim.
- من بگویم صحه نوشت کیست آن ** از طبیبان پیش تو گوید فلان
- O, filan deyince derim ki: ayağı çok kutludur. Geldi mi işin yoluna girdi demektir.
- من بگویم بس مبارک پاست او ** چون که او آمد شود کارت نکو
- Biz de onun kademini denedik. Nerede vardıysa dilek hâsıl oldu.”
- پای او را آزمودستیم ما ** هر کجا شد میشود حاجت روا
- O iyi adam, kıyas yoluyla tasarladığı bu cevapları düzüp koşarak hastaya hal hatır sormaya gitti.
- این جوابات قیاسی راست کرد ** پیش آن رنجور شد آن نیک مرد
- “Nasılsın “dedi. Hasta “öldüm” deyince dedi ki: “ Çok şükür!” Hasta, bu sözden hiddetlendi, canı pek sıkıldı. 3370
- گفت چونی گفت مردم گفت شکر ** شد از این رنجور پر آزار و نکر
- “ Bu ne biçim şükür? O bizim kötülüğümüzü istiyormuş, anlaşıldı” diye düşündü. Sağır bir sözdür, tasarladı ama yanlış düştü.
- کین چه شکر است او مگر با ما بد است ** کر قیاسی کرد و آن کژ آمده ست
- Sonra “Ne yedin ?diye sorunca hasta “Zehir” dedi. Sağır “ Afiyet olsun” der demez hastanın kahırlanması fazlalaştı.
- بعد از آن گفتش چه خوردی گفت زهر ** گفت نوشت باد افزون گشت قهر
- Sağır, bundan sonra da “ Tedavi için hekimlerden kim geliyor?” diye sordu.
- بعد از آن گفت از طبیبان کیست او ** کاو همیآید به چاره پیش تو
- Hasta “ Hadi be, defol, Azrail geliyor!” diye cevap verdi. Sağır “ Ayağı pek kutludur, sevin, neşelen!”dedi.
- گفت عزراییل میآید برو ** گفت پایش بس مبارک شاد شو
- Sağır; şükür, böyle bir zamanda hal hatır sorup komşuluk hakkını gözettim diye sevinerek dışarı çıktı. 3375
- کر برون آمد بگفت او شادمان ** شکر کش کردم مراعات این زمان
- Hasta ise “Bu, bizim canımıza düşmanmış, onun cefa madeni olduğunu bilmiyormuşuz” diyordu.
- گفت رنجور این عدوی جان ماست ** ما ندانستیم کاو کان جفاست
- Hatırına yüz türlü kötü şeyler geliyor, ona türlü ,türlü haber göndermeyi kuruyordu.
- خاطر رنجور جویان صد سقط ** تا که پیغامش کند از هر نمط
- Kötü bir yemek yiyenin o yemeği kusuncaya kadar gönlü bulanır.
- چون کسی کاو خورده باشد آش بد ** میبشوراند دلش تا قی کند
- İşte hiddeti yenmek budur; onu kusma ki karşılık tatlı sözler duyasın.
- کظم غیظ این است آن را قی مکن ** تا بیابی در جزا شیرین سخن
- Sabrı olmadığı için hasta kıvranmakta, “ nerede bu kötü sözlü köpek ki. 3380
- چون نبودش صبر میپیچید او ** کاین سگ زن روسپی حیز کو
- Söylediklerinin hepsine karşılık vereyim. O zaman tamamı ile hastaydım, aslan gibi olan aklım uyumuştu, hatırıma bir şey gelmedi.
- تا بریزم بر وی آن چه گفته بود ** کان زمان شیر ضمیرم خفته بود
- Hal hatır sorma, gönül almak ve teselli etmek içindir. Halbuki bu, hatır sorma değil, düşmanlık!
- چون عیادت بهر دل آرامی است ** این عیادت نیست دشمن کامی است
- Düşmanını zayıf ve bitkin bir halde görüp memnun olmak istemiş” diyordu.
- تا ببیند دشمن خود را نزار ** تا بگیرد خاطر زشتش قرار
- Nice ibadetten vazgeçmiş, kulluktan çıkmış kişilerin gönüllerinde Tanrı’nın rızasını almak, sevaba nail olmak vardır, bunu umarlar.
- بس کسان کایشان ز طاعت گمرهاند ** دل به رضوان و ثواب آن دهند
- Halbuki bu, esasen gizli bir günahtır. Nice bulanık şeyler vardır ki sen, onları sâf ve berrak sanırsın. 3385
- خود حقیقت معصیت باشد خفی ** بس کدر کان را تو پنداری صفی
- O sağır gibi...Sağır, iyilik yaptım sanmıştı, halbuki aksi zuhur etti.
- همچو آن کر که همیپنداشته ست ** کو نکویی کرد و آن بر عکس جست
- O, bir hastaya iyilikte bulundum hatırını ele aldım, komşuluk hakkını ele getirdim diye rahatça oturmuştu.
- او نشسته خوش که خدمت کردهام ** حق همسایه به جا آوردهام
- Halbuki hastanın gönlünde bir ateş alevlenmiş, kendisini de yakmıştı.
- بهر خود او آتشی افروخته ست ** در دل رنجور و خود را سوخته ست
- Yaktığınız ateşlerden korkun. Siz, onu günahlarınızla çoğalttınız, günahınız yüzünden alevdesiniz.
- فاتقوا النار التی أوقدتم ** إنکم فی المعصیة ازددتم
- Peygamber bir riyakâra namaz kıldığı halde “ Ey yiğit kalk, namaz kıl, çünkü senin kıldığın namaz değil” dedi. 3390
- گفت پیغمبر به یک صاحب ریا ** صل إنک لم تصل یا فتی
- Bu korkular yüzünden her namazda “ ihdinassırâtal müstakîme- sen bizi doğru yola hidayet et” denir.
- از برای چارهی این خوفها ** آمد اندر هر نمازی اهدنا
- Yani “ Ey Tanrı! Bu namazımı yolunu azıtmışların, riyakârların namazıyla karıştırma.”
- کاین نمازم را میامیز ای خدا ** با نماز ضالین و اهل ریا
- O sağır adamın seçtiği kıyas yüzünden on yıllık konuşma hiç olup gitti.
- از قیاسی که بکرد آن کر گزین ** صحبت ده ساله باطل شد بدین
- Ulu kişi, hele bu kıyas, tavsif edilemeyecek vahiyde aşağılık duygusunun kıyası olursa...
- خاصه ای خواجه قیاس حس دون ** اندر آن وحیی که هست از حد فزون
- Senin duygu kulağın harfleri anlayabilirse de bil ki gaybı duyan kulağın sağırdır. 3395
- گوش حس تو به حرف ار در خور است ** دان که گوش غیب گیر تو کر است
- Nas karşısında ilk olarak kıyası ileri süren İblis’ti
- اول کسی که در مقابلهی نص قیاس آورد ابلیس بود
- Tanrı nurlarına karşı bu kıyasçıkları ileri süren ilk kişi, İblisti.
- اول آن کس کاین قیاسکها نمود ** پیش انوار خدا ابلیس بود
- Dedi ki: “ Şüphe yok, ateş topraktan daha iyidir. Ben ateşten yaratıldım Âdem kapkara topraktan.
- گفت نار از خاک بیشک بهتر است ** من ز نار و او ز خاک اکدر است
- Şu halde fer’i, asla nispetle mukayese edelim: O zulmettendir, biz aydın nurdan.”
- پس قیاس فرع بر اصلش کنیم ** او ز ظلمت ما ز نور روشنیم
- Tanrı “ Hayır, soy sop yok. Zâhitlik ve şüpheli şeylerden çekinmek, faziletin mihrabıdır.
- گفت حق نی بل که لا انساب شد ** زهد و تقوی فضل را محراب شد
- Bu, fâni dünyanın mirası değildir ki soy sop yüzünden onu elde edesin. Bu can mirasıdır. 3400
- این نه میراث جهان فانی است ** که به انسابش بیابی جانی است
- Hattâ Peygamberlerin mirası. Bunun vârisi şüpheli şeylerden sakınan müminlerin canıdır.
- بلکه این میراثهای انبیاست ** وارث این جانهای اتقیاست