English    Türkçe    فارسی   

1
349-398

  • Padişah, benim imanımı anladı; taassuptan dolayı canıma kastetti.
  • شاه واقف گشت از ایمان من ** وز تعصب کرد قصد جان من‌‌
  • Dinimi padişahtan saklamak, onun dininden görünmek istedim. 350
  • خواستم تا دین ز شه پنهان کنم ** آن که دین اوست ظاهر آن کنم‌‌
  • Padişah, benim sırlarımdan bir koku sezdi. Sözlerim huzurunda kusurlu göründü.
  • شاه بویی برد از اسرار من ** متهم شد پیش شه گفتار من‌‌
  • Dedi ki: “ Senin sözlerin, içinde iğne olan ekmek gibidir. Benim gönlümden senin gönlüne pencere var.
  • گفت گفت تو چو در نان سوزن است ** از دل من تا دل تو روزن است‌‌
  • Ben, o pencereden halini gördüm; artık lâfını dinleyemem.”
  • من از آن روزن بدیدم حال تو ** حال تو دیدم ننوشم قال تو
  • Eğer İsa’nın ruhaniyeti bana imdat etmeseydi o, Yahudicesine beni parça parça ederdi.
  • گر نبودی جان عیسی چاره‌‌ام ** او جهودانه بکردی پاره‌‌ام‌‌
  • İsa için başımla oynar, canımı verir ve bunu canıma yüz binlerce minnet bilirim. 355
  • بهر عیسی جان سپارم سر دهم ** صد هزاران منتش بر خود نهم‌‌
  • İsa’dan canımı sakınmam, fakat onun din bilgisine iyiden iyiye vâkıfım.
  • جان دریغم نیست از عیسی و لیک ** واقفم بر علم دینش نیک نیک‌‌
  • O pak dinin cahiller arasında mahvolması, bana dokunmakta.
  • حیف می‌‌آمد مرا کان دین پاک ** در میان جاهلان گردد هلاک‌‌
  • Tanrı’ya, İsa’ya şükrolsun ki biz, bu hak dine yol gösterici olduk.
  • شکر ایزد را و عیسی را که ما ** گشته‌‌ایم آن کیش حق را رهنما
  • Belimizi zünnarla bağladığımızdan beri Yahudi’den ve Yahudilikten kurtulduk.
  • از جهود و از جهودی رسته‌‌ام ** تا به زناری میان را بسته‌‌ام‌‌
  • Ey halk; devir, İsa’nın devridir. Onun dininin sırlarını candan dinleyin!” 360
  • دور دور عیسی است ای مردمان ** بشنوید اسرار کیش او به جان‌‌
  • Padişah, vezire, vezir ne dediyse yaptı. Halk, bu gizli ve hakikati meçhul hileden dolayı şaşırıp kaldı.
  • کرد با وی شاه آن کاری که گفت ** خلق حیران مانده ز ان مکر نهفت‌‌
  • Onu Hıristiyanların oturdukları tarafa sürdü. Vezir de ondan sonra halkı davete başladı.
  • راند او را جانب نصرانیان ** کرد در دعوت شروع او بعد از آن‌‌
  • Hıristiyanların vezirin hilesine inanmaları
  • قبول کردن نصارا مکر وزیر را
  • Yüz binlerce Hıristiyan, azar azar onun etrafına toplandı.
  • صد هزاران مرد ترسا سوی او ** اندک اندک جمع شد در کوی او
  • O, onlara gizlice İncil’in, zünnarın ve namazın sırrını anlatmaktaydı.
  • او بیان می‌‌کرد با ایشان به راز ** سر انگلیون و زنار و نماز
  • Görünüşte din hükümlerini anlatıyordu; fakat bu anlatış, hakikatte onları avlamak için ıslık ve tuzaktı. 365
  • او به ظاهر واعظ احکام بود ** لیک در باطن صفیر و دام بود
  • Bunun için (gizli hileyi anlamak müşkül olduğundan) bazı Eshab, Peygamber’den, azgın ve hilekâr nefsin hilesini sorarlar;
  • بهر این بعضی صحابه از رسول ** ملتمس بودند مکر نفس غول‌‌
  • “ Nefis, ibadetlere ve candan gelen ihlâsa gizli garezlerden ne karıştırır?” derlerdi.
  • کاو چه آمیزد ز اغراض نهان ** در عبادتها و در اخلاص جان‌‌
  • Peygamber’den ibadetin faziletini ve sevabını arayıp sormazlar; ”Apaçık ayıp hangisidir?” diye kötü huyları sorarlardı.
  • فضل طاعت را نجستندی از او ** عیب ظاهر را بجستندی که کو
  • Gülü, kerevizden fark edercesine kıldan kıla, zerreden zerreye nefis hilesini tanır, bilirlerdi.
  • مو به مو و ذره ذره مکر نفس ** می‌‌شناسیدند چون گل از کرفس‌‌
  • Eshab’ın kılı kırk yaranları, umumiyetle o vaiz ve beyana hayran olurlardı. 370
  • موشکافان صحابه هم در آن ** وعظ ایشان خیره گشتندی به جان‌‌
  • Hıristiyanların vezire uymaları
  • متابعت نصارا وزیر را
  • Hıristiyanlar tamamıyla ona gönül verdiler. Zaten avamın taklidinin kuvveti ne olabilir ki?
  • دل بدو دادند ترسایان تمام ** خود چه باشد قوت تقلید عام‌‌
  • Kalplerinin içine onun muhabbetini ektiler, onu İsa’nın halifesi sandılar.
  • در درون سینه مهرش کاشتند ** نایب عیساش می‌‌پنداشتند
  • O ise hakikatte tek gözlü melun Deccâl’dı. Ey Tanrı, feryadımıza yetiş; sen ne güzel yardımcısın!
  • او به سر دجال یک چشم لعین ** ای خدا فریادرس نعم المعین‌‌
  • Ey Tanrı, yüz binlerce tuzak ve yem var, bizler de yemsiz kalmış halis kuşlar gibiyiz.
  • صد هزاران دام و دانه ست ای خدا ** ما چو مرغان حریص بی‌‌نوا
  • Her an yeni bir tuzağa tutuluyoruz, istersek her birimiz, birer doğan ve simurg olalım. 375
  • دم‌‌به‌‌دم ما بسته‌‌ی دام نویم ** هر یکی گر باز و سیمرغی شویم‌‌
  • Sen bizi her zaman tuzaktan kurtarmaktasın. Ey gani ve müstağnî Tanrı, biz yine bir tuzağa doğru gitmekteyiz!
  • می‌‌رهانی هر دمی ما را و باز ** سوی دامی می‌‌رویم ای بی‌‌نیاز
  • Biz bu ambarda buğday biriktirmede, toplanan buğdayı yine kaybetmekteyiz.
  • ما در این انبار گندم می‌‌کنیم ** گندم جمع آمده گم می‌‌کنیم‌‌
  • Biz, bu vahşi mahlûklar topluluğu, düşünmüyoruz ki buğdayın noksanlaşması farenin hilesindendir.
  • می‌‌نیندیشیم آخر ما به هوش ** کین خلل در گندم است از مکر موش‌‌
  • Fare, ambarımızı deldikçe, hilesinden ambar harap olmuştur.
  • موش تا انبار ما حفره زده ست ** وز فنش انبار ما ویران شده ست‌‌
  • Ey can, önce farenin şerrini defet, sonra buğday biriktirmeye çalış, çabala! 380
  • اول ای جان دفع شر موش کن ** وانگهان در جمع گندم جوش کن‌‌
  • O büyükler büyüğünün haberlerinden birini dinle: “Huzuru kalb olmadıkça namaz tamam olmaz.”
  • بشنو از اخبار آن صدر الصدور ** لا صلاة تم الا بالحضور
  • Eğer bizim ambarımızda hırsız bir fare yoksa kırk yıllık ibadet buğdayı nerde?
  • گر نه موشی دزد در انبار ماست ** گندم اعمال چل ساله کجاست‌‌
  • Her günlük azar azar sadıkane ibadet taneleri niçin bu ambarımızda toplanmıyor?
  • ریزه ریزه صدق هر روزه چرا ** جمع می‌‌ناید در این انبار ما
  • Çakmak demirinden birçok ateş yıldızı sıçradı, o yanmış gönül, onları kabul edip çekti.
  • بس ستاره‌‌ی آتش از آهن جهید ** و ان دل سوزیده پذرفت و کشید
  • Ama karanlıkta bir hırsız, gizlice kıvılcımlara parmak basmakta. 385
  • لیک در ظلمت یکی دزدی نهان ** می‌‌نهد انگشت بر استارگان‌‌
  • Onları, felekte bir çırağ parlamasın diye, birer birer söndürmekte.
  • می‌‌کشد استارگان را یک به یک ** تا که نفروزد چراغی از فلک‌‌
  • Bir adımda binlerce tuzak olsa, sen bizimle oldukça hiç gam yok!
  • گر هزاران دام باشد در قدم ** چون تو با مایی نباشد هیچ غم‌‌
  • Her gece ten tuzağından ruhları kurtarmakta, tahtaları sökmektesin.
  • هر شبی از دام تن ارواح را ** می‌‌رهانی می‌‌کنی الواح را
  • Ruhlar, her gece bu kafesten kurtulurlar, ne kimsenin hâkimi, ne de mahkûmu olmayarak feragate ulaşırlar.
  • می‌‌رهند ارواح هر شب زین قفس ** فارغان، نه حاکم و محکوم کس‌‌
  • Geceleyin zindandakilerin zindandan haberleri yoktur, sultana mensup davetliler, geceleyin devletten haberdar değildirler. 390
  • شب ز زندان بی‌‌خبر زندانیان ** شب ز دولت بی‌‌خبر سلطانیان‌‌
  • Ne gam var, ne kâr ve ne zarar düşüncesi. Ne bu filân kadının hayali, ne o filân erkeğin kuruntusu!
  • نه غم و اندیشه‌‌ی سود و زیان ** نه خیال این فلان و آن فلان‌‌
  • Arifin hali, uyanıkken de budur, Tanrı ”onlar uykudadırlar” dedi, bunu inkâr etme.
  • حال عارف این بود بی‌‌خواب هم ** گفت ایزد هم رقود زین مرم‌‌
  • Onlar, gece gündüz dünya ahvalinden uykudadırlar; Rabb’in elinde evirip çevirdiği kalem gibidirler.
  • خفته از احوال دنیا روز و شب ** چون قلم در پنجه‌‌ی تقلیب رب‌‌
  • Yazı esnasında eli görmeyen kimse, kalemin hareketini, kalemden sanır.
  • آن که او پنجه نبیند در رقم ** فعل پندارد به جنبش از قلم‌‌
  • Tanrı, arifin bu halinden halka pek az bir miktarını gösterdi; halkı ise hisse mensup uyku kapladı (gaflete dalıp arifi anlamadılar). 395
  • شمه‌‌ای زین حال عارف وانمود ** خلق را هم خواب حسی در ربود
  • Onların canı: sırrına akıl almaz sahraya gitti. Ruhları da istirahatte, bedenleri de.
  • رفته در صحرای بی‌‌چون جانشان ** روحشان آسوده و ابدانشان‌‌
  • Sonra tekrar bir ıslıkla onları tuzağa çeker, hepsini teklif kaydine düşürürsün.
  • وز صفیری باز دام اندر کشی ** جمله را در داد و در داور کشی‌‌
  • Sabahı zuhura getiren, İsrafil gibi, herkesi o diyardan suret âlemine getirir;
  • فالق الإصباح اسرافیل‌‌وار ** جمله را در صورت آرد ز ان دیار