- Zeyd, böylece sarhoş, harap bir surette söyleyip duruyordu. Peygamber, yakasını büktü.
- همچنین میگفت سر مست و خراب ** داد پیغمبر گریبانش به تاب
- Dedi ki: “ Kendine gel, atın pek hızlı gidiyor, yuları çek. “Tanrı haya etmez” hükmünün aksi vurdu, utanma ortadan kalktı.
- گفت هین در کش که اسبت گرم شد ** عکس حق لا يستحيی زد شرم شد
- Aynan, kılıftan çıktı. Ayna ve terazi yalan söyler mi? 3545
- آینهی تو جست بیرون از غلاف ** آینه و میزان کجا گوید خلاف
- Ayna ile terazi, kimse incinmesin, utanmasın diye sözünü saklar mı?
- آینه و میزان کجا بندد نفس ** بهر آزار و حیای هیچ کس
- Ayna ile teraziye yüzlerce yıl hizmet etsen onlar yine doğrucu ve kadri yüce mihenklerdir.
- آینه و میزان محکهای سنی ** گر دو صد سالش تو خدمتها کنی
- Sen benim sırrımı sakla, doğruyu gizle; sen de eksik gösterme, fazla göster, ( diye yalvarsan bile)
- کز برای من بپوشان راستی ** بر فزون بنما و منما کاستی
- Onlar sana “ Kendini maskara etme ayna, terazi nerede; hile düzen nerede?
- اوت گوید ریش و سبلت بر مخند ** آینه و میزان و آن گه ریو و پند
- Tanrı, hakikatlerin bizim vasıtamızla anlaşılması için kadrimizi yüceltti. 3550
- چون خدا ما را برای آن فراخت ** که به ما بتوان حقیقت را شناخت
- Eğer bu doğruluğumuz olmasaydı ne değerimiz olurdu; iyilerin yüzünü nasıl ağartırdık?” derler.
- این نباشد ما چه ارزیم ای جوان ** کی شویم آیین روی نیکوان
- Fakat sen, gönlüne Sinâ dağındaki Tanrı tecellisi vurduysa bile yine aynayı koynuna koy!”
- لیک در کش در نمد آیینه را ** گر تجلی کرد سینا سینه را
- Zeyd, “ Tanrı güneşi, ezeli güneş, hiç koltuğa sığar mı?
- گفت آخر هیچ گنجد در بغل ** آفتاب حق و خورشید ازل
- Aslı olmayan şeyleri de yırtar, yakar; koltuğu da. Önünde ne delilik kalır, ne akıllılık!” dedi.
- هم دغل را هم بغل را بر درد ** نه جنون ماند به پیشش نه خرد
- Peygamber dedi ki: “ Bir parmağını gözünün üstüne koydun mu... dünyayı güneşsiz görürsün. 3555
- گفت یک اصبع چو بر چشمی نهی ** بیند از خورشید عالم را تهی
- Bir parmak bile, aya perde oluyor. İşte bu padişahın ayıp örtücülüğüne alâmettir.
- یک سر انگشت پردهی ماه شد ** وین نشان ساتری الله شد
- Bu suretle bir nokta ( gibi olan parmak), cihanı örter; bir sürçme de güneşi küsufa uğratır.
- تا بپوشاند جهان را نقطهای ** مهر گردد منکسف از سقطهای
- Dudağını yum, denizin dibine bak. Tanrı, denizi, insana mahkûm etmiştir.
- لب ببند و غور دریایی نگر ** بحر را حق کرد محکوم بشر
- Nitekim Selsebîl ve Zencebîl ırmakları da Tanrı’nın cennete koyduğu kulların hükmü altındadır.
- همچو چشمهی سلسبیل و زنجبیل ** هست در حکم بهشتی جلیل
- Cennetin dört ırmağı bizim hükmümüzdedir. Fakat bu gücümüzden, kuvvetimizden değil...Tanrı emriyle böyledir. 3560
- چار جوی جنت اندر حکم ماست ** این نه زور ما ز فرمان خداست
- Bu ırmaklar, büyücülerin hükümlerine uyan büyüler gibi bizim hükmümüzdedir; onları nereye istersek oraya akıtırız.
- هر کجا خواهیم داریمش روان ** همچو سحر اندر مراد ساحران
- Bu akıp duran ve gönlün hükmü altında, canın fermanına tâbi bulunan iki göz çeşmesi gibi...
- همچو این دو چشمهی چشم روان ** هست در حکم دل و فرمان جان
- Gönül dilerse gözler; zehrin, yılanların bulunduğu tarafa gider; gönül dilerse baktığı şeylerden ibret alır.
- گر بخواهد رفت سوی زهر و مار ** ور بخواهد رفت سوی اعتبار
- Gönül dilerse görülen şeylere bakar; gönül dilerse örtülü , gizli şeylere akar.
- گر بخواهد سوی محسوسات رفت ** ور بخواهد سوی ملبوسات رفت
- Gönül dilerse, gözleri külliyat tarafına sevk eder; gönül dilerse cüziyatta hapseyler. 3565
- گر بخواهد سوی کلیات راند ** ور بخواهد حبس جزویات ماند
- Bu beş duygu da ( çeşmelerdeki lüleler, nasıl çeşmeye tâbi ise) aynı tarzda gönle tâbidir. Onun muradınca ve onun emrine göre iş görür.
- همچنین هر پنج حس چون نایزه ** بر مراد و امر دل شد جایزه
- Gönül ne tarafı işaret ederse beş duygu da eteklerini toplayıp o tarafa gider.
- هر طرف که دل اشارت کردشان ** میرود هر پنج حس دامن کشان
- Musa’nın elindeki sopa nasıl Musa’ya tâbi ise el, ayak da apaçık gönlün emrine tâbidir.
- دست و پا در امر دل اندر ملا ** همچو اندر دست موسی آن عصا
- Gönül isterse ayak, raksa girer, yahut yavaş yürürken hızlı yürümeye başlar.
- دل بخواهد پا در آید زو به رقص ** یا گریزد سوی افزونی ز نقص
- Gönül isterse el, parmaklarla hesaba girişir, yahut kitap yazar. 3570
- دل بخواهد دست آید در حساب ** با اصابع تا نویسد او کتاب
- El, gizli bir elin hükmündedir. O gizli el içerdedir, dışarıya teni dikmiş, kendisine onu vekil etmiştir.
- دست در دست نهانی مانده است ** او درون تن را برون بنشانده است
- Gönül dilerse el, düşmana bir ejderha kesilir. Gönül dilerse sevgiliye yardımcı olur.
- گر بخواهد بر عدو ماری شود ** ور بخواهد بر ولی یاری شود
- Gönül dilerse el, yemek için kepçedir, on batmanlık gürz.
- ور بخواهد کفچهای در خوردنی ** ور بخواهد همچو گرز ده منی
- Acaba gönül, bunlara ne söylüyor ki? Bu ne şaşılacak vuslat, bu ne gizli sebep!
- دل چه میگوید بدیشان ای عجب ** طرفه وصلت طرفه پنهانی سبب
- Gönül, acaba Süleyman Mührünü mü ele geçirdi ki bu beş duygunun yollarını istediği gibi işaret etmekte! 3575
- دل مگر مهر سلیمان یافته ست ** که مهار پنج حس بر تافته ست
- Beş zahirî duygu dışarıda kolayca onun mahkûmu olmuş, beş bâtınî duyguda içeride onun memuru...
- پنج حسی از برون میسور او ** پنج حسی از درون مأمور او
- On duygu bunlardan başka yedi endam... Daha da dille söylenmeyecek kadar çok kuvvetler... Gayri sen say.
- ده حس است و هفت اندام و دگر ** آن چه اندر گفت ناید میشمر
- Gönül mademki ululukta sen de bir Süleyman’sın... Parmağındaki saltanat yüzüğüyle perilere, şeytanlara hükmet!
- چون سلیمانی دلا در مهتری ** بر پری و دیو زن انگشتری
- Bu saltanatta hileye sapmazsan o üç şeytan, senin parmağından yüzüğü alamaz.
- گر در این ملکت بری باشی ز ریو ** خاتم از دست تو نستاند سه دیو
- Gayri adın, sanın, bütün dünyayı tutar. Cismin gibi iki cihan senin hükmüne uyar. 3580
- بعد از آن عالم بگیرد اسم تو ** دو جهان محکوم تو چون جسم تو
- Fakat şeytan elindeki yüzüğü alırsa padişahlık bitti, bahtın öldü demektir.
- ور ز دستت دیو خاتم را ببرد ** پادشاهی فوت شد بختت بمرد
- Tanrı kulları, eğer iş böyle olursa bundan böyle kıyamete kadar ancak ve ancak “ Ah hasretlik!” der, durursunuz.
- بعد از آن یا حسرتا شد یا عباد ** بر شما محتوم تا یوم التناد
- Hadi, tutalım, kendi hileni inkâr edersin; canını teraziyle aynadan nasıl kurtaracaksın?”
- مکر خود را گر تو انکار آوری ** از ترازو و آینه کی جان بری
- ”Getirdiğimiz turfanda meyveleri o yedi” diye kölelerle kapı yoldaşlarının, suçlarını Lokman’ın üstüne atmaları
- متهم کردن غلامان و خواجهتاشان مر لقمان را که آن میوههای ترونده که میآوردیم او خورده است
- Lokman, efendisinin hizmetinde bulunan köleler arasında hor, hakîr görünmekteydi.
- بود لقمان پیش خواجهی خویشتن ** در میان بندگانش خوار تن
- Efendi rahatça yesin, eğlensin diye kullarını meyve getirmek üzere bağa gönderdi. 3585
- میفرستاد او غلامان را به باغ ** تا که میوه آیدش بهر فراغ
- Lokman, kullar içinde, âdeta onlara tâbi bir kuldu. İçi mânalarla dolu, görünüşü gece gibi kapkaranlıktı.
- بود لقمان در غلامان چون طفیل ** پر معانی تیره صورت همچو لیل
- Köleler topladıkları meyveleri, tamah edip bir iyice yediler.
- آن غلامان میوههای جمع را ** خوش بخوردند از نهیب طمع را
- Efendilerine de “ Lokman yedi” dediler. Efendi, Lokman’a yüzünü ekşitti, ağır bir tavır takındı.
- خواجه را گفتند لقمان خورد آن ** خواجه بر لقمان ترش گشت و گران
- Lokman bunun sebebini araştırıp anlayınca efendisine dargın bir tarzda ağzını açıp.
- چون تفحص کرد لقمان از سبب ** در عتاب خواجهاش بگشاد لب
- “ Efendi; hain kul, Tanrı yanında, onun rızasını kazanmış bir kul olmaz. 3590
- گفت لقمان سیدا پیش خدا ** بندهی خاین نباشد مرتضا
- Ey kerem sahibi! Hepimizi imtihan et. Bize fazlasıyla sıcak su içir.
- امتحان کن جملهمان را ای کریم ** سیرمان در ده تو از آب حمیم
- Ondan sonra beni büyük bir sahraya çıkar. Sen atlı olarak koş, bizi de yaya olarak koştur.
- بعد از آن ما را به صحرایی کلان ** تو سواره ما پیاده میدوان