- Lokman, kullar içinde, âdeta onlara tâbi bir kuldu. İçi mânalarla dolu, görünüşü gece gibi kapkaranlıktı.
- بود لقمان در غلامان چون طفیل ** پر معانی تیره صورت همچو لیل
- Köleler topladıkları meyveleri, tamah edip bir iyice yediler.
- آن غلامان میوههای جمع را ** خوش بخوردند از نهیب طمع را
- Efendilerine de “ Lokman yedi” dediler. Efendi, Lokman’a yüzünü ekşitti, ağır bir tavır takındı.
- خواجه را گفتند لقمان خورد آن ** خواجه بر لقمان ترش گشت و گران
- Lokman bunun sebebini araştırıp anlayınca efendisine dargın bir tarzda ağzını açıp.
- چون تفحص کرد لقمان از سبب ** در عتاب خواجهاش بگشاد لب
- “ Efendi; hain kul, Tanrı yanında, onun rızasını kazanmış bir kul olmaz. 3590
- گفت لقمان سیدا پیش خدا ** بندهی خاین نباشد مرتضا
- Ey kerem sahibi! Hepimizi imtihan et. Bize fazlasıyla sıcak su içir.
- امتحان کن جملهمان را ای کریم ** سیرمان در ده تو از آب حمیم
- Ondan sonra beni büyük bir sahraya çıkar. Sen atlı olarak koş, bizi de yaya olarak koştur.
- بعد از آن ما را به صحرایی کلان ** تو سواره ما پیاده میدوان
- O zaman kötülük yapanı gör, sırları açan Tanrı’nın işlerini seyret” dedi.
- آن گهان بنگر تو بد کردار را ** صنعهای کاشف الاسرار را
- Efendi, kullara sâki oldu, sıcak suyu içirdi. Onlarda korkularından içtiler.
- گشت ساقی خواجه از آب حمیم ** مر غلامان را و خوردند آن ز بیم
- Sonra onları ovalarda koşturmaya başladı. Kullar aşağı yukarı koşup duruyorlardı. 3595
- بعد از آن میراندشان در دشتها ** میدویدندی میان کشتها
- Nihayet iyice yoruldular, kusmaya başladılar. İçtikleri su yedikleri meyvelerin hepsini çıkardı.
- قی در افتادند ایشان از عنا ** آب میآورد ز یشان میوهها
- Lokman’ın da gönlü bulandı, o da kustu. Fakat onun karnından halis su geldi.
- چون که لقمان را در آمد قی ز ناف ** میبرآمد از درونش آب صاف
- Lokman’ın hikmeti bunu göstermeyi bilirse, varlığın Rabbi olan Tanrı’nın hikmeti nelere kadir değildir?
- حکمت لقمان چو داند این نمود ** پس چه باشد حکمت رب الوجود
- Kıyamet gününde bütün sırlar çıkacak, bilinip görülecek. Sizin de bilinmesini istemediğiniz sır meydana çıktı.
- يوم تبلی، السرائر کلها ** بان منکم کامن لا یشتهی
- Sıcak suyu içtikleri gibi kendilerini rüsvay edecek sırları tamamı ile açığa vurulmuş oldu. 3600
- چون سقوا ماء حمیما قطعت ** جملة الأستار مما أفظعت
- Taş; ateşle sınanacağı ( ateş içinde parçalanıp yumuşayacağı, eriyebileceği) için kâfirler, ateşe atılırlar, onların azabı ateşle olur.
- نار از آن آمد عذاب کافران ** که حجر را نار باشد امتحان
- O taş gibi gönle biz kaç kereler yumuşak sözler söyledik, fakat öğüt almadı.
- آن دل چون سنگ را ما چند چند ** نرم گفتیم و نمیپذرفت پند
- Damarda da kötü yara olursa oraya kötü ilâç konur, eşeğin başına köpeğin dişi lâyıktır.
- ریش بد را داروی بد یافت رگ ** مر سر خر را سزد دندان سگ
- “Habîs olan şeyler habîsler içindir” hükmü bir hikmettir. Çirkine münasip olan çirkin eştir.
- الخبیثات الخبیثین حکمت است ** زشت را هم زشت جفت و بابت است
- Şu halde sen de hangi eşi dilersen yürü, onu al. Tanrı’da mahvol, onun sıfatlarını kazan! 3605
- پس تو هر جفتی که میخواهی برو ** محو و هم شکل و صفات او بشو
- Nur istersen nura istidat kazan; Tanrı’dan uzaklık istersen kendini gör, uzaklaş!
- نور خواهی مستعد نور شو ** دور خواهی خویش بین و دور شو
- Yok, eğer bu harap zindandan kurtulmaya bir yol istersen sevgiliden baş çekme, secde et de yaklaş!
- ور رهی خواهی ازین سجن خرب ** سر مکش از دوست و اسجد و اقترب
- Zeyd’in, Peygamber Sallâllahu Aleyhi Vesellem’e cevabı, bu hikâyenin sonu
- بقیهی قصهی زید در جواب رسول علیه السلام
- Bu sözün sonu yoktur. Zeyd; kalk, natıka Burak’ını bağla!
- این سخن پایان ندارد خیز زید ** بر براق ناطقه بر بند قید
- Söz söylemek kabiliyeti ayıbı açar; gayb perdelerini yırtar.
- ناطقه چون فاضح آمد عیب را ** میدراند پردههای غیب را
- Tanrı, nice yerlerde gaybı ister. Şu davulcuyu sür, yolu kapa. 3610
- غیب مطلوب حق آمد چند گاه ** این دهلزن را بران بر بند راه
- Atını hızlı sürme, yuları çek. Sırların gizli kalması, herkesin gizli zannından mesrur olması daha iyi.
- تک مران در کش عنان مستور به ** هر کس از پندار خود مسرور به
- Hak kendisinden ümit kesenlerin de bu ibadetten yüz çevirmemelerini istemektedir;
- حق همیخواهد که نومیدان او ** زین عبادت هم نگردانند رو
- Onlar da bir ümide kapılsınlar, birkaç gün o ümidin maiyetinde koşup dursunlar;
- هم به اومیدی مشرف میشوند ** چند روزی در رکابش میدوند
- Tanrı’nın merhameti herkese şâmil olduğundan diler ki o rahmet, herkesi aydınlatsın.
- خواهد آن رحمت بتابد بر همه ** بر بد و نیک از عموم مرحمه
- Her bey, her esir, ümit ve korkuyla Tanrı’dan çekinsin. 3615
- حق همیخواهد که هر میر و اسیر ** با رجا و خوف باشند و حذیر
- Bu ümit ve korku: herkes bu perdenin ardında beslenip yetişsin diye perde ardına girmiştir.
- این رجا و خوف در پرده بود ** تا پس این پرده پرورده شود
- Ümit ve korku perdesini yırttın mı... Gayb, bütün şâşâasıyla ortaya çıkar.
- چون دریدی پرده کو خوف و رجا ** غیب را شد کر و فری بر ملا
- Bir genç dere kıyısında balık tutan birisini görüp, “Bu balıkçı Süleyman olmalı” diye zanna düştü.
- بر لب جو برد ظنی یک فتا ** که سلیمان است ماهیگیر ما
- Süleyman’sa neden yalnız ve gizlenmiş; değilse nasıl oluyor da bu derece Süleyman’a benziyor?”
- گر وی است این از چه فرد است و خفی است ** ور نه سیمای سلیمانیش چیست
- Süleyman tekrar müstakil bir padişah oluncaya kadar gönlünde bu şüphe vardı. 3620
- اندر این اندیشه میبود او دو دل ** تا سلیمان گشت شاه و مستقل
- Dev, onun tahtından, diyarından yıkılıp gitti; baht kılıcı, o şeytanın kanını döktü.
- دیو رفت از ملک و تخت او گریخت ** تیغ بختش خون آن شیطان بریخت
- Yine yüzüğünü parmağına taktı dev ve peri askerlerini yine başına topladı.
- کرد در انگشت خود انگشتری ** جمع آمد لشکر دیو و پری
- Halk, seyretmek için tapuya geldiler, düşünceye kapılmış olan genç de onların arasına katılıp huzura vardı.
- آمدند از بهر نظاره رجال ** در میانشان آن که بد صاحب خیال
- Süleyman’ın parmağında yüzüğü görünce düşüncesi, kuruntusu tamamı ile geçti.
- چون در انگشتش بدید انگشتری ** رفت اندیشه و تحری یک سری
- Vehim, işin gizli, kapalı olduğu zamandadır. Bu araştırma görünmeyen şey içindir. 3625
- وهم آن گاه است کان پوشیده است ** این تحری از پی نادیده است
- Ortada olmayan şeyin kuruntusu, büyüdükçe büyür. Fakat gaypta olana şey, meydana çıktı mı, kuruntu geçer.
- شد خیال غایب اندر سینه زفت ** چون که حاضر شد خیال او برفت
- Nurlu gökyüzü yağışsız olmaz ama kara yeryüzü de nebatatı yetiştirmeden vazgeçmez.
- گر سمای نور بیباریده نیست ** هم زمین تار بیبالیده نیست
- Bana gayba iman edenler gerek... Onun için bu fâni konağın penceresini örttüm.
- يؤمنون بالغيب میباید مرا ** ز آن ببستم روزن فانی سرا
- Nasıl izhar eder de gökleri yarar, açarım; eğer hakikatleri meydana korsam, nasıl “ Bunda bir ayıp, bir noksan gördün mü?” diyebilirim?
- چون شکافم آسمان را در ظهور ** چون بگویم هل تری فیها فطور
- Bu karanlıkta arayıp taradıkça herkes, yüzünü bir tarafa çevirir; 3630
- تا در این ظلمت تحری گسترند ** هر کسی رو جانبی میآورند
- İşler bir zaman aksine gider; hırsız, polisi dar ağacına sürükler...
- مدتی معکوس باشد کارها ** شحنه را دزد آورد بر دارها
- Böylece bir nice sultan, bir nice yüce himmetli, bir müddet kendi kuluna kul olur.
- تا که بس سلطان و عالی همتی ** بندهی بندهی خود آید مدتی
- Kul, efendisinin huzurunda değilken de kulluğunu korur, itaatten çıkmazsa bu kulluk iyi ve hoş bir kulluktur.
- بندگی در غیب آید خوب و گش ** حفظ غیب آید در استعباد خوش
- Bu padişahın önünde onu öğen kişi nerede, padişah yokken bile ondan utanıp çekinen nerede.
- کو که مدح شاه گوید پیش او ** تا که در غیبت بود او شرم رو
- Memleket ucunda, padişahtan saltanat sayesinden uzak bir kale dizdarı; 3635
- قلعه داری کز کنار مملکت ** دور از سلطان و سایهی سلطنت