- Onu Hıristiyanların oturdukları tarafa sürdü. Vezir de ondan sonra halkı davete başladı.
- راند او را جانب نصرانیان ** کرد در دعوت شروع او بعد از آن
- Hıristiyanların vezirin hilesine inanmaları
- قبول کردن نصارا مکر وزیر را
- Yüz binlerce Hıristiyan, azar azar onun etrafına toplandı.
- صد هزاران مرد ترسا سوی او ** اندک اندک جمع شد در کوی او
- O, onlara gizlice İncil’in, zünnarın ve namazın sırrını anlatmaktaydı.
- او بیان میکرد با ایشان به راز ** سر انگلیون و زنار و نماز
- Görünüşte din hükümlerini anlatıyordu; fakat bu anlatış, hakikatte onları avlamak için ıslık ve tuzaktı. 365
- او به ظاهر واعظ احکام بود ** لیک در باطن صفیر و دام بود
- Bunun için (gizli hileyi anlamak müşkül olduğundan) bazı Eshab, Peygamber’den, azgın ve hilekâr nefsin hilesini sorarlar;
- بهر این بعضی صحابه از رسول ** ملتمس بودند مکر نفس غول
- “ Nefis, ibadetlere ve candan gelen ihlâsa gizli garezlerden ne karıştırır?” derlerdi.
- کاو چه آمیزد ز اغراض نهان ** در عبادتها و در اخلاص جان
- Peygamber’den ibadetin faziletini ve sevabını arayıp sormazlar; ”Apaçık ayıp hangisidir?” diye kötü huyları sorarlardı.
- فضل طاعت را نجستندی از او ** عیب ظاهر را بجستندی که کو
- Gülü, kerevizden fark edercesine kıldan kıla, zerreden zerreye nefis hilesini tanır, bilirlerdi.
- مو به مو و ذره ذره مکر نفس ** میشناسیدند چون گل از کرفس
- Eshab’ın kılı kırk yaranları, umumiyetle o vaiz ve beyana hayran olurlardı. 370
- موشکافان صحابه هم در آن ** وعظ ایشان خیره گشتندی به جان
- Hıristiyanların vezire uymaları
- متابعت نصارا وزیر را
- Hıristiyanlar tamamıyla ona gönül verdiler. Zaten avamın taklidinin kuvveti ne olabilir ki?
- دل بدو دادند ترسایان تمام ** خود چه باشد قوت تقلید عام
- Kalplerinin içine onun muhabbetini ektiler, onu İsa’nın halifesi sandılar.
- در درون سینه مهرش کاشتند ** نایب عیساش میپنداشتند
- O ise hakikatte tek gözlü melun Deccâl’dı. Ey Tanrı, feryadımıza yetiş; sen ne güzel yardımcısın!
- او به سر دجال یک چشم لعین ** ای خدا فریادرس نعم المعین
- Ey Tanrı, yüz binlerce tuzak ve yem var, bizler de yemsiz kalmış halis kuşlar gibiyiz.
- صد هزاران دام و دانه ست ای خدا ** ما چو مرغان حریص بینوا
- Her an yeni bir tuzağa tutuluyoruz, istersek her birimiz, birer doğan ve simurg olalım. 375
- دمبهدم ما بستهی دام نویم ** هر یکی گر باز و سیمرغی شویم
- Sen bizi her zaman tuzaktan kurtarmaktasın. Ey gani ve müstağnî Tanrı, biz yine bir tuzağa doğru gitmekteyiz!
- میرهانی هر دمی ما را و باز ** سوی دامی میرویم ای بینیاز
- Biz bu ambarda buğday biriktirmede, toplanan buğdayı yine kaybetmekteyiz.
- ما در این انبار گندم میکنیم ** گندم جمع آمده گم میکنیم
- Biz, bu vahşi mahlûklar topluluğu, düşünmüyoruz ki buğdayın noksanlaşması farenin hilesindendir.
- مینیندیشیم آخر ما به هوش ** کین خلل در گندم است از مکر موش
- Fare, ambarımızı deldikçe, hilesinden ambar harap olmuştur.
- موش تا انبار ما حفره زده ست ** وز فنش انبار ما ویران شده ست
- Ey can, önce farenin şerrini defet, sonra buğday biriktirmeye çalış, çabala! 380
- اول ای جان دفع شر موش کن ** وانگهان در جمع گندم جوش کن
- O büyükler büyüğünün haberlerinden birini dinle: “Huzuru kalb olmadıkça namaz tamam olmaz.”
- بشنو از اخبار آن صدر الصدور ** لا صلاة تم الا بالحضور
- Eğer bizim ambarımızda hırsız bir fare yoksa kırk yıllık ibadet buğdayı nerde?
- گر نه موشی دزد در انبار ماست ** گندم اعمال چل ساله کجاست
- Her günlük azar azar sadıkane ibadet taneleri niçin bu ambarımızda toplanmıyor?
- ریزه ریزه صدق هر روزه چرا ** جمع میناید در این انبار ما
- Çakmak demirinden birçok ateş yıldızı sıçradı, o yanmış gönül, onları kabul edip çekti.
- بس ستارهی آتش از آهن جهید ** و ان دل سوزیده پذرفت و کشید
- Ama karanlıkta bir hırsız, gizlice kıvılcımlara parmak basmakta. 385
- لیک در ظلمت یکی دزدی نهان ** مینهد انگشت بر استارگان
- Onları, felekte bir çırağ parlamasın diye, birer birer söndürmekte.
- میکشد استارگان را یک به یک ** تا که نفروزد چراغی از فلک
- Bir adımda binlerce tuzak olsa, sen bizimle oldukça hiç gam yok!
- گر هزاران دام باشد در قدم ** چون تو با مایی نباشد هیچ غم
- Her gece ten tuzağından ruhları kurtarmakta, tahtaları sökmektesin.
- هر شبی از دام تن ارواح را ** میرهانی میکنی الواح را
- Ruhlar, her gece bu kafesten kurtulurlar, ne kimsenin hâkimi, ne de mahkûmu olmayarak feragate ulaşırlar.
- میرهند ارواح هر شب زین قفس ** فارغان، نه حاکم و محکوم کس
- Geceleyin zindandakilerin zindandan haberleri yoktur, sultana mensup davetliler, geceleyin devletten haberdar değildirler. 390
- شب ز زندان بیخبر زندانیان ** شب ز دولت بیخبر سلطانیان
- Ne gam var, ne kâr ve ne zarar düşüncesi. Ne bu filân kadının hayali, ne o filân erkeğin kuruntusu!
- نه غم و اندیشهی سود و زیان ** نه خیال این فلان و آن فلان
- Arifin hali, uyanıkken de budur, Tanrı ”onlar uykudadırlar” dedi, bunu inkâr etme.
- حال عارف این بود بیخواب هم ** گفت ایزد هم رقود زین مرم
- Onlar, gece gündüz dünya ahvalinden uykudadırlar; Rabb’in elinde evirip çevirdiği kalem gibidirler.
- خفته از احوال دنیا روز و شب ** چون قلم در پنجهی تقلیب رب
- Yazı esnasında eli görmeyen kimse, kalemin hareketini, kalemden sanır.
- آن که او پنجه نبیند در رقم ** فعل پندارد به جنبش از قلم
- Tanrı, arifin bu halinden halka pek az bir miktarını gösterdi; halkı ise hisse mensup uyku kapladı (gaflete dalıp arifi anlamadılar). 395
- شمهای زین حال عارف وانمود ** خلق را هم خواب حسی در ربود
- Onların canı: sırrına akıl almaz sahraya gitti. Ruhları da istirahatte, bedenleri de.
- رفته در صحرای بیچون جانشان ** روحشان آسوده و ابدانشان
- Sonra tekrar bir ıslıkla onları tuzağa çeker, hepsini teklif kaydine düşürürsün.
- وز صفیری باز دام اندر کشی ** جمله را در داد و در داور کشی
- Sabahı zuhura getiren, İsrafil gibi, herkesi o diyardan suret âlemine getirir;
- فالق الإصباح اسرافیلوار ** جمله را در صورت آرد ز ان دیار
- Yayılmış ruhları cisim yapar, her cismi de tekrar gebe bırakır.
- روحهای منبسط را تن کند ** هر تنی را باز آبستن کند
- Can atlarını eğersiz kor; bu, “uyku ölümün kardeşidir” sırrıdır. 400
- اسب جانها را کند عاری ز زین ** سر النوم اخ الموت است این
- Fakat gündüzün geri gelmeleri için ayaklarını uzun bir bağla bağlar.
- لیک بهر آن که روز آیند باز ** بر نهد بر پایشان بند دراز
- Ta ki o çayırdan, onu geri çeke ve otlaktan yine yük altına getire.
- تا که روزش واکشد ز ان مرغزار ** وز چراگاه آردش در زیر بار
- Keşki Eshâb-ı Kehf gibi yahut Nuh’un gemisi gibi bu ruhu koruyaydı.
- کاش چون اصحاب کهف این روح را ** حفظ کردی یا چو کشتی نوح را
- Da bu fikir, bu göz ve kulak; şu uyanıklık ve akıl tufanından kurtulaydı.
- تا از این طوفان بیداری و هوش ** وارهیدی این ضمیر چشم و گوش
- Dünyada nice Eshab-ı Kehf vardır ki bu zamanda senin yanı başında ve önündedir. 405
- ای بسی اصحاب کهف اندر جهان ** پهلوی تو پیش تو هست این زمان
- Mağara da, dost da onunla terennüm etmektir. Ne fayda, senin gözünde ve kulağında mühür var?
- غار با او یار با او در سرود ** مهر بر چشم است و بر گوشت چه سود
- Halifenin Leylâ’yı görmesi
- قصهی دیدن خلیفه لیلی را
- Halife, Leylâ’ya dedi ki: ”Sen o musun ki Mecnun, senin aşkından perişan oldu ve kendini kaybetti.
- گفت لیلی را خلیفه کان توی ** کز تو مجنون شد پریشان و غوی
- Sen başka güzellerden güzel değilsin. ” Leyla, “Sus, çünkü sen Mecnun değilsin” diye cevap verdi.
- از دگر خوبان تو افزون نیستی ** گفت خامش چون تو مجنون نیستی
- Uyanık olan daha ziyade uykudadır. Onun uyanıklığı uykusundan beterdir.
- هر که بیدار است او در خوابتر ** هست بیداریش از خوابش بتر
- Canımız Hak ile uyanık olmazsa uyanıklık, bizim için iki dağ arasındaki boğaz ve geçit gibidir. 410
- چون به حق بیدار نبود جان ما ** هست بیداری چو در بندان ما
- Canın; her gün hayalin tekmesini yemeden, ziyandan, faydadan, elden çıkarma, kaybetme korkusundan.
- جان همه روز از لگدکوب خیال ** وز زیان و سود وز خوف زوال