- Senin düşmanın kimlerdir? Bilmiyorsun. Ateşten yaratılanlar, topraktan yaratılmışların varlığına düşmandır.
- تو نمیدانی که خصمانت کیاند ** ناریان خصم وجود خاکیاند
- Ateş suyun ve oğullarının düşmanıdır. Nitekim su da ateşin canına düşmandır. 3695
- نار خصم آب و فرزندان اوست ** همچنان که آب خصم جان اوست
- Suyun ve çocuklarının düşmanı olduğundan su da ateşi öldürür, söndürür.
- آب آتش را کشد زیرا که او ** خصم فرزندان آب است و عدو
- Bütün bunlardan sonra ( şunu da bil ki) bu ateş, şehvet ateşidir, günahın suçun aslı ondadır.
- بعد از آن این نار نار شهوت است ** کاندر او اصل گناه و زلت است
- Dış âlemdeki ateşi su söndürür. Fakat şehvet ateşi kıyamete kadar sürüp gider.
- نار بیرونی به آبی بفسرد ** نار شهوت تا به دوزخ میبرد
- Şehvet ateşi, su ile sakin olmaz. Çünkü azap ve elem bakımından cehennem tabiatlıdır.
- نار شهوت مینیارامد به آب ** ز انکه دارد طبع دوزخ در عذاب
- Şehvet ateşine ne çare var? Din nuru. Müminler ;nurunuz kâfirlerin ateşini söndürdü. 3700
- نار شهوت را چه چاره نور دین ** نورکم اطفاء نار الکافرین
- Bu ateşi ne söndürür? Tanrı nuru. Bu hususta İbrahim’in nurunu kendine usta yap.
- چه کشد این نار را نور خدا ** نور ابراهیم را ساز اوستا
- Ki öd ağacına benzeyen bu cismin, Nemrut gibi olan nefis ateşinden kurtulsun!
- تا ز نار نفس چون نمرود تو ** وارهد این جسم همچون عود تو
- Şehvet ateşi yanmakla eksilip bitmez. Yanmakla güzelce eksilir, nihayet yok olur.
- شهوت ناری به راندن کم نشد ** او به ماندن کم شود بیهیچ بد
- Bir ateşe odun attıkça o ateş nereden sönecek?
- تا که هیزم مینهی بر آتشی ** کی بمیرد آتش از هیزم کشی
- Fakat odun atmazsan söner. Çünkü bu çekinme ateşe su serper. 3705
- چون که هیزم باز گیری نار مرد ** ز انکه تقوی آب سوی نار برد
- Yüzüne, kalplerin haramdan çekinmesinden kızıllık süren kişinin güzel yüzü, hiç ateşten kararır mı?
- کی سیه گردد ز آتش روی خوب ** کاو نهد گلگونه از تقوی القلوب
- Tanrı ondan razı olsun, Ömer zamanında şehre ateş düşmesi
- آتش افتادن در شهر به ایام عمر
- Ömer’in zamanında bir yangın oldu. Ateş, taşları bile kuru ağaç gibi yakmaktaydı.
- آتشی افتاد در عهد عمر ** همچو چوب خشک میخورد او حجر
- Yapıları, evleri yakmağa, hatta kuşların kanatlarını ve yuvalarını bile tutuşturmağa başladı.
- در فتاد اندر بنا و خانهها ** تا زد اندر پر مرغ و لانهها
- Alevler şehrin yarısını sardı. Su bile ondan korkmakta, şaşırmaktaydı!
- نیم شهر از شعلهها آتش گرفت ** آب میترسید از آن و میشگفت
- Akıllı kişiler, ateşe kovalarla su ve sirke döküyorlar. 3710
- مشکهای آب و سرکه میزدند ** بر سر آتش کسان هوشمند
- Yangın inada gelip alevini artırıyordu. Ona Tanrı yardım etmekteydi.
- آتش از استیزه افزون میشدی ** میرسید او را مدد از بیحدی
- Halk Ömer’e yüz tuttular, koşa koşa gidip “Yangınımız suyla sönmüyor?” dediler.
- خلق آمد جانب عمر شتاب ** کاتش ما مینمیرد هیچ از آب
- Ömer “O yangın, Tanrı alâmetlerindendir. Sizin hasislik ateşinizden bir şûledir.
- گفت آن آتش ز آیات خداست ** شعلهای از آتش بخل شماست
- Suyu bırakın yoksullara ekmek dağıtın. Eğer bana tâbi iseniz hasisliği terk edin” dedi.
- آب بگذارید و نان قسمت کنید ** بخل بگذارید اگر آل منید
- Halk, Ömer’e “ Bizim kapılarımız açık. Cömert kişileriz, mürüvvet ehliyiz, dediler. 3715
- خلق گفتندش که در بگشودهایم ** ما سخی و اهل فتوت بودهایم
- Ömer dedi ki: “ Siz, âdet olduğu için yoksullara ekmek verdiniz, Tanrı için eli açık olmadınız.
- گفت نان در رسم و عادت دادهاید ** دست از بهر خدا نگشادهاید
- Öğünmek, görünmek, nazlanmak için cömertlik etmektesiniz; korkudan. Tanrı’dan çekinmeden, ona niyaz etme yüzünden değil!”
- بهر فخر و بهر بوش و بهر ناز ** نه از برای ترس و تقوی و نیاز
- Mal tohumdur, her çorak yere ekmek; kılıcı her yol vurucunun eline verme!
- مال تخم است و به هر شوره منه ** تیغ را در دست هر ره زن مده
- Din ehlini kin ehlinden ayırt et; Hakla oturanı ara, onunla otur!
- اهل دین را باز دان از اهل کین ** همنشین حق بجو با او نشین
- Herkes, kendi kavmine ( meşrebine uygun kimselere) cömertlik gösterip mal, mülk verir, Nâdan kişi de bu suretle bir iş yaptım sanır. 3720
- هر کسی بر قوم خود ایثار کرد ** کاغه پندارد که او خود کار کرد
- Düşmanın, Ali –Keremallahu vechehunun yüzü- ne tükermesi üzerine Emîr-ül Müminîn Ali’nin elinden kılıcı atması
- خدو انداختن خصم در روی امیر المؤمنین علی علیه السلام و انداختن علی شمشیر را از دست
- İbadetteki ihlâsı Ali’den öğren, Tanrı aslanını hilelerden arınmış bil.
- از علی آموز اخلاص عمل ** شیر حق را دان مطهر از دغل
- Savaşta bir yiğiti atletti, hemen kılıcını çekip üstüne saldırdı.
- در غزا بر پهلوانی دست یافت ** زود شمشیری بر آورد و شتافت
- O, her peygamberin, her velînin öğündüğü Ali’nin yüzüne tükürdü.
- او خدو انداخت در روی علی ** افتخار هر نبی و هر ولی
- Bir yüze tükürdü ki ay, secde yerinde o yüze secde eder.
- آن خدو زد بر رخی که روی ماه ** سجده آرد پیش او در سجدهگاه
- Ali, derhal kılıcı elinden attı, onunla savaşmadan vazgeçti. 3725
- در زمان انداخت شمشیر آن علی ** کرد او اندر غزایش کاهلی
- O savaşçı er, bu işe, bu yersiz af ve merhamete şaşıp kaldı.
- گشت حیران آن مبارز زین عمل ** وز نمودن عفو و رحمت بیمحل
- Dedi ki: “Bana keskin kılıcını kaldırmıştın, neden kılıcı indirdin ve beni bıraktın?
- گفت بر من تیغ تیز افراشتی ** از چه افکندی مرا بگذاشتی
- Benimle savaşmadan daha âlâ ne gördün de beni avlamadan vazgeçtin?
- آن چه دیدی بهتر از پیکار من ** تا شدی تو سست در اشکار من
- Ne gördün ki bu derecede kızgınken kızgınlığın yatıştı; böyle bir şimşek çaktı, sonra sönüverdi?
- آن چه دیدی که چنین خشمت نشست ** تا چنان برقی نمود و باز جست
- Ne gördün? O gördüğün şeyin aksi bana da vurdu; gönlümde, canımda bir şûle parladı. 3730
- آن چه دیدی که مرا ز آن عکس دید ** در دل و جان شعله ای آمد پدید
- Kevinden, mekândan yüce, candan daha iyi neydi o gördüğün ki bize can bağışladı?
- آن چه دیدی برتر از کون و مکان ** که به از جان بود و بخشیدیم جان
- Yiğitlikte Tanrı aslanasın, mürüvvette kimsin, bunu kim bilir?
- در شجاعت شیر ربانی ستی ** در مروت خود که داند کیستی
- Mürüvvette Tih sahrasında Musa’nın bulutusun. O bulutta eşi görülmemiş nimetler, ekmekler yağar.”
- در مروت ابر موسایی به تیه ** کآمد از وی خوان و نان بیشبیه
- Bu bulutlar, çalışıp çabalar, buğday bitirirler. Halk onu pişirip bal gibi tatlı bir hale koyarl.
- ابرها گندم دهد کان را به جهد ** پخته و شیرین کند مردم چو شهد
- Halbuki Musa’nın bulutu rahmet kanadını açar, halka zahmetsizce pişmiş ve tatlı nimetler verir. 3735
- ابر موسی پر رحمت بر گشاد ** پخته و شیرین بیزحمت بداد
- O bulutun rahmeti, kerem sofrasında pişmiş yemek yiyenler için âlemde bayrak açmıştır.
- از برای پخته خواران کرم ** رحمتش افراشت در عالم علم
- O vergi ve o ihsan, niyaz ehlinden tam kırk yıl, bir gün bile eksik olmadı.
- تا چهل سال آن وظیفه و آن عطا ** کم نشد یک روز از آن اهل رجا
- Nihayet onlar, bayağılıklarından kalkıp pırasa, tere ve marul istediler; onun üzerine kesildi.
- تا هم ایشان از خسیسی خاستند ** گندنا و تره و خس خواستند
- Ahmed’in yüce ümmeti için o yemek kıyamete kadar bakidir.
- امت احمد که هستند از کرام ** تا قیامت هست باقی آن طعام
- Peygamber’in “Rabbime misafir olurum” demesi ortalığa yayılınca, “O beni doyurur, su verir” sözü, bu mânevi yemekten kinaye oldu. 3740
- چون ابیت عند ربی فاش شد ** یطعم و یسقی کنایت زاش شد
- Bunu, hiç tevil etmeden kabul et ki boğazına bal ve süt gibi lezzetli gelsin.
- هیچ بیتاویل این را در پذیر ** تا در آید در گلو چون شهد و شیر
- Çünkü tevil ihsan edilen şeyi geri vermektir. Çünkü tevilci hakikatı hata görür.
- ز آن که تاویل است وا داد عطا ** چون که بیند آن حقیقت را خطا
- Halbuki bu hata görmesi, aklının zayıflığındandır. Akl-ı Küll içtir, Akl-ı Cüz’i ise deridir.
- آن خطا دیدن ز ضعف عقل اوست ** عقل کل مغز است و عقل جزو پوست