English    Türkçe    فارسی   

1
3842-3891

  • Cefa edene bile böyle muamelede bulunur, aleyhime ayak atanların ayağına bile bu çeşit baş korsam,
  • مر جفاگر را چنینها می‌‌دهم ** پیش پای چپ چه سان سر می‌‌نهم‌‌
  • Vefa edene ne bağışlarım? Anla! Cennetlerde ebedî mülkler ihsan ederim
  • پس وفاگر را چه بخشم تو بدان ** گنجها و ملکهای جاودان‌‌
  • Peygamber Aleyhisselâm’ın Emîr-ül Müminîn Ali –Kerremallâhu Vechehu- nun seyisinin kulağına “Ali’nin şahadeti senin elinle olacak, sana haber veriyorum” demesi
  • گفتن پیغامبر علیه السلام به گوش رکابدار امیر المؤمنین علی علیه السلام که کشتن علی بر دست تو خواهد بودن خبرت کردم‌‌
  • Ben öyle bir erim ki kanlıma, katilime bile lûtuf şerbetim, kahır zehri olmadı.
  • من چنان مردم که بر خونی خویش ** نوش لطف من نشد در قهر نیش‌‌
  • Peygamber, hizmetkârımın kulağına, bu başımı boynumdan onun ayıracağını söyledi. 3845
  • گفت پیغمبر به گوش چاکرم ** کاو برد روزی ز گردن این سرم‌‌
  • Peygamber, sevgilinin vahyiyle nihayet ölümümün onun eliyle olacağını haber verdi.
  • کرد آگه آن رسول از وحی دوست ** که هلاکم عاقبت بر دست اوست‌‌
  • O, daima “ Beni önce öldür de benden bu kötü ve yanlış iş zuhur etmesin” demekte;
  • او همی‌‌گوید بکش پیشین مرا ** تا نیاید از من این منکر خطا
  • Ben de “Mademki ölümüm senden olacak, ben kaza ve kadere karşı nasıl hile edebilirim?” demekteyim.
  • من همی‌‌گویم چو مرگ من ز تست ** با قضا من چون توانم حیله جست‌‌
  • O, daima önümde yerlere kapanarak “Ey Kerem sahibi, beni Tanrı hakkı için ikiye böl,
  • او همی‌‌افتد به پیشم کای کریم ** مر مرا کن از برای حق دو نیم‌‌
  • Ki bu kötü akıbete uğramayayım. Bu yüzden canım yanmasın” der; 3850
  • تا نیاید بر من این انجام بد ** تا نسوزد جان من بر جان خود
  • Ben de daima “Yürü, git. Kader kalemi, bunu yazdı, yazının mürekkebi de kurudu. Olan oldu. Kader kaleminden nice bayraklar, baş aşağı olur.
  • من همی‌‌گویم برو جف القلم ** ز آن قلم بس سر نگون گردد علم‌‌
  • Gönlümde, sana hiçbir düşmanlık yok. Çünkü bunu, ben senden bilmiyorum ki.
  • هیچ بغضی نیست در جانم ز تو ** ز آن که این را من نمی‌‌دانم ز تو
  • Sen Tanrı aletisin; yapan, Tanrı’nın eli. Hakkın aletini nasıl kınayayım, Hakkın aletine nasıl itiraz edeyim?” derim
  • آلت حقی تو فاعل دست حق ** چون زنم بر آلت حق طعن و دق‌‌
  • O, “Öyle ise kısas niçin?” dedi. Ali cevap verdi: “ O da Hak’tan, o da gizli bir sır.
  • گفت او پس آن قصاص از بهر چیست ** گفت هم از حق و آن سر خفی است‌‌
  • Eğer Tanrı, kendi yaptığı işe itiraz ederse bu itiraz yüzünden bağlar, bahçeler yeşertir. 3855
  • گر کند بر فعل خود او اعتراض ** ز اعتراض خود برویاند ریاض‌‌
  • Kendi yaptığı işe itiraz, ancak onun kârıdır. Çünkü kahırda da tektir, lûtufta da.
  • اعتراض او را رسد بر فعل خود ** ز آن که در قهر است و در لطف او احد
  • Bu hâdiseler şehrinde bey odur, memleketlerde tedbir onundur,
  • اندر این شهر حوادث میر اوست ** در ممالک مالک تدبیر اوست‌‌
  • Aletini kırarsa kırılanı tekrar iyileştirebilir.”
  • آلت خود را اگر او بشکند ** آن شکسته گشته را نیکو کند
  • Ulu kişi, “ Hiçbir âyeti değiştirmedik ki ardından daha hayırlısını getirmeyelim” remzini bil.
  • رمز ننسخ آیه او ننسها ** نأت خیرا در عقب می‌‌دان مها
  • Tanrı hangi şeriatın hükmünü kaldırdıysa âdeta otu yoldu, yerine gül bitirdi demektir. 3860
  • هر شریعت را که حق منسوخ کرد ** او گیا برد و عوض آورد ورد
  • Gece, gündüz meşguliyetini giderir, bitirir. Akıl ermeyen şu uykuya bak!
  • شب کند منسوخ شغل روز را ** بین جمادی خرد افروز را
  • Sonra tekrar gündüzün nuruyla gece ortadan kalkar, bu suretle de o yalımlı ateş yüzünden donukluk, uyku yanar, gider.
  • باز شب منسوخ شد از نور روز ** تا جمادی سوخت ز آن آتش فروز
  • O uyku, o duygusuzluk zulmettir ama abıhayat, zulmette değil mi?
  • گر چه ظلمت آمد آن نوم و سبات ** نی درون ظلمت است آب حیات‌‌
  • Akıllar, o zulmetle tazelenmiyor mu? Hanendenin bestedeki duraklaması sese kuvvet vermiyor mu?
  • نی در آن ظلمت خردها تازه شد ** سکته‌‌ای سرمایه‌‌ی آوازه شد
  • Zıtlar, zıtlardan zuhur etmekte... Tanrı, kalpte ki süveydada daimi bir nur yarattı. 3865
  • که ز ضدها ضدها آمد پدید ** در سویدا روشنایی آفرید
  • Peygamberin savaşı sulha sebep oldu. Bu âhir zamandaki sulh o savaş yüzündendir.
  • جنگ پیغمبر مدار صلح شد ** صلح این آخر زمان ز آن جنگ بد
  • O gönüller alan sevgili ( Peygamber), âlemdekilerin başları aman bulsun diye yüz binlerce baş kesti.
  • صد هزاران سر برید آن دلستان ** تا امان یابد سر اهل جهان‌‌
  • Bahçıvan, fidan yücelsin, meyve versin diye muzır dalları budar.
  • باغبان ز آن می‌‌برد شاخ مضر ** تا بیابد نخل قامتها و بر
  • Sanatını bilen bahçıvan, bahçe ve meyve gelişsin diye bahçedeki otları yolar.
  • می‌‌کند از باغ دانا آن حشیش ** تا نماید باغ و میوه خرمیش‌‌
  • Sevgilinin ağrıdan, hastalıktan kurtulması için hekim, çürük dişi çekip çıkarır. 3870
  • می‌‌کند دندان بد را آن طبیب ** تا رهد از درد و بیماری حبیب‌‌
  • Noksanlarda nice fazlalıklar var. Şehitlere hayat yokluktadır.
  • بس زیادتها درون نقصهاست ** مر شهیدان را حیات اندر فناست‌‌
  • Rızk yiyen boğaz kesildi mi “Onlar Rablerinden rızıklanır, ferahlarlar” nimeti hazmedilir.
  • چون بریده گشت حلق رزق خوار ** یرزقون فرحین شد گوار
  • Hayvanın boğazı kesilince insanın boğazı gelişir. O hayvan, insan vücuduna girer, insan olur, fazileti artar.
  • حلق حیوان چون بریده شد به عدل ** حلق انسان رست و افزون گشت فضل‌‌
  • İnsanın boğazı kesilirse ne olur, fazileti ne dereceye varır? Artık agâh ol da onu bununla mukayese et.
  • حلق انسان چون ببرد هین ببین ** تا چه زاید کن قیاس آن بر این‌‌
  • Öyle bir üçüncü boğaz doğar ki o, Tanrı şerbetiyle, Tanrı nurlarıyla beslenir, gelişir. 3875
  • حلق ثالث زاید و تیمار او ** شربت حق باشد و انوار او
  • Kesilen boğaz, bu şerbeti içer ama “Lâ” dan kurtulmuş “Belâ” da ölmüş boğaz!
  • حلق ببریده خورد شربت ولی ** حلق از لا رسته مرده در بلی‌‌
  • Ey kısa parmaklı, himmeti kesik kişi! Ne vakte dek canının hayatı ekmek olacak?
  • بس کن ای دون همت کوته بنان ** تا کی‌‌ات باشد حیات جان به نان‌‌
  • Beyaz ekmek için yüzsuyu döktüğünden dolayı söğüt ağacı gibi meyven yok!
  • ز آن نداری میوه‌‌ای مانند بید ** کآبرو بردی پی نان سپید
  • Duygu canı, bu ekmeğe sabredemiyorsa kimyayı elde et de bakırı altın yap!
  • گر ندارد صبر زین نان جان حس ** کیمیا را گیر و زر گردان تو مس‌‌
  • Elbiseyi yıkamak istiyorsan bez yıkayanların mahallesinden yüz çevirme! 3880
  • جامه شویی کرد خواهی ای فلان ** رو مگردان از محله‌‌ی گازران‌‌
  • Ekmek orucunu bozduysa kırıkçıya yapış, yücel!
  • گر چه نان بشکست مر روزه‌‌ی ترا ** در شکسته بند پیچ و برتر آ
  • Onun eli, mademki kırıkları sarar, iyileştirir... Şu halde onun kırması şüphe yok ki yapmaktır.
  • چون شکسته بند آمد دست او ** پس رفو باشد یقین اشکست او
  • Fakat sen kırarsan der ki: “Gel yap bakalım.” Elin ayağın yok ki yapamazsın.
  • گر تو آن را بشکنی گوید بیا ** تو درستش کن نداری دست و پا
  • Şu halde kırmak, kırığı sarıp iyileştiren adamın hakkıdır.
  • پس شکستن حق او باشد که او ** مر شکسته گشته را داند رفو
  • Dikmeyi bilen yırtmayı da bilir. Neyi satarsa yerine daha iyisini alır. 3885
  • آن که داند دوخت او داند درید ** هر چه را بفروخت نیکوتر خرید
  • Evi yıkar, hâk ile yeksan eder; fakat bir anda da daha mamur bir hale getirir.
  • خانه را ویران کند زیر و زبر ** پس به یک ساعت کند معمورتر
  • Bir bedenden baş kesti mi yerine derhal yüz binlerce baş izhar eder.
  • گر یکی سر را ببرد از بدن ** صد هزاران سر بر آرد در زمن‌‌
  • Canilere kısas emretmese, yahut “Kısasta hayat var” demeseydi,
  • گر نفرمودی قصاصی بر جناة ** یا نگفتی فی القصاص آمد حیات‌‌
  • Kimin haddi vardı ki kendiliğinden, Tanrı hükmüne esir olmuş bir kişiye kılıç vurabilsin!
  • خود که را زهره بدی تا او ز خود ** بر اسیر حکم حق تیغی زند
  • Çünkü Tanrı, kimin gözünü açmışsa o adam bilir ki katil, takdirin esiridir. 3890
  • ز آن که داند هر که چشمش را گشود ** کآن کشنده سخره‌‌ی تقدیر بود
  • O takdir kimin boynuna geçmişse kendi oğlunun başına bile kılıç vurmuştur.
  • هر که را آن حکم بر سر آمدی ** بر سر فرزند هم تیغی زدی‌‌