- O gök ve sarı camı kır da eri ve tozu gör!
- بشکن آن شیشهی کبود و زرد را ** تا شناسی گرد را و مرد را
- Atlı bir er, atını koştururken tozu dumana katar, etrafta bir tozdur kalkar. Sen, tozu Tanrı eri sanırsın. 3960
- گرد فارس گرد سر افراشته ** گرد را تو مرد حق پنداشته
- İblis de tozu gördü, “Bu toprağın fer’idir. Benim gibi ateş alınlı birisinden nasıl üstün olur?” dedi.
- گرد دید ابلیس و گفت این فرع طین ** چون فزاید بر من آتش جبین
- Sen azizleri insan gördükçe bil ki bu görüş İblis’in mirasıdır
- تا تو میبینی عزیزان را بشر ** دان که میراث بلیس است آن نظر
- Be inatçı, İblis’in oğlu olmasan o köpeğin mirası nasıl olur da sana düşer?
- گر نه فرزند بلیسی ای عنید ** پس به تو میراث آن سگ چون رسید
- Ben köpek değilim, Tanrı aslanıyım. Tanrı aslanı suretten kurtulandır.
- من نیم سگ شیر حقم حق پرست ** شیر حق آن است کز صورت برست
- Dünya aslanı av ve rızk arar, Tanrı aslanı hürlük ve ölüm! 3965
- شیر دنیا جوید اشکاری و برگ ** شیر مولی جوید آزادی و مرگ
- Çünkü ölümde yüzlerce hayat görür de varlığını pervane gibi yakıp yandırır.
- چون که اندر مرگ بیند صد وجود ** همچو پروانه بسوزاند وجود
- Ölüm isteği, doğru kişilerin boyunlarına bir halkadır. Çünkü bu istek, yahudîlere imtihan oldu.
- شد هوای مرگ طوق صادقان ** که جهودان را بد این دم امتحان
- Tanrı Kur’an’da “Yahudîler, doğrulara ölüm; fütuhat, sermaye ve ticarettir.
- در نبی فرمود کای قوم یهود ** صادقان را مرگ باشد گنج و سود
- Sermaye ve ticaret isteği var ya; ölümü istemek ondan daha iyidir.
- همچنان که آرزوی سود هست ** آرزوی مرگ بردن ز آن به است
- Ey yahudiler; halk içinde namusunuzu korumak istiyorsanız bu dileği, bu ölüm temennisini dile getirin” dedi. 3970
- ای جهودان بهر ناموس کسان ** بگذرانید این تمنا بر زبان
- Muhammed, bu bayrağı kaldırınca bir tek yahudi bile bu istekte bulunmaya cüret edemedi.
- یک جهودی این قدر زهره نداشت ** چون محمد این علم را بر فراشت
- Peygamber “Eğer bunu dillerine getirirlerse dünyada tek bir yahudi bile kalmaz” dedi.
- گفت اگر رانید این را بر زبان ** یک یهودی خود نماند در جهان
- Bunun üzerine yahudiler ; “Ey din ışığı, bizi rüsvay etme! Diyerek mal ve haraç verdiler.
- پس یهودان مال بردند و خراج ** که مکن رسوا تو ما را ای سراج
- Bu sözün sonu görünmez. Mademki gözün sevgiliyi gördü, ver elini bana!
- این سخن را نیست پایانی پدید ** دست با من ده چو چشمت دوست دید
- Emîr-ül Müminîn Ali Kerremallâhu Vechehu’nun, arkadaşına “Sen benim yüzüme tükürünce nefsim kabardı, savaşımda ihlâs kalmadı. Seni öldürmeme mâni buydu” demesi
- گفتن امیر المؤمنین علی کرم الله وجهه با قرین خود که چون خدو انداختی در روی من نفس من جنبید و اخلاص عمل نماند، مانع کشتن تو آن شد
- Emirül Müminin, o gence dedi ki: “Ey yiğit! Savaşırken, 3975
- گفت امیر المؤمنین با آن جوان ** که به هنگام نبرد ای پهلوان
- Sen benim yüzüme tükürünce nefsim kabardı, hiddet ettim, huyum harap berbat bir hale geldi.
- چون خدو انداختی در روی من ** نفس جنبید و تبه شد خوی من
- Öyle bir hale geldim ki o anda savaşımın yarısı Tanrı içindi, yarısı nefsim için. Tanrı işinde ortaklık yaraşmaz.
- نیم بهر حق شد و نیمی هوا ** شرکت اندر کار حق نبود روا
- Sen Tanrı nakışısın: Seni, o, kudret eliyle yarattı, bezedi. Onunsun, benim değil.
- تو نگاریدهی کف مولاستی ** آن حقی کردهی من نیستی
- Tanrı’nın nakışını yine Tanrı eliyle kır; sevgilinin camına sevgilinin taşını at!”
- نقش حق را هم به امر حق شکن ** بر زجاجهی دوست سنگ دوست زن
- Kâfir bu sözü işitti, gönlünde öyle bir nur zuhur etti ki zünnarını kesti. 3980
- گبر این بشنید و نوری شد پدید ** در دل او تا که زناری برید
- “Ben, cefa tohumunu ekmiştim, seni başka türlü sanıyordum.
- گفت من تخم جفا میکاشتم ** من ترا نوعی دگر پنداشتم
- Halbuki sen Tanrı huylu bir teraziymişsin, hattâ her terazinin oku senmişsin!
- تو ترازوی احد خو بودهای ** بل زبانهی هر ترازو بودهای
- Meğer sen benim soyum sopummuşsun; meğer çırağımın, dinimin aydınlığı senmişsin!
- تو تبار و اصل و خویشم بودهای ** تو فروغ شمع کیشم بودهای
- Ben o görür göz arayan çırağın kulu, kölesiyim ki senin çırağın da ondan nurlanmış, aydınlanmıştır...
- من غلام آن چراغ چشم جو ** که چراغت روشنی پذرفت از او
- Ben, o nur denizinin kulu, kurbanıyım ki böyle bir inci izhar eder. 3985
- من غلام موج آن دریای نور ** که چنین گوهر بر آرد در ظهور
- Bana kelime-i şahadeti söyle, bende söyleyeyim ki seni zamanın en yücesi gördüm” dedi.
- عرضه کن بر من شهادت را که من ** مر ترا دیدم سرافراز زمن
- Onlar beraber akrabasından, kavminden elli kişiye yakın kimse de âşıkçasına dine yüz tuttular, müslüman oldular.
- قرب پنجه کس ز خویش و قوم او ** عاشقانه سوی دین کردند رو
- Ali, ilim kılıcıyla bu kadar boğazı, bu kadar halkı kılıçtan kurtardı.
- او به تیغ حلم چندین حلق را ** وا خرید از تیغ و چندین خلق را
- Hilim kılıcı, demir kılıçtan daha keskin, hattâ yüzlerce ordudan daha galip, daha üstündür.
- تیغ حلم از تیغ آهن تیزتر ** بل ز صد لشکر ظفر انگیزتر
- Yazıklar olsun ki iki lokmacık yendi de bu yüzden fikir çoşkunluğu dondu, yatıştı. 3990
- ای دریغا لقمهای دو خورده شد ** جوشش فکرت از آن افسرده شد
- Bir buğday tanesi, Âdem Peygamberin güneşinin tutulmasına... Arzın, güneş ile ay arasına girmesi, dolunayın kararmasına sebep oldu.
- گندمی خورشید آدم را کسوف ** چون ذنب شعشاع بدری را خسوف
- İşte sana gönlün letafeti! Bir avuç balçıktan (bir iki lokma ekmekten) ay darmadağın bir hale gelmekte!
- اینت لطف دل که از یک مشت گل ** ماه او چون میشود پروین گسل
- Ekmek manevi olursa yenmesinde fayda var. Fakat bildiğimiz ekmeğin faydası yok, kalbi daraltıyor.
- نان چو معنی بود خوردش سود بود ** چون که صورت گشت انگیزد جحود
- Manevi ekmek, yeşil diken gibi... deve yiyince yüz türlü fayda, yüzlerce lezzet bulmakta.
- همچو خار سبز کاشتر میخورد ** ز ان خورش صد نفع و لذت میبرد
- Fakat yeşilliği gitti de kurudu mu, onu çölde deve yiyince; 3995
- چون که آن سبزیش رفت و خشک گشت ** چون همان را میخورد اشتر ز دشت
- Damağını avurdunu yırtar, paralar. Yazıklar olsun; öyle yetişmiş gül kılıç kesildi.
- میدراند کام و لنجش ای دریغ ** کان چنان ورد مربی گشت تیغ
- Ekmek de manevi oldukça o yeşil dikendi. Fakat şimdi zâhiri ekmek olduğundan kupkuru bir hale geldi, sertleşti.
- نان چو معنی بود بود آن خار سبز ** چون که صورت شد کنون خشک است و گبز
- Ey nazlı nazenin varlık (ey Husâmeddin), bundan önce onu yemeğe alışmıştın.
- تو بدان عادت که او را پیش از این ** خورده بودی ای وجود نازنین
- O alışkanlıkla bu kuru ekmeği de alıp yemek istiyorsun ama gayri mâna, yerle karıştı;
- بر همان بو میخوری این خشک را ** بعد از آن کامیخت معنی با ثری
- Toprakla karışık, kaskatı, dili damağı yırtar bir hale geldi. Ey deve, şimdi otu yeme, ondan çekin! 4000
- گشت خاک آمیز و خشک و گوشت بر ** ز آن گیاه اکنون بپرهیز ای شتر
- Söz, toprakla pek karışık bir hale geliyor, su bulandı... Kuyunun ağzını kapa.
- سخت خاک آلود میآید سخن ** آب تیره شد سر چه بند کن
- Ki Tanrı onu yine sâf, yine hoş bir hale getirsin. Onu bulandıran, durultur da.
- تا خدایش باز صاف و خوش کند ** او که تیره کرد هم صافش کند
- Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil. Sabret, doğrusunu Tanrı daha iyi bilir.
- صبر آرد آرزو را نه شتاب ** صبر کن و الله اعلم بالصواب