- Hasetten burnunu koparan kişi, kendisini kulaksız ve burunsuz bırakır.
- هر کسی کاو از حسد بینی کند ** خویشتن بیگوش و بیبینی کند
- Burun, odur ki bir koku alsın ve kokuda, koku alanı bir yüzün bulunduğu tarafa götürsün. 440
- بینی آن باشد که او بویی برد ** بوی او را جانب کویی برد
- Kim koku almazsa burunsuzdur, koku da ancak din kokusudur.
- هر که بویش نیست بیبینی بود ** بوی آن بوی است کان دینی بود
- Bir koku alıp onun şükrünü eda etmeyen kimse, küfranı nimet etmiş ve kendi burnunu mahveylemiştir.
- چون که بویی برد و شکر آن نکرد ** کفر نعمت آمد و بینیش خورد
- Hem şükret, hem şükredenlere kul ol. Onların huzurunda ölerek ebedî hayat kazan!
- شکر کن مر شاکران را بنده باش ** پیش ایشان مرده شو پاینده باش
- Vezir gibi sermayeyi, yol vuruculuktan edinme. Tanrı kullarını namazdan menetme.
- چون وزیر از ره زنی مایه مساز ** خلق را تو بر میاور از نماز
- O kâfir vezir, din nasihatçisi olarak hile ile badem helvasına sarımsak karıştırmıştı! 445
- ناصح دین گشته آن کافر وزیر ** کرده او از مکر در لوزینه سیر
- Vezirin hilesini aklı eren Hıristiyanların anlaması
- فهم کردن حاذقان نصارا مکر وزیر را
- Zevk sahibi olanlar onun sözünde acılık karışmış bir tat sezdiler.
- هر که صاحب ذوق بود از گفت او ** لذتی میدید و تلخی جفت او
- O, garezle karışık lâtif sözler söylemekte, gül sulu şeker şerbetinin içine zehir dökmekteydi.
- نکتهها میگفت او آمیخته ** در جلاب قند زهری ریخته
- Sözünün dış yüzü, yolda çevik ol, diyordu. Ardından da cana, gevşek ol demekteydi.
- ظاهرش میگفت در ره چیست شو ** وز اثر میگفت جان را سست شو
- Gümüşün dışı ak ve berraksa da el ve elbise ondan katran gibi bir hale hale gelir.
- ظاهر نقره گر اسپید است و نو ** دست و جامه می سیه گردد ازو
- Ateş, kıvılcımlarıyla kızıl çehreli görünürse de onun yaptığı işin sonundaki karanlığa bak! 450
- آتش ار چه سرخ روی است از شرر ** تو ز فعل او سیه کاری نگر
- Yıldırım, bakışta saf bir nurdan ibaret görünür; (fakat) göz nurunu çalmak (gözü kamaştırmak) onun hassasıdır.
- برق اگر نوری نماید در نظر ** لیک هست از خاصیت دزد بصر
- Vezirin sözleri, uyanık ve zevk sahibi olanlardan başkaları için bir boyun halkasıydı (onun sözlerini kabul etmişler, ona uymuşlardı).
- هر که جز آگاه و صاحب ذوق بود ** گفت او در گردن او طوق بود
- Vezir, padişahtan altı ay ayrı kaldı, bu müddet zarfında İsa’ya uyanlara penah oldu.
- مدت شش سال در هجران شاه ** شد وزیر اتباع عیسی را پناه
- Halk, umumiyetle dinini de, gönlünü de ona ısmarladı. Onun emir ve hükmü önünde herkes, can feda ediyordu.
- دین و دل را کل بدو بسپرد خلق ** پیش امر و حکم او میمرد خلق
- Padişahın vezire gizlice haber göndermesi
- پیغام شاه پنهان با وزیر
- Padişahla onun arasında haber gidip geliyordu. Padişah, ona gizlice vahitlerde bulunuyordu. 455
- در میان شاه و او پیغامها ** شاه را پنهان بدو آرامها
- Padişah “Ey devletli vezirim, vakit geldi, kalbini gamdan tez kurtar” diye mektup yazdı.
- پیش او بنوشت شه کای مقبلم ** وقت آمد زود فارغ کن دلم
- Vezir de “Padişahım; işte şimdicik İsa dinine fitneler salma işindeyim” diye cevap verdi.
- گفت اینک اندر آن کارم شها ** کافکنم در دین عیسی فتنهها
- Hıristiyanların on iki kısmı
- بیان دوازده سبط از نصارا
- Hükümetleri zamanında, İsa kavminin on iki emiri vardır.
- قوم عیسی را بد اندر دار و گیر ** حاکمانشان ده امیر و دو امیر
- Her fırka bir emire tâbiydi; kendi beyine tamah yüzünden kul olmuştu.
- هر فریقی مر امیری را تبع ** بنده گشته میر خود را از طمع
- Bu on iki emirler kavimleri, o kötü vezire bağlanmışlardı. 460
- این ده و این دو امیر و قومشان ** گشته بند آن وزیر بدنشان
- Hepsi, onun sözüne itimat ediyordu, hepsi onun mesleğine uymuştu.
- اعتماد جمله بر گفتار او ** اقتدای جمله بر رفتار او
- O, öl, der demez her emir hemen o anda ölürdü.
- پیش او در وقت و ساعت هر امیر ** جان بدادی گر بدو گفتی بمیر
- Vezirin İncil ahkâmını karıştırması
- تخلیط وزیر در احکام انجیل
- Vezir, her emirin adına birer tomar düzdü. Her tomarın yazısı, başka bir olaydı.
- ساخت طوماری به نام هر یکی ** نقش هر طومار دیگر مسلکی
- Her birinin hükmü başka bir çeşittir. Bu baştan aşağıya kadar ona aykırıdır.
- حکمهای هر یکی نوعی دگر ** این خلاف آن ز پایان تا به سر
- Birinde riyazet ve açlık yolunu tövbenin rüknü, Tanrı’ya dönüşün şartı yapmış. 465
- در یکی راه ریاضت را و جوع ** رکن توبه کرده و شرط رجوع
- Birinde “Riyazet faydasızdır, bu yolda cömertlikten başka kurtuluş yoktur” demişti.
- در یکی گفته ریاضت سود نیست ** اندر این ره مخلصی جز جود نیست
- Birinde demişti ki: “Senin açlık çekişin, mal verişin mabuduna şirk koşmadır.
- در یکی گفته که جوع و جود تو ** شرک باشد از تو با معبود تو
- Gam ve rahat zamanında Tanrı’ya dayanmak ve tamamıyla teslim olmaktan gayri hepsi hiledir, tuzaktır.”
- جز توکل جز که تسلیم تمام ** در غم و راحت همه مکر است و دام
- Öbüründe demişti ki: “Vacip olan hizmettir, yoksa tevekkül düşüncesi suçtan ibarettir.”
- در یکی گفته که واجب خدمت است ** ور نه اندیشهی توکل تهمت است
- Birinde; “Dindeki emir ve nehiyler, yapmak için değil, aczimizi bildirmek içindir. 470
- در یکی گفته که امر و نهیهاست ** بهر کردن نیست شرح عجز ماست
- Ta ki onlardan âciz olduğumuzu görelim de Tanrı kudretini bilelim, anlayalım” demişti.
- تا که عجز خود ببینیم اندر آن ** قدرت حق را بدانیم آن زمان
- Öbüründe, “Kendi aczini görme, uyan, kendine gel; o aczi görüş, küfranı nimettir.
- در یکی گفته که عجز خود مبین ** کفر نعمت کردن است آن عجز هین
- Kendi kudretini gör ki bu kudret ondandır. Kudretini, onun nimeti bil ki, kudret odur” demişti.
- قدرت خود بین که این قدرت از اوست ** قدرت تو نعمت او دان که هوست
- Birinde demişti ki: “Bu ikisinden de geç, nazarına her ne sığarsa put olur!”
- در یکی گفته کز این دو بر گذر ** بت بود هر چه بگنجد در نظر
- Öbüründe; “Bu mumu söndürme ki bu görüş, meclise mum mesabesindedir. 475
- در یکی گفته مکش این شمع را ** کین نظر چون شمع آمد جمع را
- Eğer nazardan ve hayalden geçersen gece yarısı visâl mumunu söndürmüş olursun” demişti.
- از نظر چون بگذری و از خیال ** کشته باشی نیم شب شمع وصال
- Birinde demişti ki: “Söndür, hiç korkma ki yüz binlerce karşılığını göresin.
- در یکی گفته بکش باکی مدار ** تا عوض بینی نظر را صد هزار
- Çünkü nazar mumunu söndürmekle can mumu artar, kuvvet bulur. Sabrının yüzünden Leylâ’n Mecnun olur!
- که ز کشتن شمع جان افزون شود ** لیلیات از صبر تو مجنون شود
- Kim, zahitliği yüzünden dünyayı terk ederse dünya onun önüne çok, daha çok gelir!”
- ترک دنیا هر که کرد از زهد خویش ** بیش آید پیش او دنیا و پیش
- Başka birinde; “Hak sana ne verdiyse onu icat ederken tatlılaşmış. 480
- در یکی گفته که آن چهت داد حق ** بر تو شیرین کرد در ایجاد حق
- Kolaylaştırmıştır. Onu güzelce al; kendini zahmete sokma” demişti.
- بر تو آسان کرد و خوش آن را بگیر ** خویشتن را در میفگن در زحیر
- Birinde demişti ki: “Kendine ait olanı terk et, çünkü tabiatının kabul ettiği, merduttur, kötüdür.
- در یکی گفته که بگذار آن خود ** کان قبول طبع تو ردست و بد
- Birbirine aykırı yollar, nefse kolaydır, herkese bir din, can olmuştur.
- راههای مختلف آسان شده ست ** هر یکی را ملتی چون جان شده ست
- Eğer Hakk’ın din işlerini kolaylaştırması, doğru bir yol olsaydı her Yahudi ve Mecusi, Tanrı’yı duyar, anlardı” demişti.
- گر میسر کردن حق ره بدی ** هر جهود و گبر از او آگه بدی
- Öbüründe demişti ki: “Kolay, odur ki gönlü hayatı ve canın gıdası ola. 485
- در یکی گفته میسر آن بود ** که حیات دل غذای جان بود
- Tabiatın hoşlandığı her şey, vakti geçince, çorak yere ekilmiş tohum gibi mahsul vermez.
- هر چه ذوق طبع باشد چون گذشت ** بر نیارد همچو شوره ریع و کشت
- Onun mahsulü, pişmanlıktan başka bir şey olmaz; onun kazancı, sahibine ziyandan başka bir şey getirmez.
- جز پشیمانی نباشد ریع او ** جز خسارت پیش نارد بیع او
- O zevk, sonunda da önünde olduğu gibi kolay ve hoş görünmez; nihayette adı güç olur, güçlenmiş bir hale gelir.
- آن میسر نبود اندر عاقبت ** نام او باشد معسر عاقبت