English    Türkçe    فارسی   

1
47-96

  • Bizim her birimiz bir âlem Mesih’idir, elimizde her hastalığa bir ilâç vardır.”
  • Kibirlerinden Allah isterse (inşaallah) demediler. Allah da onlara insanların acizliğini gösterdi.
  • ”İnşaallah” sözünü terk ettiklerini söylemeden maksadım, insanların yürek katılığını ve mağrurluğunu söylemektir. Yoksa ârızî bir halet olan inşaallah’ı söylemeyi unuttuklarını anlatmak değildir.
  • Hey gidi nice inşaallah’ı diliyle söylemeyen vardır ki canı “inşaallah” la eş olmuştur. 50
  • İlâç ve tedavi nev’inden her ne yapıldıysa hastalık arttı, maksat da hâsıl olmadı.
  • O halayıkcağız, hastalıktan kıl gibi olunca padişahın kanlı gözyaşı ırmağa döndü.
  • Kazara sirkengübin safrayı arttırdı. Badem yağı da kuruluk tesirini göstermeye başladı.
  • Karahelileyle kabız oldu, ferahlığı gitti; su, neft gibi ateşe yardım etti.
  • Halayığın tedavisinde hekimlerin âciz kalmalarını padişahın anlaması, Tanrı tapusuna yüz tutması ve bir uluyu rüyada görmesi
  • Padişah, hekimlerin âciz kaldıklarını görünce yalınayak mescide koştu. 55
  • Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde yeri gözyaşından sırsıklam oldu.
  • Yokluk istiğrakından kendisine gelince ağzını açtı, hoş bir tarzda medhü senaya başladı:
  • “En az bahşişi dünya mülkü olan Tanrım! Ben ne söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin.
  • Ey daima dileğimize penah olan Tanrı! Biz bu sefer de yolu yanıldık.
  • Ama sen “Ben gerçi senin gizlediğin şeyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök” dedin. 60
  • Padişah, ta can evinden coşunca bağışlama denizi de coşmaya başladı.
  • Ağlama esnasında uykuya daldı. Rüyasında bir pir göründü.
  • Dedi ki: “Ey padişah, müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse o, bizdendir.
  • O gelen hazık hekimdir. Onu doğru bil, çünkü o emin ve gerçek erenlerdendir.
  • İlâcında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müşahede et.” 65
  • Vade zamanı gelip gündüz olunca... güneş doğudan görünüp yıldızları yakınca:
  • Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.
  • Bir de gördü ki, faziletli, fevkalâde hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir güneş;
  • Uzaktan hilâl gibi erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi görünmekte.
  • Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör! 70
  • Onların başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de, utanmaları da bir hayalden ötürüdür.
  • Evliyanın tuzağı olan o hayaller, Tanrı bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.
  • Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu.
  • Padişah bizzat mabeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.
  • Her ikisi de âşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı. 75
  • Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil. Fakat dünyada iş işten çıkar.
  • Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini bağladım” dedi.
  • Muvaffakıyetler verici Ulu Tanrı’dan muvaffakıyet ve bütün ahvalde edebe riayet dileyiş, edepsizlik ve terbiyesizliğin pek fena zararları
  • Tanrı’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Tanrı’nın lütfundan mahrumdur.
  • Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.
  • Alışverişsiz, dedikodusuz Tanrı sofrası gökten iniyordu. 80
  • Mûsâ kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hani sarımsak, mercimek” dediler.
  • Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, ortak sallama kaldı.
  • Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.
  • Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artığını aşırdılar.
  • İsa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz. 85
  • Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür” dedi.
  • O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.
  • Zekât verilmeyince yağmur bulutu gelmez, zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.
  • İçine kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.
  • Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin yolunu vurucudur, namert odur. 90
  • Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler mâsum ve tertemiz olmuşlardır.
  • Güneşin tutulması, küstahlık yüzündendir. Bir melek olan Azâzîl de yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.
  • Padişahın, kendisine rüyada gösterilen veli ile görüşmesi
  • Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne aldı, canının için çekti.
  • Elini, alnını öpmeğe, oturduğu yeri, geldiği yolu sormaya başladı.
  • Sora sora odanın başköşesine kadar çekti ve dedi ki: “Nihayet sabırla bir define buldum. 95
  • Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden nişliğin anahtarıdır” sözünün manası,