English    Türkçe    فارسی   

1
472-521

  • Öbüründe, “Kendi aczini görme, uyan, kendine gel; o aczi görüş, küfranı nimettir.
  • Kendi kudretini gör ki bu kudret ondandır. Kudretini, onun nimeti bil ki, kudret odur” demişti.
  • Birinde demişti ki: “Bu ikisinden de geç, nazarına her ne sığarsa put olur!”
  • Öbüründe; “Bu mumu söndürme ki bu görüş, meclise mum mesabesindedir. 475
  • Eğer nazardan ve hayalden geçersen gece yarısı visâl mumunu söndürmüş olursun” demişti.
  • Birinde demişti ki: “Söndür, hiç korkma ki yüz binlerce karşılığını göresin.
  • Çünkü nazar mumunu söndürmekle can mumu artar, kuvvet bulur. Sabrının yüzünden Leylâ’n Mecnun olur!
  • Kim, zahitliği yüzünden dünyayı terk ederse dünya onun önüne çok, daha çok gelir!”
  • Başka birinde; “Hak sana ne verdiyse onu icat ederken tatlılaşmış. 480
  • Kolaylaştırmıştır. Onu güzelce al; kendini zahmete sokma” demişti.
  • Birinde demişti ki: “Kendine ait olanı terk et, çünkü tabiatının kabul ettiği, merduttur, kötüdür.
  • Birbirine aykırı yollar, nefse kolaydır, herkese bir din, can olmuştur.
  • Eğer Hakk’ın din işlerini kolaylaştırması, doğru bir yol olsaydı her Yahudi ve Mecusi, Tanrı’yı duyar, anlardı” demişti.
  • Öbüründe demişti ki: “Kolay, odur ki gönlü hayatı ve canın gıdası ola. 485
  • Tabiatın hoşlandığı her şey, vakti geçince, çorak yere ekilmiş tohum gibi mahsul vermez.
  • Onun mahsulü, pişmanlıktan başka bir şey olmaz; onun kazancı, sahibine ziyandan başka bir şey getirmez.
  • O zevk, sonunda da önünde olduğu gibi kolay ve hoş görünmez; nihayette adı güç olur, güçlenmiş bir hale gelir.
  • Sen güçleştirilmişle, kolaylaştırılmışı, birbirinden ayırt et; bunun yüzünü de sonuna nazaran gör, onun yüzünü de sonuna nazaran.”
  • Bir tomarda da; “Bir üstat ara. Akıbeti görme hassasını nesepte (şunun bunun soyundan gelmiş olmakta ve bununla öğünende) bulamazsın. 490
  • Her çeşit din sâlikleri üstat aramaksızın, peygamberlere tâbi olmaksızın işlerin akıbetlerini gördüler, kendi akıllarınca netice hakkında istidlâllerde bulundular da bu yüzden hata ve dalâlete düştüler.
  • Akıbet görme; elle dokunmuş, örülmüş değildir. Böyle olsaydı dinlerde nasıl ayrılık olurdu?” demişti.
  • Bir tanesinde demişti ki: “Usta da sensin; çünkü ustayı da sen tanırsın.
  • Er ol, erlerin maskarası olma; kendi başının çaresine bak sersemleşme.”
  • Bir diğerinde; “Bunların hepsi birdir. İki gören kimse şaşı adamcağızdır” demiş. 495
  • Bir tomarda da; “Yüz, nasıl bir olur, bunu kim düşünür, meğerki deli olsun!
  • Bunların her biri, öbürünün zıddıdır. Gayrı zehirle şeker nice bir olur?
  • Zehirden de, şekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nice koku alabilirsin? demişti.
  • O İsa dinine düşman olan vezir bu tarz da, bu çeşitte on iki tomar yazdı.
  • İhtilaf; gidiş tarzındadır, yolun hakikatinde değil
  • O, İsa’nın bir renkte oluşundan koku almamıştı. O, İsa küpünün mizacından huy kapmamıştı. 500
  • Yüz renkli elbise, İsa’nın saf küpünden saba rüzgârı gibi sade ve lâtif bir hale gelir, tek bir renge boyanırdı.
  • Birlikteki bu tek renklilik, insana usanç ve sıkıntı veren tek renklilik değildir. Belki o tek renk deniz gibidir, ona dalanlar da balık gibi hayat ve neşe içindedirler.
  • Karada gerçi binlerce renk var, ama balıkların kurulukla cengi var!
  • Misal olarak söylenen balık kimdir, deniz nedir ki yüce ve ulu padişah, ona benzesin!
  • Varlık âlemindeki yüz binlerce denizler ve balıklar, o ikram ve ihsan huzurunda secde ederler. 505
  • Nice ihsan yağmuru yağdı da deniz, inciler saçıcı bir hale geldi.
  • Nice kerem güneşi nur saçtı da bulut ve deniz, cömertlik öğrendi.
  • Suya ve toprağa zatının ışığı vurdu da o sebeple yeryüzü, tane ve tohum kabul eder oldu.
  • Toprak emindir; ona her ne ekersen ihanet görmeksizin onun cinsini toplar, devşirirsin.
  • Toprak bu eminliği o eminlikten bulmuştur, çünkü adalet güneşi ona nur saçmıştır. 510
  • İlkbahar, Hak fermanı getirmedikçe, toprak sırrını nice açığa vurur?
  • O, öyle bir cömert ve vericidir ki bu haberleri, bu eminliği ve bu doğruluğu bir cemada, kuru yeryüzüne vermiştir.
  • Fâzıl ve ihsanı, kuru toprağı haberdar eder, kahır ve celâli de akıllı insanları kör eyler.
  • Canda, gönülde o coşmaya takat yoktur. Kime söyleyeyim? Cihanda bir tek kulak yok!
  • Nerede bir kulak varsa; onun yüzünden, göz oldu. Nerede bir taş varsa; onun lûtfiyle yeşim taşına döndü. 515
  • Kimyayı meydana getiren o dur, kimya ne oluyor ki? Mucize bağışlayıcıdır, simya ne oluyor ki?
  • Benim bu övüşüm, övmeyi terk etmenin ta kendisidir; çünkü bu övüş, varlık delilidir, varlık ise hatadır.
  • Onun varlığına karşı yok olmak gerektir: onun huzurunda varlık nedir? Manasız bir şeyden ibarettir!
  • Varlık kör olmasaydı... Ondan erirdi, güneşin hararetini tanır, anlardı.
  • Bu zahiri vücudun Allah’ın varlığıyla var olduğunu bilmemesi körlüğüne delildir. 520
  • Vezirin bu hilede ziyana uğraması
  • Padişah gibi vezir de cahil ve gafildi. Varlığı vacip olan Kadim Tanrı ile pençeleşiyordu.