English    Türkçe    فارسی   

1
60-109

  • Ama sen “Ben gerçi senin gizlediğin şeyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök” dedin. 60
  • Padişah, ta can evinden coşunca bağışlama denizi de coşmaya başladı.
  • Ağlama esnasında uykuya daldı. Rüyasında bir pir göründü.
  • Dedi ki: “Ey padişah, müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse o, bizdendir.
  • O gelen hazık hekimdir. Onu doğru bil, çünkü o emin ve gerçek erenlerdendir.
  • İlâcında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müşahede et.” 65
  • Vade zamanı gelip gündüz olunca... güneş doğudan görünüp yıldızları yakınca:
  • Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.
  • Bir de gördü ki, faziletli, fevkalâde hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir güneş;
  • Uzaktan hilâl gibi erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi görünmekte.
  • Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör! 70
  • Onların başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de, utanmaları da bir hayalden ötürüdür.
  • Evliyanın tuzağı olan o hayaller, Tanrı bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.
  • Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu.
  • Padişah bizzat mabeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.
  • Her ikisi de âşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı. 75
  • Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil. Fakat dünyada iş işten çıkar.
  • Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini bağladım” dedi.
  • Muvaffakıyetler verici Ulu Tanrı’dan muvaffakıyet ve bütün ahvalde edebe riayet dileyiş, edepsizlik ve terbiyesizliğin pek fena zararları
  • Tanrı’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Tanrı’nın lütfundan mahrumdur.
  • Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.
  • Alışverişsiz, dedikodusuz Tanrı sofrası gökten iniyordu. 80
  • Mûsâ kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hani sarımsak, mercimek” dediler.
  • Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, ortak sallama kaldı.
  • Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.
  • Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artığını aşırdılar.
  • İsa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz. 85
  • Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür” dedi.
  • O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.
  • Zekât verilmeyince yağmur bulutu gelmez, zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.
  • İçine kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.
  • Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin yolunu vurucudur, namert odur. 90
  • Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler mâsum ve tertemiz olmuşlardır.
  • Güneşin tutulması, küstahlık yüzündendir. Bir melek olan Azâzîl de yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.
  • Padişahın, kendisine rüyada gösterilen veli ile görüşmesi
  • Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne aldı, canının için çekti.
  • Elini, alnını öpmeğe, oturduğu yeri, geldiği yolu sormaya başladı.
  • Sora sora odanın başköşesine kadar çekti ve dedi ki: “Nihayet sabırla bir define buldum. 95
  • Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden nişliğin anahtarıdır” sözünün manası,
  • Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden müşkül, konuşmaksızın, dedikodusuz hallolur gider.
  • Sen, gönlümüzde, onların tercümanısın, her ayağı çamura batanın elinitutan sensin.
  • Ey seçilmiş, ey Tanrı’dan razı olmuş ve Tanrı rızasını kazanmış kişi, merhaba! Sen kaybolursan hemen kaza gelir, feza daralır.
  • Sen, kavmin ulususun, sana müştak olmayan, seni arzulamayan bayağılaşmıştır. Bundan vazgeçmezse...” 100
  • Padişahın hastayı görmek üzere hekimi götürmesi
  • O ağırlama, o hal hatır sorma meclisi geçince o zatın elini tutup hareme götürdü.
  • Padişah, hastayı ve hastalığını anlatıp sonra onu hastanın yanına götürdü.
  • Hekim, hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp, idrarını muayene etti. Hastalığının ârazını ve sebeplerini de dinledi.
  • Dedi ki: “Öbür hekimlerin çeşitli tedavileri, tamir değil; büsbütün harap etmişler.
  • Onlar, iç ahvalinden haberdar değildirler. Körlüklerinden hepsinin aklı dışarıda.” 105
  • Hekim, hastalığı gördü, gizli şey ona açıldı. Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi.
  • Hastalığı safra ve sevdadan değildi. Her odunun kokusu, dumanından meydana çıkar.
  • İnlemesinden gördü ki, o gönül hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o, gönle tutulmuştur.
  • Âşıklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir.