- Bu nefes alıp vermek de bizim hayatımızı azar azar cihan mahbesinden çalar. (T.M. 876)
- وین نفس جانهای ما را همچنان ** اندک اندک دزدد از حبس جهان
- Sözlerin temizleri, bizden çıkarak ona yükselir, ondan başkasının bilmediği yere kadar varır.
- تا إلیه یصعد أطیاب الکلم ** صاعدا منا إلی حیث علم
- Nefeslerimiz, temizlik sebebiyle bizden hediye olarak beka yurduna yücelir.
- ترتقی أنفاسنا بالمنتقی ** متحفا منا إلی دار البقا
- Sonra ululuk sahibi Tanrı’dan, ancak rahmet olarak sözlerimizin mükâfatı, iki misli bize gelir;
- ثم تاتینا مکافات المقال ** ضعف ذاک رحمة من ذی الجلال
- Sonradan kul nail olduğu şeylere bir daha nail olsun diye bizi, yine o güzel sözlere sevk eder, yine bize o çeşit sözler söyletir. 885
- ثم یلجینا الی امثالها ** کی ینال العبد مما نالها
- İşte böylece en güzel sözleri söyledikçe hep böyle sözlerin çıkmakta, Tanrı rahmeti inmektedir ve bu iki hal sende daimîdir.
- هکذا تعرج و تنزل دایما ** ذا فلا زلت علیه قائما
- Fârisî söyleyelim: Bu şevk ve cezbe, o zevkin geldiği taraftan gelir.
- پارسی گوییم یعنی این کشش ** ز آن طرف آید که آمد آن چشش
- Her kavmin gözü, bir günceğiz zevk sürdüğü cihette kalmıştır.
- چشم هر قومی به سویی مانده است ** کان طرف یک روز ذوقی رانده است
- Yakînen her cinsin zevki kendi cinsiyledir. Bak; cüz’ün zevki kendi küllünden olur.
- ذوق جنس از جنس خود باشد یقین ** ذوق جزو از کل خود باشد ببین
- Yahut o şey, bir cinse katılma kabiliyetinde olur da ona erişince o cinsten oluverir. 890
- یا مگر آن قابل جنسی بود ** چون بدو پیوست جنس او شود
- Su ve ekmek gibi ki bizim cinsimiz değilken bizim cinsimizden oluverdi ve vücudumuzu besledi, kuvvetimizi arttırdı.
- همچو آب و نان که جنس ما نبود ** گشت جنس ما و اندر ما فزود
- Su ve ekmeğin sûreta bizimle cinsiyeti yoktur ama sonucu bakımından onu cinsimiz bil.
- نقش جنسیت ندارد آب و نان ** ز اعتبار آخر آن را جنس دان
- Eğer, bizimle cins olanlardan başka bir şeyden zevk alıyorsak o da ancak bizimle cinsiyeti olana benzer bir şeydir.
- ور ز غیر جنس باشد ذوق ما ** آن مگر مانند باشد جنس را
- Cinse benzeyenden alınan zevk, dimî değildir. O zevk âriyettir. Âriyet nesne ise akıbet baki kalmaz.
- آن که مانند است باشد عاریت ** عاریت باقی نماند عاقبت
- Kuşa, ıslıktan zevk gelirse de cinsini bulamayınca ok gibi uçar gider. 895
- مرغ را گر ذوق آید از صفیر ** چون که جنس خود نیابد شد نفیر
- Susuz kimseye seraptan zevk gelir, fakat ona erişince kaçar ve yine su arar.
- تشنه را گر ذوق آید از سراب ** چون رسد در وی گریزد جوید آب
- Müflisler kalp altından hoşlanırlarsa da, o altın darphanede rüsvay olur.
- مفلسان هم خوش شوند از زر قلب ** لیک آن رسوا شود در دار ضرب
- Dikkat et; altın suyu ile boyaman seni yoldan alıkoymasın! Dikkat et; bâtıl hayal seni kuyuya düşürmesin!
- تا زر اندودیت از ره نفگند ** تا خیال کژ ترا چه نفگند
- Kelile’den bu hikâyeyi oku ve o kıssadan hisse almaya bak!
- از کلیله باز جو آن قصه را ** و اندر آن قصه طلب کن حصه را
- Av hayvanlarının aslana, tevekkül edip çalışmayı terk etmesini söylemeleri
- بیان توکل و ترک جهد گفتن نخجیران به شیر
- Güzel bir derede av hayvanları, aslan korkusundan ıstırap içindeydiler. 900
- طایفهی نخجیر در وادی خوش ** بودشان از شیر دایم کش مکش
- Çünkü aslan, daima pusudan çıkıp birisini kapmaktaydı. O otlak bu yüzden hepsine fena geliyordu.
- بس که آن شیر از کمین درمیربود ** آن چرا بر جمله ناخوش گشته بود
- Hileye başvurdular; aslanın huzuruna geldiler. “Biz sana gündelikle yiyecek verip doyuralım,
- حیله کردند آمدند ایشان بشیر ** کز وظیفه ما ترا داریم سیر
- Bundan sonra hiçbir av peşine düşme ki bu otlak, bize zehrolmasın” dediler.
- بعد از این اندر پی صیدی میا ** تا نگردد تلخ بر ما این گیا
- Aslanın av hayvanlarına cevap verip çalışmanın faydasını söylemesi
- جواب گفتن شیر نخجیران را و فایدهی جهد گفتن
- Aslan dedi ki: “Hileye uğramasam, vefa görecek olsam dediğiniz doğru. Ben şundan, bundan çok hileler görmüşümdür.
- گفت آری گر وفا بینم نه مکر ** مکرها بس دیدهام از زید و بکر
- İnsanların yaptıkları işlerden, ettikleri hilelerden helâk olmuşum; o yılanlar, o akrepler tarafından çık ısırılmışım. 905
- من هلاک فعل و مکر مردمم ** من گزیدهی زخم مار و کژدمم
- İçinde pusu kurmuş olan nefis ise, kibir ve kin bakımından bütün adamlardan beterdir.
- مردم نفس از درونم در کمین ** از همه مردم بتر در مکر و کین
- Benim kulağım “mümin, bir zehirli hayvan deliğinden iki kere dağlanmaz” sözünü işitti; Peygamber’in sözünü canla, gönülle kabul etti.”
- گوش من لا یلدغ المؤمن شنید ** قول پیغمبر به جان و دل گزید
- Av hayvanlarının tevekkülü çalışıp kazanmaya tercih eylemeleri
- ترجیح نهادن نخجیران توکل را بر جهد و اکتساب
- Hepsi dediler ki: “Ey halden haberdar hakîm! Çekinmeyi bırak; çekinme, insanı kaderin hükümlerinden kurtaramaz.
- جمله گفتند ای حکیم با خبر ** الحذر دع لیس یغنی عن قدر
- Kaderden çekinmekte perişanlık ve kötülük vardır, yürü, tevekkül et ki tevekkül, hepsinden iyidir.
- در حذر شوریدن شور و شر است ** رو توکل کن توکل بهتر است
- Ey kötü hiddetli adam! Kaza ile pençeleşme ki kaza da seninle kavgaya tutuşmasın. 910
- با قضا پنجه مزن ای تند و تیز ** تا نگیرد هم قضا با تو ستیز
- Tanyerini ağartan Tanrı’dan bir zarar gelmemesi için kulun Hak hükmüne karşı ölü gibi olması lâzımdır.”
- مرده باید بود پیش حکم حق ** تا نیاید زخم از رب الفلق
- Aslanın çalışıp kazanmayı tevekküle, teslimiyete tercih etmesi
- ترجیح نهادن شیر جهد و اکتساب را بر توکل و تسلیم
- Aslan: “Evet, tevekkül kılavuzsa da bu sebebe teşebbüs de, Peygamber’in sünnetidir.
- گفت آری گر توکل رهبر است ** این سبب هم سنت پیغمبر است
- Peygamber, yüksek sesle “Tevekkülle beraber yine devenin ayağını bağla” dedi.
- گفت پیغمبر به آواز بلند ** با توکل زانوی اشتر ببند
- “Çalışan kimse Tanrı sevgilisidir” işaretini dinle: tevekkülden dolayı esbaba teşebbüs hususunda tembel olma” dedi.
- رمز الکاسب حبیب الله شنو ** از توکل در سبب کاهل مشو
- Av hayvanlarının tevekkülü çalışmaya tercih etmeleri
- ترجیح نهادن نخجیران توکل را بر اجتهاد
- Hayvanlar, ona: “Çalışıp kazanma, bil ki, halkın itikat zayıflığı yüzünden, harislerin boğazları miktarınca bir riya lokmasıdır. 915
- قوم گفتندش که کسب از ضعف خلق ** لقمهی تزویر دان بر قدر حلق
- Tevekkülden daha güzel bir kazanç yoktur. Esasen Hakk’a teslim olmadan daha sevgili ne var?
- نیست کسبی از توکل خوبتر ** چیست از تسلیم خود محبوبتر
- Çokları belâdan belâya; yılandan ejderhaya sıçrarlar,
- بس گریزند از بلا سوی بلا ** بس جهند از مار سوی اژدها
- İnsan hile etti ama hilesi kendisine tuzak oldu… Can sandığı, kan içici bir düşman kesildi!
- حیله کرد انسان و حیلهش دام بود ** آن که جان پنداشت خون آشام بود
- Kapıyı kapadı, hâlbuki düşman evinin içindeydi. Firavunun hile ve tedbiri de işte buna benzer masallardandı.
- در ببست و دشمن اندر خانه بود ** حیلهی فرعون زین افسانه بود
- O kin güdücü, yüz binlerce çocuk öldürdü; aradığıysa evinin içindeydi. 920
- صد هزاران طفل کشت آن کینه کش ** و آن که او میجست اندر خانهاش
- Mademki bizim gözümüzde birçok illet var; yürü, kendi görüşünü dostun görüşünde yok et!
- دیدهی ما چون بسی علت در اوست ** رو فنا کن دید خود در دید دوست
- Bizim görüşümüze bedel onun görüşü, ne güzel bir karşılıktır. Bütün maksatları onun görüşünde bulursun.
- دید ما را دید او نعم العوض ** یابی اندر دید او کل غرض
- Çocuk; tutucu, koşucu değilken ancak babasının omzuna biner.
- طفل تا گیرا و تا پویا نبود ** مرکبش جز گردن بابا نبود
- Fakat kuvvetlenip küstahlaşınca, elini, ayağını şuraya, buraya salmağa başlayınca hemen zahmet ve ıstıraba düşer.
- چون فضولی گشت و دست و پا نمود ** در عنا افتاد و در کور و کبود
- Halkın canlar; el ayak sahibi olmazdan, beden kaydına düşmezden evvel vefadan sefaya uçuyordu. 925
- جانهای خلق پیش از دست و پا ** میپریدند از وفا اندر صفا
- Vakta ki “İniniz” emriyle hapsolundular, hiddet, hırs, kanaat ve zaruret kayıtlarına düştüler.
- چون به امر اهبطوا بندی شدند ** حبس خشم و حرص و خرسندی شدند
- Biz Hakk’ın ayali ve süt isteyen yavrularıyız. (Peygamber) “Halk Tanrı ayalidir” dedi.
- ما عیال حضرتیم و شیر خواه ** گفت الخلق عیال للإله
- Gökten yağmur veren, rahmetiyle can vermeye kadirdir” dediler.
- آن که او از آسمان باران دهد ** هم تواند کاو ز رحمت نان دهد
- Aslanın yine çalışmayı tevekküle tercih etmesi
- باز ترجیحنهادن شیر جهد را بر توکل
- Aslan dedi ki: “Evet ama kulların Tanrısı bizim ayağımızın önüne bir merdiven koydu.
- گفت شیر آری ولی رب العباد ** نردبانی پیش پای ما نهاد
- Dama doğru basamak basamak çıkmalı, burada Cebrî olmak ham tamahtır. 930
- پایه پایه رفت باید سوی بام ** هست جبری بودن اینجا طمع خام