English    Türkçe    فارسی   

1
920-969

  • O kin güdücü, yüz binlerce çocuk öldürdü; aradığıysa evinin içindeydi. 920
  • Mademki bizim gözümüzde birçok illet var; yürü, kendi görüşünü dostun görüşünde yok et!
  • Bizim görüşümüze bedel onun görüşü, ne güzel bir karşılıktır. Bütün maksatları onun görüşünde bulursun.
  • Çocuk; tutucu, koşucu değilken ancak babasının omzuna biner.
  • Fakat kuvvetlenip küstahlaşınca, elini, ayağını şuraya, buraya salmağa başlayınca hemen zahmet ve ıstıraba düşer.
  • Halkın canlar; el ayak sahibi olmazdan, beden kaydına düşmezden evvel vefadan sefaya uçuyordu. 925
  • Vakta ki “İniniz” emriyle hapsolundular, hiddet, hırs, kanaat ve zaruret kayıtlarına düştüler.
  • Biz Hakk’ın ayali ve süt isteyen yavrularıyız. (Peygamber) “Halk Tanrı ayalidir” dedi.
  • Gökten yağmur veren, rahmetiyle can vermeye kadirdir” dediler.
  • Aslanın yine çalışmayı tevekküle tercih etmesi
  • Aslan dedi ki: “Evet ama kulların Tanrısı bizim ayağımızın önüne bir merdiven koydu.
  • Dama doğru basamak basamak çıkmalı, burada Cebrî olmak ham tamahtır. 930
  • Ayağın var, nasıl olur da kendini topal edersin; elin var, neye pençeni saklarsın?
  • Efendi, kölenin eline beli verince söylemeden dileği malûm olur.
  • Bel gibi olan el de, Tanrı işaretlerindendir. Sonu düşünmek hassası da onun ibareleridir.
  • Tanrı’nın işaretlerini canına nakşederek ve o işarete vefakârlık ederek can verirsen.
  • Sana nice sır işaretleri bahşeyler; senden yükü kaldırır, seni iş güç sahibi eder. 935
  • Şimdi yük altındasın; Tanrı seni yükler, bindirir… Şimdi onun emrini kabul etmektesin; sonra seni makbul eder.
  • Şimdi onun emrini kabul etmişsin, sonra o emirleri söylersin. Şimdi vuslat arıyorsun, ondan sonra da vasıl olursun.
  • Tanrı’nın nimetine şükretmeye çalışmak kudrettir. Senin cebrîliğin ise o nimeti inkârdır.
  • Onun verdiği kudrete şükretmek kudretini artırır. Cebir ise nimeti elinden çıkarır.
  • Senin cebrîliğin yolda uyumaktır, uyuma; o kapıyı, o dergâhı görmedikçe uykuya dalma! 940
  • Ey dikkatsiz Cebrî! Sakın o meyvalı ağacın altından gayrı bir yerde uyuma.
  • Ki rüzgâr her anda dalları silkip başına çerez ve azık döksün.
  • Cebre inanmakla yol kesen haydutlar arasında uyumak müsavidir. Vakitsiz öten kuş nasıl olur da kurtulur?
  • Eğer onun işaretlerine burun büküyorsan kendini erkek mi sanıyorsun? Dikkat edersen anlarsın ki kadınsın!
  • Sendeki bu kadarcık akıl da zayi olur, aklı uçan başsa kuyruk kesilir! 945
  • Zira şükretmemek uğursuz ve ayıp bir şeydir; o hal, şükretmeyeni, tâ ateşin dibine kadar çeker götürür.
  • Tevekkül ediyorsan çalışmak hususunda tevekkül et; kazan da sonra Tanrı’ya dayan!”
  • Av hayvanlarının tekrar tevekkülü çalışmaya tercih eylemeleri
  • Hepsi ona bağırarak dediler ki: “Sebep tohumlarını eken o harisler…”
  • Kadın, erkek nice yüz binlerce kişi, neden oldu da zamane menfaatlerinden mahrum kaldılar?
  • Dünyanın başlangıcından beri yüz binlerce kavim, ejderha gibi ağız açmışlar; 950
  • O bilgili, idrakli kavimler hileler düzmüşler, tedbirlerde bulunmuşlardır. Öyle tedbirler ki o tedbirlerle dağ bile tâ dibinden kopar, yerinden ayrılırdı.
  • Tanrı, onların hile ve tedbirlerini “O tedbirler yüzünden dağların tepeleri bile oynar, yıkılır, dümdüz olurdu” diye övdü.
  • (Bunca tedbirlerine rağmen) o avlanmalarından, o çalışmalarından ezelde verilen kısmetten başka bir şey yüz göstermedi…
  • Hepsi tedbirlerden de âciz kaldılar, çalışmadan da; ortada Tanrı’nın işi ve hükümleri kaldı.
  • Adı, sanı belli kişi! Kazanmayı bir addan başka bir şey bilme; ey kurnaz ve hilekâr adam! Çalışmayı bir vehimden başka bir şey sanma.” 955
  • Azrail’in birisine bakması, onun da Süleyman Aleyhisselâm’ın sarayına kaçması, tevekkülün çalışmadan üstün olduğu ve çalışmadaki faydaların azlığı
  • Sâf bir adam, bir kuşluk çağında koşa koşa Süleyman’ın adalet sarayına erişti.
  • Yüzü gamdan sararmış, dudakları morarmıştı. Süleyman, ona “Efendi ne oldu?” dedi.
  • O “Azrail, bana öyle bir hışımla, öyle bir kinle baktı ki…” dedi
  • Süleyman “Peki, şimdi ne diliyorsan dile bakalım” dedi. O dedi ki: “Ey canları koruyan! Rüzgâra emret;
  • Beni tâ Hindistan’a götürsün; belki kulunuz oraya gidince canını kurtarır.” 960
  • İşte halk fakirlikten böyle korkar. Onun için insanlar hırs, emele lokma olurlar.
  • Fakirlikten korkmak, tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer. Hırsı, çalışmayı da sen Hindistan farz et!
  • Süleyman rüzgâra emretti; rüzgâr da onu derhal Hindistan’da bir adaya götürdü.
  • Ertesi gün Süleyman, divan vakti halkla buluşunca Azrail’e dedi ki:
  • Acaba bu işi, o adamı hanümanından avare etmek için mi yaptın? 965
  • Ben ona hışımla ne vakit baktım? Onu yol uğrağında görünce şaşırdım.
  • Çünkü Hak bana “Haydi bugün var, onun canını Hindistan’da al” buyurdu.
  • Taaccüple “Yüz tane kanadı olsa Hindistan’a gitmesi yine uzak” dedim.”
  • İşte sen dünya işlerini hep buna kıyas et, gözünü aç da gör!