- Tanrı, onların hile ve tedbirlerini “O tedbirler yüzünden dağların tepeleri bile oynar, yıkılır, dümdüz olurdu” diye övdü.
- کرد وصف مکرهاشان ذو الجلال ** لتزول منه اقلال الجبال
- (Bunca tedbirlerine rağmen) o avlanmalarından, o çalışmalarından ezelde verilen kısmetten başka bir şey yüz göstermedi…
- جز که آن قسمت که رفت اندر ازل ** روی ننمود از شکار و از عمل
- Hepsi tedbirlerden de âciz kaldılar, çalışmadan da; ortada Tanrı’nın işi ve hükümleri kaldı.
- جمله افتادند از تدبیر و کار ** ماند کار و حکمهای کردگار
- Adı, sanı belli kişi! Kazanmayı bir addan başka bir şey bilme; ey kurnaz ve hilekâr adam! Çalışmayı bir vehimden başka bir şey sanma.” 955
- کسب جز نامی مدان ای نامدار ** جهد جز وهمی مپندار ای عیار
- Azrail’in birisine bakması, onun da Süleyman Aleyhisselâm’ın sarayına kaçması, tevekkülün çalışmadan üstün olduğu ve çalışmadaki faydaların azlığı
- نگریستن عزراییل بر مردی و گریختن آن مرد در سرای سلیمان و تقریر ترجیح توکل بر جهد و قلت فایدهی جهد
- Sâf bir adam, bir kuşluk çağında koşa koşa Süleyman’ın adalet sarayına erişti.
- زاد مردی چاشتگاهی در رسید ** در سرا عدل سلیمان در دوید
- Yüzü gamdan sararmış, dudakları morarmıştı. Süleyman, ona “Efendi ne oldu?” dedi.
- رویش از غم زرد و هر دو لب کبود ** پس سلیمان گفت ای خواجه چه بود
- O “Azrail, bana öyle bir hışımla, öyle bir kinle baktı ki…” dedi
- گفت عزراییل در من این چنین ** یک نظر انداخت پر از خشم و کین
- Süleyman “Peki, şimdi ne diliyorsan dile bakalım” dedi. O dedi ki: “Ey canları koruyan! Rüzgâra emret;
- گفت هین اکنون چه میخواهی بخواه ** گفت فرما باد را ای جان پناه
- Beni tâ Hindistan’a götürsün; belki kulunuz oraya gidince canını kurtarır.” 960
- تا مرا ز ینجا به هندستان برد ** بو که بنده کان طرف شد جان برد
- İşte halk fakirlikten böyle korkar. Onun için insanlar hırs, emele lokma olurlar.
- نک ز درویشی گریزانند خلق ** لقمهی حرص و امل ز آنند خلق
- Fakirlikten korkmak, tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer. Hırsı, çalışmayı da sen Hindistan farz et!
- ترس درویشی مثال آن هراس ** حرص و کوشش را تو هندستان شناس
- Süleyman rüzgâra emretti; rüzgâr da onu derhal Hindistan’da bir adaya götürdü.
- باد را فرمود تا او را شتاب ** برد سوی قعر هندستان بر آب
- Ertesi gün Süleyman, divan vakti halkla buluşunca Azrail’e dedi ki:
- روز دیگر وقت دیوان و لقا ** پس سلیمان گفت عزراییل را
- Acaba bu işi, o adamı hanümanından avare etmek için mi yaptın? 965
- کان مسلمان را بخشم از چه چنان ** بنگریدی تا شد آواره ز خان
- Ben ona hışımla ne vakit baktım? Onu yol uğrağında görünce şaşırdım.
- گفت من از خشم کی کردم نظر ** از تعجب دیدمش در رهگذر
- Çünkü Hak bana “Haydi bugün var, onun canını Hindistan’da al” buyurdu.
- که مرا فرمود حق که امروز هان ** جان او را تو به هندستان ستان
- Taaccüple “Yüz tane kanadı olsa Hindistan’a gitmesi yine uzak” dedim.”
- از عجب گفتم گر او را صد پر است ** او به هندستان شدن دور اندر است
- İşte sen dünya işlerini hep buna kıyas et, gözünü aç da gör!
- تو همه کار جهان را همچنین ** کن قیاس و چشم بگشا و ببین
- Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak şey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Hak’tan mı? Ne boş zahmet! 970
- از که بگریزیم از خود ای محال ** از که برباییم از حق ای وبال
- Yine aslanın çalışmayı tevekküle tercih etmesi ve çalışmanın faydalarını bildirmesi
- باز ترجیحنهادن شیر جهد را بر توکل و فواید جهد را بیان کردن
- Aslan dedi ki: “Doğru ama Peygamberlerin, müminlerin çalışmalarını da gör.
- شیر گفت آری و لیکن هم ببین ** جهدهای انبیا و مومنین
- Cefadan, kahırdan ne gördülerse mükâfata nail oldular; Tanrı onların mücahedesini zayi etmedi.
- حق تعالی جهدشان را راست کرد ** آن چه دیدند از جفا و گرم و سرد
- Onların başvurdukları çareler her hususta lâtif oldu. Çünkü zariften ne gelirse zariftir.
- حیلههاشان جمله حال آمد لطیف ** کل شیء من ظریف هو ظریف
- Tuzakları felek kuşunu tuttu; noksanları tamamen sayıldı.
- دامهاشان مرغ گردونی گرفت ** نقصهاشان جمله افزونی گرفت
- Ey ulu kişi! Nebîlerin ve velilerin yolunda çalış! 975
- جهد میکن تا توانی ای کیا ** در طریق انبیا و اولیا
- Kaza ve kaderle pençeleşmek mücahede sayılmaz. Çünkü bizi pençeleştiren, savaştıran da kaza ve kaderdir.
- با قضا پنجه زدن نبود جهاد ** ز آن که این را هم قضا بر ما نهاد
- Bir kimse iman ve itaat yolunda yürüyüp de bir an bile ziyan etmişse kâfirim!
- کافرم من گر زیان کرده ست کس ** در ره ایمان و طاعت یک نفس
- Başın yarılmamış, şu başını bağlama. Birkaç gün çalış da ondan sonra gül!
- سر شکسته نیست این سر را مبند ** یک دو روزک جهد کن باقی بخند
- Dünyayı arayan kimse olmayacak ve kötü bir şey aradı. Ukbayı arayansa kendine iyi bir hal aramış oldu.
- بد محالی جست کاو دنیا بجست ** نیک حالی جست کاو عقبی بجست
- Dünya kazancı için çarelere başvurmak soğuk bir şeydir. Dünyayı terk etmek için çarelere başvurmak ise caizdir, emredilmiştir. 980
- مکرها در کسب دنیا بارد است ** مکرها در ترک دنیا وارد است
- Hile ve çare diye zindanı delip de çıkmaya derler. Yoksa birisi zaten açılmış deliği kapatırsa yaptığı iş, soğuk ve ters bir iştir.
- مکر آن باشد که زندان حفره کرد ** آن که حفره بست آن مکری ست سرد
- Bu dünya zindandır, biz de zindandaki mahpuslarız. Zindanı del, kendini kurtar!
- این جهان زندان و ما زندانیان ** حفره کن زندان و خود را وارهان
- Dünya nedir? Tanrı’dan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret etmek ve kadın; dünya değildir.
- چیست دنیا از خدا غافل بدن ** نی قماش و نقره و میزان و زن
- Din yolunda sarf etmek üzere kazandığın mala, Peygamber, “ne güzel mal” demiştir.
- مال را کز بهر دین باشی حمول ** نعم مال صالح خواندش رسول
- Suyun gemi içinde olması geminin helâkidir. Gemi altındaki su ise gemiye; geminin yürümesine yardımcıdır. 985
- آب در کشتی هلاک کشتی است ** آب اندر زیر کشتی پشتی است
- Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardığındandır ki Süleyman, ancak yoksul adını takındı.
- چون که مال و ملک را از دل براند ** ز آن سلیمان خویش جز مسکین نخواند
- Ağzı kapalı testi, içi hava ile dolu olduğundan derin ve uçsuz bucaksız su üstünde yüzüp gitti.
- کوزهی سر بسته اندر آب زفت ** از دل پر باد فوق آب رفت
- İşte yoksulluk havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, o denizin üstünde durur.
- باد درویشی چو در باطن بود ** بر سر آب جهان ساکن بود
- Bütün bu dünya, onun mülkü olsa bu mülk, gözünde hiçbir şey değildir.
- گر چه جملهی این جهان ملک وی است ** ملک در چشم دل او لا شی است
- Şu halde kalbini Min Ledün ululuğunun havasıyla doldur, ağzını da bağla, mühürle! 990
- پس دهان دل ببند و مهر کن ** پر کنش از باد کبر من لدن
- Çalışma da haktır, deva da haktır, dert de hak. Münkir kimse çalışmayı inkârda ısrar eder durur.”
- جهد حق است و دوا حق است و درد ** منکر اندر نفی جهدش جهد کرد
- Çalışmanın tevekküle tercihi
- مقرر شدن ترجیح جهد بر توکل
- Aslan bu yolda birçok deliller getirdi. O Cebrîler, aslanın cevabına kandılar.
- زین نمط بسیار برهان گفت شیر ** کز جواب آن جبریان گشتند سیر
- Tilki, geyik, tavşan ve çakal cebre inanışı ve dedikoduyu bıraktılar.
- روبه و آهو و خرگوش و شغال ** جبر را بگذاشتند و قیل و قال
- Bu bîatte ziyana düşmemek için kükremiş aslanla ahitlerde bulundular:
- عهدها کردند با شیر ژیان ** کاندر این بیعت نیفتد در زیان
- Zahmetsizce her günün kısmeti gelecek, aslanın başka bir teşebbüse ihtiyacı kalmayacaktı. 995
- قسم هر روزش بیاید بیجگر ** حاجتش نبود تقاضای دگر
- Kur’a kime isabet ederse günü gününe aslanın yanına sırtlan gibi o koşar, teslim olurdu.
- قرعه بر هر که فتادی روز روز ** سوی آن شیر او دویدی همچو یوز
- Bu kadeh dönerek tavşana gelince; tavşan haykırdı: “Niceye dek bu zulüm?”
- چون به خرگوش آمد این ساغر به دور ** بانگ زد خرگوش کاخر چند جور
- Aslana gitmekte geciktiğinden av hayvanlarının tavşana itiraz etmeleri
- انکار کردن نخجیران بر خرگوش در تاخیر رفتن بر شیر
- Hayvanlar dediler ki: “Bunca zamanlardır biz ahdimize vefa ederek can feda ettik.
- قوم گفتندش که چندین گاه ما ** جان فدا کردیم در عهد و وفا
- Ey inatçı, bizim kötü bir adla anılmamıza sebep olma, aslan da incinmesin. Yürü, yürü; çabuk, çabuk!”
- تو مجو بد نامی ما ای عنود ** تا نرنجد شیر رو رو زود زود
- Tavşanın av hayvanlarına cevabı
- جواب گفتن خرگوش نخجیران را
- Tavşan, “Dostlar, bana mühlet verin de hilemle siz de belâdan kurtulun. 1000
- گفت ای یاران مرا مهلت دهید ** تا به مکرم از بلا بیرون جهید
- Benim hilemle canımız kurtulsun, bu hile, çocuklarımıza miras kalsın.
- تا امان یابد به مکرم جانتان ** ماند این میراث فرزندانتان