- Bu kapının afeti, heva ve şehvettir. Yoksa burada daima şerbetler içilir durur. 10
- آفت این در هوا و شهوت است ** ور نه اینجا شربت اندر شربت است
- Bu ağzı kapa da o âlemi gör. O âleme gözbağı, boğaz ve ağızdır.
- این دهان بر بند تا بینی عیان ** چشم بند آن جهان حلق و دهان
- Ey ağız, sen esasen cehennemin bir alevisin! Ey cihan, sen zaten bir berzaha benzersin!
- ای دهان تو خود دهانهای دوزخی ** وی جهان تو بر مثال برزخی
- Baki nur, aşağılık dünyanın ardındadır. Saf süt, kan nehirlerinin ardındadır.
- نور باقی پهلوی دنیای دون ** شیر صافی پهلوی جوهای خون
- Oraya ihtiyarsız bir attın mı sütün karışır, kan haline gelir.
- چون در او گامی زنی بیاحتیاط ** شیر تو خون میشود از اختلاط
- Âdem peygamber, nefis zevkine bir adım attı, cennetin başköşesinden ayrılma zinciri, boğazına geçti. 15
- یک قدم زد آدم اندر ذوق نفس ** شد فراق صدر جنت طوق نفس
- Melek, Şeytandan kaçar gibi ondan kaçmaya başladı. Bir lokma ekmek için ne kadar gözyaşı döktü.
- همچو دیو از وی فرشته میگریخت ** بهر نانی چند آب چشم ریخت
- Gerçi cüret ettiği suç bir kıl kadardı. Fakat o kıl iki gözde bitmişti.
- گر چه یک مو بد گنه کاو جسته بود ** لیک آن مو در دو دیده رسته بود
- Âdem, kadim nur’un gözüydü. Gözde kıl, büyük bir dağ kesilir.
- بود آدم دیدهی نور قدیم ** موی در دیده بود کوه عظیم
- Eğer Âdem, o hususta meşverette bulunsaydı pişman olup özürler serdetmezdi.
- گر در آن آدم بکردی مشورت ** در پشیمانی نگفتی معذرت
- Çünkü bir akıl, başka bir akılla birleşti mi; kötü işe, kötü söze mani olur. 20
- ز آن که با عقلی چو عقلی جفت شد ** مانع بد فعلی و بد گفت شد
- Fakat nefis, başka bir nefisle dost olursa cüzi akıl muattal olur, bir işe yaramaz.
- نفس با نفس دگر چون یار شد ** عقل جزوی عاطل و بیکار شد
- Yalnızlıktan ümitsizliğe düşünce güneş gibi bir sevgilinin gölgesi altına gir.
- چون ز تنهایی تو نومیدی شوی ** زیر سایهی یار خورشیدی شوی
- Yürü, tez bir Allah dostu ara. Böyle yaptın mı, Allah, senin dostun olur.
- رو بجو یار خدایی را تو زود ** چون چنان کردی خدا یار تو بود
- Halvette oturup gözünü yuman da bunu yine dosttan öğrenmiştir.
- آن که در خلوت نظر بر دوخته ست ** آخر آن را هم ز یار آموخته ست
- Ağyardan halvet etmek gerek, yardan değil. Kürk, kışın işe yarar, baharın değil. 25
- خلوت از اغیار باید نه ز یار ** پوستین بهر دی آمد نه بهار
- Akıl başka bir akılla birleşti mi nur artar, yol meydana çıkar.
- عقل با عقل دگر دو تا شود ** نور افزون گشت و ره پیدا شود
- Fakat nefis, bir başka nefisle sevinir, gülerse karanlık çoğalır, yol gizlenir.
- نفس با نفس دگر خندان شود ** ظلمت افزون گشت و ره پنهان شود
- Ey avcı, dost senin gözündür. Onu çerçöpten arı tut.
- یار چشم تست ای مرد شکار ** از خس و خاشاک او را پاک دار
- Sakın dil süpürgesiyle ona toz kondurma. Göze tozu toprağı hediye götürme.
- هین به جاروب زبان گردی مکن ** چشم را از خس ره آوردی مکن
- Zira mümin, müminin aynası olunca yüzü buğulanmadan kurtulur. 30
- چون که مومن آینهی مومن بود ** روی او ز آلودگی ایمن بود
- Mahzunluk zamanında dost, can aynasıdır. Aynanın yüzünü nefesle buğulandırma.
- یار آیینه ست جان را در حزن ** در رخ آیینهای جان دم مزن
- Nefesinden buğulanıp yüzünü senden örtmemesi için her nefeste soluğunu tutman lâzım.
- تا نپوشد روی خود را در دمت ** دم فرو خوردن بباید هر دمت
- Topraktan aşağı mısın ki? Toprak bile sevgiliyi bulunca bir bahar yüzünden yüz binlerce çiçeğe kavuştu.
- کم ز خاکی چون که خاکی یار یافت ** از بهاری صد هزار انوار یافت
- O yaş ağaç, sevgiliyle buluşunca hoş bir hava yüzünden baştan ayağa açıldı, donandı.
- آن درختی کاو شود با یار جفت ** از هوای خوش ز سر تا پا شکفت
- Fakat gözün aykırı bir dost görünce başını, yüzünü yorgana çekti. 35
- در خزان چون دید او یار خلاف ** در کشید او رو و سر زیر لحاف
- “Kötü dostla ünsiyet, belâya bulaşmaktır. Mademki o geldi, bana uyumak düşer.
- گفت یار بد بلا آشفتن است ** چون که او آمد طریقم خفتن است
- Uyuyayım da Eshabı Kehf’ten olayım. O sıkıntıda o minnette mahpus kalmak, Dıkyanus’tan iyi” dedi.
- پس بخسپم باشم اصحاب کهف ** به ز دقیانوس آن محبوس لهف
- Eshabı kehf’in uyanıklığı, Dıkyanus’a kulluk etmekti. Fakat uykuları; şereflerini, haysiyetlerini korumuş oldu.
- یقظه شان مصروف دقیانوس بود ** خوابشان سرمایهی ناموس بود
- Bilgiyle uyumak uyanıklıktır. Vay bilgisizle oturan uyanık kişiye!
- خواب بیداری ست چون با دانش است ** وای بیداری که با نادان نشست
- Kargalar, güz mevsimi otağlarını kurdular mı, bülbüller gizlenir ve susarlar. 40
- چون که زاغان خیمه بر بهمن زدند ** بلبلان پنهان شدند و تن زدند
- Çünkü gül bahçesi olmayınca, bülbül sükût eder. Güneşin kayboluşu, uyanıklığı öldürür.
- ز آنکه بیگلزار بلبل خامش است ** غیبت خورشید بیداری کش است
- Ey güneş! Sen yeraltını aydınlatmak üzere bu gül bahçesini terk ediyorsun.
- آفتابا ترک این گلشن کنی ** تا که تحت الارض را روشن کنی
- Fakat marifet güneşi, bir yerden bir yere gitmez, o güneş dolunmaz. Onun tanyeri akıl ve candan başka bir yer değildir.
- آفتاب معرفت را نقل نیست ** مشرق او غیر جان و عقل نیست
- Hele işi gücü; gündüz olsun gece olsun, âlemi aydınlatmak olan o cihanın kemal güneşi hiç kaybolmaz.
- خاصه خورشید کمالی کان سری ست ** روز و شب کردار او روشنگری ست
- İskender’sen gün doğusuna gel. Ondan sonra nereye gidersen nurlusun, kuvvetlisin! 45
- مطلع شمس آی گر اسکندری ** بعد از آن هر جا روی نیکوفری
- Ondan sonra nereye varsan orası doğu olur; doğrular senin batına âşık kesilir.
- بعد از آن هر جا روی مشرق شود ** شرقها بر مغربت عاشق شود
- Senin yarasa duygun batıya doğru koşmakta, inciler saçan duygun da doğuya doğru akmakta.
- حس خفاشت سوی مغرب دوان ** حس در پاشت سوی مشرق روان
- Ey atlı! Duygu yolu, eşeklerin yoludur. Ey eşeklere karışan, utan!
- راه حس راه خران است ای سوار ** ای خران را تو مزاحم شرم دار
- Bu beş duygudan başka beş duygu daha vardır. O duygular kırmızı altın gibidir, bunlar bakır gibi.
- پنج حسی هست جز این پنج حس ** آن چو زر سرخ و این حسها چو مس
- Tanıyışta, anlayışta mahareti olanlar, o pazarda nasıl olur da bakır duyguyu altın duygu gibi alırlar? 50
- اندر آن بازار کایشان ماهرند ** حس مس را چون حس زر کی خرند
- Bedenlerin duygusu, zulmet gıdası yemekte, can duygusuysa bir güneşten çerezlenmekte.
- حس ابدان قوت ظلمت میخورد ** حس جان از آفتابی میچرد
- Ey duygularını derleyip toplayarak gayp âlemine götüren! Musa gibi elini koynundan çıkar.
- ای ببرده رخت حسها سوی غیب ** دست چون موسی برون آور ز جیب
- Ey sıfatları marifet güneşi olan! Bu âlem güneşi, bir sıfatla mukayyettir.
- ای صفاتت آفتاب معرفت ** و آفتاب چرخ بند یک صفت
- Hâlbuki sen gâh güneş olursun, gâh deniz. Gâh Kafdağı kesilirsin, gâh Anka.
- گاه خورشید و گهی دریا شوی ** گاه کوه قاف و گه عنقا شوی
- Fakat hakikatte sen ne bu olursun, ne o. Ey vehimlerden uzak, ey ilerden ileri! 55
- تو نه این باشی نه آن در ذات خویش ** ای فزون از وهمها و ز بیش بیش
- Ruh; ilimle, akılla dosttur. Ruhun Arapçayla, Türkçe’yle ne işi var?
- روح با علم است و با عقل است یار ** روح را با تازی و ترکی چه کار
- Ey nakşı, sureti olmayan! Bunca nakışlar, bunca suretlerle, sana hem müşebbih hayran olmuştur, hem muvahhit!
- از تو ای بینقش با چندین صور ** هم مشبه هم موحد خیرهسر
- Gâh müşebbihi muvahhit yapmakta, gâh suretler muvahhidin yolunu kesmekte.
- گه مشبه را موحد میکند ** گه موحد را صور ره میزند
- Gâh sarhoşlukla sana Ebül Hasen der, gâh ey yaşı küçük, ey bedeni taze ve yumuşak güzel diye hitabeder.
- گه ترا گوید ز مستی بو الحسن ** یا صغیر السن یا رطب البدن