- Seni ebedî olarak küllî bir ayna gördüm. Gözünden kendi suretimi müşahede ettim. 100
- آینهی کلی ترا دیدم ابد ** دیدم اندر چشم تو من نقش خود
- Nihayet ben, beni buldum, iki gözünde aydın bir yol gördüm, dedim
- گفتم آخر خویش را من یافتم ** در دو چشمش راه روشن یافتم
- Vehmin; kendine gel, o senin hayalindir. Kendini hayalinden ayırt et dedi.
- گفت وهمم کان خیال تست هان ** ذات خود را از خیال خود بدان
- Suretim gözünden seslendi: Birlikte ben senim, sen de bensin.
- نقش من از چشم تو آواز داد ** که منم تو تو منی در اتحاد
- Hayal bu zevali olmayan aydın gözdeki hakikatlerden nasıl yol bulur da girer?
- کاندر این چشم منیر بیزوال ** از حقایق راه کی یابد خیال
- Suretini, benden başkasının gözlerinden görürsen onu hayal bil, onu reddet! 105
- در دو چشم غیر من تو نقش خود ** گر ببینی آن خیالی دان و رد
- Çünkü benden başkası, gözüne yokluk sürmesi çekmekte hakikatte yok olan şeylerle gözünü sürmelemekte… Şarabı, Şeytanının tasvirinden tatmaktadır.
- ز آن که سرمهی نیستی در میکشد ** باده از تصویر شیطان میچشد
- Onun gözü hayal ve yokluk evidir. Hulâsa o, yokları var görür.
- چشمشان خانهی خیال است و عدم ** نیستها را هست بیند لاجرم
- Benim gözüme ululuk sahibi Allah’ın sürmesiyle sürmelenmiştir. Varlık evidir, hayal evi değil.
- چشم من چون سرمه دید از ذو الجلال ** خانهی هستی است نه خانهی خیال
- Gözünde bir tek kıl olsa hayalinde gevher, yeşim taşı gibi görünür.
- تا یکی مو باشد از تو پیش چشم ** در خیالت گوهری باشد چو یشم
- Hayalinden tamamıyla geçersen o vakit yeşim taşını, gevherden ayırt edebilirsin. 110
- یشم را آن گه شناسی از گهر ** کز خیال خود کنی کلی عبر
- Ey gevher tanıyan kişi, bir hikâye dinle de meydanda ve apaçık olan şeyi kıyastan fark et.
- یک حکایت بشنو ای گوهر شناس ** تا بدانی تو عیان را از قیاس
- Allah razı olsun, Ömer zamanında birisinin, hayalini hilâl sanması.
- هلال پنداشتن آن شخص خیال را در عهد عمر
- Ömer zamanında oruç ayı geldi. Birkaç kişi bir dağın tepesine koştu.
- ماه روزه گشت در عهد عمر ** بر سر کوهی دویدند آن نفر
- Oruç ayının hilâlini görüp kutlulanmak, onu hayra yormak istiyorlardı. Birisi “ Ey Ömer, işte hilâl” dedi.
- تا هلال روزه را گیرند فال ** آن یکی گفت ای عمر اینک هلال
- Ömer gökyüzüne baktıysa da ayı göremedi. “ Bu ay senin hayalinden meydana geldi.
- چون عمر بر آسمان مه را ندید ** گفت کاین مه از خیال تو دمید
- Yoksa ben, gökleri senden daha iyi görürüm. Tertemiz hilâli nasıl olur da görmem? 115
- ور نه من بیناترم افلاک را ** چون نمیبینم هلال پاک را
- Elini ısla da kaşını sıvazla. Ondan sonra hilâle bak!” dedi.
- گفت تر کن دست و بر ابرو بمال ** آن گهان تو بر نگر سوی هلال
- Adam elini ıslayıp kaşını sıvazlayınca ayı göremedi. “ Padişahım, ay yok görünmez oldu” dedi.
- چون که او تر کرد ابرو مه ندید ** گفت ای شه نیست مه شد ناپدید
- Ömer dedi ki: “Evet, kaşının kılı seni şüphelendirdi; yaydan sana bir ok attı”.
- گفت آری موی ابرو شد کمان ** سوی تو افکند تیری از گمان
- Onun yolunu bir eğri kıl kesti, o yüzden ayı gördüm diye davaya kalkıştı.
- چون یکی مو کج شد او را راه زد ** تا به دعوی لاف دید ماه زد
- Bir eğri kıl gökyüzüne perde olursa bütün vücudun eğri olunca halin ne olur? 120
- موی کج چون پردهی گردون بود ** چون همه اجزات کج شد چون بود
- Her cüz’ünü doğrulara uyup doğrult. Ey doğru yola giden, o eşikten baş çekme!
- راست کن اجزات را از راستان ** سر مکش ای راست رو ز آن آستان
- Teraziyi, terazi doğrulttuğu gibi terazinin değerini azaltan da yine terazidir.
- هم ترازو را ترازو راست کرد ** هم ترازو را ترازو کاست کرد
- Doğru olmayanlarla tartılan eksikliğe düşer, aklı şaşar kalır.
- هر که با ناراستان هم سنگ شد ** در کمی افتاد و عقلش دنگ شد
- Yürü, kâfirlere karşı şiddetli ol; ağyarın dostluğuna toprak saç!
- رو أشداء علی الکفار باش ** خاک بر دل داری اغیار پاش
- Ağyarın başına kılıç kesil; kendine gel; tilkilik etme, aslan ol. 125
- بر سر اغیار چون شمشیر باش ** هین مکن روباه بازی شیر باش
- Ki dostlar gayretleri yüzünden senden kesilmesinler! Çünkü o dikenler, bu güle düşmandır.
- تا ز غیرت از تو یاران نگسلند ** ز آنکه آن خاران عدوی این گلند
- Ateşe üzerlik tohumu serper gibi kurtların başına ateş serp; çünkü o kurtlar, Yusuf’un düşmanlarıdır.
- آتش اندر زن به گرگان چون سپند ** ز آن که آن گرگان عدوی یوسفند
- Kendine gel, Şeytan sana “babasının canı” der bu suretle o lain seni aldatır.
- جان بابا گویدت ابلیس هین ** تا به دم بفریبدت دیو لعین
- Bu kara yüzlü, babana da bu şeytanlığı yaptı. Âdem’i de mat etti.
- این چنین تلبیس با بابات کرد ** آدمی را این سیه رخ مات کرد
- Bu kuzgun, satranç başın da çeviktir. Yarı uykulu gözle kuzgunu doğan görme! 130
- بر سر شطرنج چست است این غراب ** تو مبین بازی به چشم نیم خواب
- Çünkü o kadar çok oyunlar bilir ki boğazında bir çöp gibi kalakalır.
- ز آن که فرزین بندها داند بسی ** که بگیرد در گلویت چون خسی
- Onun çöpü boğazlarda durur. O çöp nedir? Mevki ve mal sevdası.
- در گلو ماند خس او سالها ** چیست آن خس مهر جاه و مالها
- Ey kararsız kişi, mal çöpten ibarettir. Ama boğazındaysa Abıhayatı içirmez.
- مال خس باشد چو هست ای بیثبات ** در گلویت مانع آب حیات
- Malını, düzenbaz bir düşman çalacak olsa bir yol keseni, başka bir yol kesen dolandırmış demektir.
- گر برد مالت عدوی پر فنی ** ره زنی را برده باشد ره زنی
- Bir yılancının başka bir yılancıdan yılan çalması
- دزدیدن مارگیر ماری را از مارگیری دیگر
- Bir hırsızcağız, bir yılan oynatıcısının yılanını çaldı. Aptallığından onu ganimet saymaktaydı. 135
- دزدکی از مارگیری مار برد ** ز ابلهی آن را غنیمت میشمرد
- Yılancı, yılanın zehirlemesinden kurtuldu. Yılan da hırsızını ağlatıp inleterek öldürdü.
- وارهید آن مارگیر از زخم مار ** مار کشت آن دزد او را زار زار
- Yılancı, o ölü adamı görüp tanıdı, “Onu benim yılanım öldürdü, canından etti.
- مارگیرش دید پس بشناختش ** گفت از جان مار من پرداختش
- Hırsızı bulayım da yılanımı ondan alayım diye dua edip duruyordum, gönlüm yılanımı bulmayı istiyordu.
- در دعا میخواستی جانم از او ** کش بیابم مار بستانم از او
- Allah’a şükürolsun ki o dua kabul edilmedi. Ben duamın kabul edilmeyişini ziyan sandım ama bana faydaymış” dedi.
- شکر حق را کان دعا مردود شد ** من زیان پنداشتم آن سود شد
- Nice dualar vardır ki ziyanın, helâk olmanın ta kendisidir. Pak Allah, onları kereminden kabul etmez. 140
- بس دعاها کان زیان است و هلاک ** وز کرم مینشنود یزدان پاک
- İsa Aleyhisselâm’ın yoldaşının İsa’dan kemikleri diriltmesini istemesi
- التماس کردن همراه عیسی علیه السلام زنده کردن استخوانها را از او
- İsa ile bir ahmak yoldaş oldu. Gözüne yol üstünde ölü kemikleri erişince,
- گشت با عیسی یکی ابله رفیق ** استخوانها دید در حفرهی عمیق
- Yoldaş, ölüleri diriltmek için okuduğun o yüce adı,
- گفت ای همراه آن نام سنی ** که بدان تو مرده را زنده کنی
- Bana da mutlaka öğret de bir iyilikte bulunayım, o adı okuyup kemiklere can vereyim” dedi.
- مر مرا آموز تا احسان کنم ** استخوانها را بدان با جان کنم
- İsa dedi ki: ”Sus! Bu senin işin değil. Senin nefeslerinin, senin sözünün harcı değil!
- گفت خامش کن که آن کار تو نیست ** لایق انفاس و گفتار تو نیست
- Nefesin yağmurlardan daha arı, duru olması, o nefes sahiplerinin meleklerden daha idrakli bulunması lâzımdır. 145
- کان نفس خواهد ز باران پاکتر ** وز فرشته در روش دراکتر
- Âdem, ömürlerce yandı, yakıldı da arındı; felekler hazinesine emin oldu.
- عمرها بایست تا دم پاک شد ** تا امین مخزن افلاک شد
- Sen de sağ eline bir sopa aldın ama senin elin nerede, Musa’nın eli nerede,”
- خود گرفتی این عصا در دست راست ** دست را دستان موسی از کجاست
- O ahmak, ”Benim sırlara kabiliyetim yoksa o adı bu kemiklere sen oku!” dedi.
- گفت اگر من نیستم اسرار خوان ** هم تو بر خوان نام را بر استخوان
- İsa dedi ki: “Yarabbi, bunlar ne sırlardır? Bu ahmağın bu mücadeleye girişmesi nedendir?
- گفت عیسی یا رب این اسرار چیست ** میل این ابله در این بیگار چیست