English    Türkçe    فارسی   

2
1031-1080

  • Fakat o tertemiz padişahın şekli ve sureti de gizli bir fikre mahkûmdur.
  • باز شکل و صورت شاه صفی ** هست محکوم یکی فکر خفی‏
  • Gör ki bu sayısız halk, bir tefekkür yüzünden yeryüzünde akıp giden sel gibidir.
  • خلق بی‏پایان ز یک اندیشه بین ** گشته چون سیلی روانه بر زمین‏
  • Halk, o düşünceyi küçük ve ehemmiyetsiz görür ama sel gibi cihanı suya boğar, alıp götürür.
  • هست آن اندیشه پیش خلق خرد ** لیک چون سیلی جهان را خورد و برد
  • Âlem de her hünerin fikirle kaim olduğunu,
  • پس چو می‏بینی که از اندیشه‏ای ** قایم است اندر جهان هر پیشه‏ای‏
  • Evlerin, köşklerin, şehirlerin, dağların, sahraların, nehirlerin hep onda meydana geldiğini, 1035
  • خانه‏ها و قصرها و شهرها ** کوهها و دشتها و نهرها
  • Denizdeki balığın denizin vücuduyla yaşadığı gibi yerin de, denizin de, güneşin de, göğün de fikirle diri bulunduğunu mademki görmektesin.
  • هم زمین و بحر و هم مهر و فلک ** زنده از وی همچو کز دریا سمک‏
  • Neden kör gibisin, neden ahmaklık ediyorsun, neden sence ten Süleyman gibi oluyor da fikir karınca gibi?
  • پس چرا از ابلهی پیش تو کور ** تن سلیمان است و اندیشه چو مور
  • Gözüne dağ, büyük görünüyor da fikri fare gibi küçük, dağı kurt gibi büyük sanıyorsun.
  • می‏نماید پیش چشمت که بزرگ ** هست اندیشه چو موش و کوه گرگ‏
  • Âlem, gözünde pek korkunç, pek büyük görünmekte… Buluttan, gökten, gök gürlemesinden ürküp korkuyor, tir, tir titriyorsun.
  • عالم اندر چشم تو هول و عظیم ** ز ابر و رعد و چرخ داری لرز و بیم‏
  • Hâlbuki ey eşekten aşağı kişi, fikir âleminden emin ve gafilsin, bir taş gibi o, cihandan haberin yok! 1040
  • وز جهان فکرتی ای کم ز خر ** ایمن و غافل چو سنگ بی‏خبر
  • Çünkü suretten ibaretsin, akıldan nasibin yok. İnsan huylu değilsin, bir eşek sıpasısın!
  • ز انکه نقشی وز خرد بی‏بهره‏ای ** آدمی خو نیستی خر کره‏ای‏
  • Bilgisizlikten gölgeyi adam görüyorsun da insan o yüzden sence bir oyuncaktan ibaret, değersiz bir şey.
  • سایه را تو شخص می‏بینی ز جهل ** شخص از آن شد نزد تو بازی و سهل‏
  • O fikir, o hayal örtüsüz bir surette kol kanat açıncaya kadar dur.
  • باش تا روزی که آن فکر و خیال ** بر گشاید بی‏حجابی پر و بال‏
  • O zaman dağları yumuşak pamuk gibi görürsün, bir de bakarsın ki bu soğuk, sıcak yeryüzü yok oluvermiş!
  • کوهها بینی شده چون پشم نرم ** نیست گشته این زمین سرد و گرم‏
  • O zaman ezelî ve ebedî hayata ve muhabbete sahip olan Allah’tan başka ne göğü görürsün ne yıldızı! 1045
  • نه سما بینی نه اختر نه وجود ** جز خدای واحد حی ودود
  • Bir misal, ister doğru olsun, ister yanlış, doğrulukları aydınlatsın da.
  • یک فسانه راست آمد یا دروغ ** تا دهد مر راستیها را فروغ‏
  • O has köleye padişaha mensup adamların haset etmeleri
  • حسد کردن حشم بر غلام خاص
  • Padişah, lütfuyla bir köleyi bütün adamların içinden seçmiş, onlardan üstün etmişti.
  • پادشاهی بنده‏ای را از کرم ** بر گزیده بود بر جمله حشم‏
  • Elbisesinin pahası, kırk emirin maaşına bedeldi. Onun kazandığı kadir ve kıymetin onda birini, hatta yüz vezir bile görmemişti.
  • جامگی او وظیفه‏ی چل امیر ** ده یک قدرش ندیدی صد وزیر
  • Talihin yaverliği, bahtının müsait oluşu yüzünden yücelmiş, âdeta bir Eyaz olmuştu. Padişah da sanki zamanın Mahmut’uydu.
  • از کمال طالع و اقبال و بخت ** او ایازی بود و شه محمود وقت‏
  • Ruhu padişahın ruhîyle birdi. Bu ten âleminden önce de o iki ruh, birbirine eş olmuş, birbirine aşina olmuştu. 1050
  • روح او با روح شه در اصل خویش ** پیش از این تن بوده هم پیوند و خویش‏
  • Zaten iş, tenden önce olan iştir. Sonradan meydana gelenlerden geç!
  • کار آن دارد که پیش از تن بده ست ** بگذر از اینها که نو حادث شده ست‏
  • İş arifindir. Çünkü arif, şaşı değildir. Gözü, ilk ekilen şeyleri görür.
  • کار عارف راست کاو نه احول است ** چشم او بر کشتهای اول است‏
  • Buğday mı ekildi, arpa mı? Gece, gündüz gözü ondadır. Gece, neye gebeyse onu doğurur.
  • آن چه گندم کاشتندش و آن چه جو ** چشم او آن جاست روز و شب گرو
  • Bunu menetmek için yapılan hileler, başvurulan tedbirler havadan ibaret!
  • آنچ آبست است شب جز آن نزاد ** حیله‏ها و مکرها باد است باد
  • Allah’ın takdirini, kendi tedbirinden üstün gören kişi, nasıl olur da kendi tedbirleriyle gönlünü avutabilir? 1055
  • کی کند دل خوش به حیلتهای گش ** آن که بیند حیله‏ی حق بر سرش‏
  • Aklına, tedbirine güvense tuzak içinde olduğu halde tuzak kurar, fakat canına andolsun, ne bu kurtulur, ne o!
  • او درون دام دامی می‏نهد ** جان تو نه این جهد نه آن جهد
  • Yüzlerce çayır, çimen bitse de, dökülse de sonun da yine Allah’ın ektiği çıkar!
  • گر بروید ور بریزد صد گیاه ** عاقبت بر روید آن کشته‏ی اله‏
  • Ekilmiş ekinin üstüne ekin ekerler ama bu ikincisi fânidir, ilki doğrudur, ilki yerindedir.
  • کشت نو کارید بر کشت نخست ** این دوم فانی است و آن اول درست‏
  • İlk ekin kemal bulur, seçilip toplanır. İkinci tohumsa bozulur, çürüyüp gider.
  • تخم اول کامل و بگزیده است ** تخم ثانی فاسد و پوسیده است‏
  • Sevgilinin huzurunda tedbirini terk et; filvaki tedbiri de onun tedbirinden, onun kaderinden doğmadır ya! 1060
  • افکن این تدبیر خود را پیش دوست ** گر چه تدبیرت هم از تدبیر اوست‏
  • Hakk’ın yücelttiği iş, işe yarar. Nihayet biten, ilk ekilendir.
  • کار آن دارد که حق افراشته ست ** آخر آن روید که اول کاشته ست‏
  • Mademki sevgiliye esirsin, ey âşık ektiğini onun için ek!
  • هر چه کاری از برای او بکار ** چون اسیر دوستی ای دوستدار
  • Hırsız nefsin etrafında dolaşma, onun işine bulaşma. Bir iş, Hakk’ın işi değil mi? Hiçtir hiç!
  • گرد نفس دزد و کار او مپیچ ** هر چه آن نه کار حق هیچ است هیچ‏
  • Kıyamet günü gelmeden, gece hırsızı, mal sahibinin yanında rüsvay olmadan bu işten vazgeç.
  • پیش از آن که روز دین پیدا شود ** نزد مالک دزد شب رسوا شود
  • Hilelerle, tedbirlerle çalınmış olan malın vebali adalet günü çalan adamın boynunda kalır. 1065
  • رخت دزدیده به تدبیر و فنش ** مانده روز داوری بر گردنش‏
  • Yüz binlerce akıl, bir araya gelip onun tuzağına aykırı bir tuzak kurmak isterler, kurarlar da.
  • صد هزاران عقل با هم بر جهند ** تا به غیر دام او دامی نهند
  • Kurdukları tuzağı pek kuvvetli pek yerinde ve kâfi bulurlar ama bir çöp parçası rüzgâra nasıl dayanabilir?
  • دام خود را سخت‏تر یابند و بس ** کی نماید قوتی با باد خس‏
  • Eğer sen “Şu halde varlığın ne faydası var?” dersen senin bu sualinde fayda var mı inatçı adam?
  • گر تو گویی فایده‏ی هستی چه بود ** در سؤالت فایده هست ای عنود
  • Sualinde fayda yoksa bu abes ve faydasız suali niye dinleyeyim?
  • گر ندارد این سؤالت فایده ** چه شنویم این را عبث بی‏عایده‏
  • Eğer birçok faydaları varsa neden bu cihan faydasız olsun öyle ise? 1070
  • ور سؤالت را بسی فاییده‏هاست ** پس جهان بی‏فایده آخر چراست‏
  • Cihan, bir cihetten faydasız, başka bir cihetten faydalarla dopdoludur.
  • ور جهان از یک جهت بی‏فایده ست ** از جهتهای دگر پر عایده ست‏
  • Sana faydalı olan şey, bana faydasızsa. Mademki sence faydalı, onun yapmaktan geri durma.
  • فایده‏ی تو گر مرا فاییده نیست ** مر ترا چون فایده ست از وی مه ایست‏
  • Yusuf’un güzelliği kardeşlerince abesti, lüzumsuzdu.. Fakat bütün bir âleme faydalıydı.
  • حسن یوسف عالمی را فایده ** گر چه بر اخوان عبث بد زایده‏
  • Davut’un sesi kadar güzeldi ama güzel sesten anlamayanlar dinlemek istemezlerdi.
  • لحن داودی چنان محبوب بود ** لیک بر محروم بانگ چوب بود
  • Nil nehrinin suyu, Abıhayattan daha hoştu, daha feyizliydi. Fakat nasipsiz ve münkir olanlara kandı. 1075
  • آب نیل از آب حیوان بد فزون ** لیک بر محروم و منکر بود خون‏
  • Şehitlik, mümin için hayattır, münafık için ölüm ve çürüme!
  • هست بر مومن شهیدی زندگی ** بر منافق مردن است و ژندگی‏
  • Âlemde bir sürü halkın mahrum olmadığı bir nimet var mı? Söyle.
  • چیست در عالم بگو یک نعمتی ** که نه محرومند از وی امتی‏
  • Şekerden öküze, eşeğe ne fayda var? Her canın başka bir gıdası vardır.
  • گاو و خر را فایده چه در شکر ** هست هر جان را یکی قوتی دگر
  • Fakat o gıda, gıdalanan kişiye arızî ise ona nasihat etmek de onu doğru yola getirmek demektir.
  • لیک گر آن قوت بر وی عارضی است ** پس نصیحت کردن او را رایضی است‏
  • Birisi hastalık dolayısıyla toprak yemeyi sevse toprağı, kendisine gıda sanır ama, 1080
  • چون کسی کاو از مرض گل داشت دوست ** گر چه پندارد که آن خود قوت اوست‏