- Doğan dedi ki: “ Benim bir tüyüm bile kopsa padişah, baykuş yuvasının kökünü kazır.
- گفت باز ار یک پر من بشکند ** بیخ جغدستان شهنشه بر کند
- Baykuş kim oluyor ki? Bir doğan bile beni incitir, gönlümü kırar, bana cefa ederse,
- جغد چه بود خود اگر بازی مرا ** دل برنجاند کند با من جفا
- Padişah; her yokuşta her inişte doğan başlarından harmanlar yapar, tepeler yüceltir. 1155
- شه کند توده به هر شیب و فراز ** صد هزاران خرمن از سرهای باز
- Benim bekçim, onun inayetleridir. Nereye varırsam padişah arkamdadır.
- پاسبان من عنایات وی است ** هر کجا که من روم شه در پی است
- Hayalim, padişahın gönlündedir. O, bensiz duramaz.
- در دل سلطان خیال من مقیم ** بیخیال من دل سلطان سقیم
- Padişah beni uçurunca onun ziyası gibi gönül yücelerinde uçarım.
- چون بپراند مرا شه در روش ** میپرم بر اوج دل چون پرتوش
- Ay gibi güneş gibi uçup gök perdelerini aşarım.
- همچو ماه و آفتابی میپرم ** پردههای آسمانها میدرم
- Akılların aydınlığı, benim fikrimden; göklerin halk edilmesi, benim yüzümdendir. 1160
- روشنی عقلها از فکرتم ** انفطار آسمان از فطرتم
- Öyle bir doğanım ki Hüma bile bana hayran olur. Baykuş kim oluyor ki sırımı bilsin.
- بازم و حیران شود در من هما ** جغد که بود تا بداند سر ما
- Padişah, benim kurtulmam için zindanı açtı, Yüz binlerce mahpusu azat etti.
- شه برای من ز زندان یاد کرد ** صد هزاران بسته را آزاد کرد
- Bir zamancağız beni baykuşlara hemdem etti de benim yüzümden baykuşları doğanlaştırdı.
- یک دمم با جغدها دمساز کرد ** از دم من جغدها را باز کرد
- Ne mutlu o doğana ki uçuşuma uyar; talihi yâr olur da sırrımı anlar.
- ای خنک جغدی که در پرواز من ** فهم کرد از نیک بختی راز من
- Bana yapışın da doğan olun, baykuşsanız bile doğanlaşın! 1165
- در من آویزید تا نازان شوید ** گر چه جغدانید شهبازان شوید
- Böyle bir padişaha sevgili olan nereye düşerse, düşsün, nasıl olur da garip olur.?
- آن که باشد با چنان شاهی حبیب ** هر کجا افتد چرا باشد غریب
- Padişah kimin derdine derman olursa o, ney gibi feryat eder, sessiz sedasız kalmaz.
- هر که باشد شاه دردش را دوا ** گر چو نی نالد نباشد بینوا
- Ben mülk sahibiyim, başkasının sofrasına oturup yemeğini yemiyorum. Padişah, uzaktan benim davulumu çalmakta, nöbetimi vurmakta.
- مالک ملکم نیم من طبل خوار ** طبل بازم میزند شه از کنار
- Benim davulumu döğen “İrciî” sesidir. Benimle dâvaya girişenlerin rağmine şahidim, Allah’tır.
- طبل باز من ندای ارجعی ** حق گواه من به رغم مدعی
- Padişahın cinsinden değilim, hâşa, bunu iddia etmiyorum. Fakat onun tecellisiyle, onun nuruna sahibim. 1170
- من نیم جنس شهنشه دور از او ** لیک دارم در تجلی نور از او
- Cins oluş, sade şekil ve zat bakımından değildir. Su, nebatta toprağın cinsinden sayılır.
- نیست جنسیت ز روی شکل و ذات ** آب جنس خاک آمد در نبات
- Rüzgâr, ateşi yaktığı, yanmasına yardım ettiği için rüzgârın cinsi demektir. Nihayet şarap, tabiata neşe verdiğinden onun cinsidir.
- باد جنس آتش آمد در قوام ** طبع را جنس آمده ست آخر مدام
- Cinsimiz, padişah cinsinden olmadığı için varlığımız onun varlığına büründü, yok oldu.
- جنس ما چون نیست جنس شاه ما ** مای ما شد بهر مای او فنا
- Varlığımız kalmayınca da tek olarak onun varlığı kaldı. Ben onun atının ayağı önünde toz gibiyim, toz gibi!
- چون فنا شد مای ما او ماند فرد ** پیش پای اسب او گردم چو گرد
- Can da, canın nişaneleri de toprak oldu. Toprakta onun ayak izi var.” 1175
- خاک شد جان و نشانیهای او ** هست بر خاکش نشان پای او
- Bu izi bulmak için ayağı altında toprak ol ki başı dik kişilerin tacı olasın.
- خاک پایش شو برای این نشان ** تا شوی تاج سر گردن کشان
- Sizi şeklimin aldatmaması için sözümü dinlemeden şarabımı için, mezemi yiyin.
- تا که نفریبد شما را شکل من ** نقل من نوشید پیش از نقل من
- Nice kişiler var ki suret, onların yolarını kesti. Surette kastettiler, Allah’a çattılar.
- ای بسا کس را که صورت راه زد ** قصد صورت کرد و بر الله زد
- Bu can da, bedenle birleşmiştir ya. Fakat hiç can bedene benzer mi?
- آخر این جان با بدن پیوسته است ** هیچ این جان با بدن مانند هست
- Göz nuru iç yağıyla eş olmuştur, gönül nuru bir katre kanda gizli. 1180
- تاب نور چشم با پیه است جفت ** نور دل در قطرهی خونی نهفت
- Neşe ciğerin kızılındandır, gam karasında; akıl bir mum gibi beynim içinde.
- شادی اندر گرده و غم در جگر ** عقل چون شمعی درون مغز سر
- Bu alâkadar keyfiyetsiz bir tarzdadır. Akıllar, bu keyfiyetsizliği bilmede âcizdir.
- این تعلقها نه بیکیف است و چون ** عقلها در دانش چونی زبون
- Külli can, cüzi cana alâkalandı; can ondan bir inci alıp boynuna koydu.
- جان کل با جان جزو آسیب کرد ** جان از او دری ستد در جیب کرد
- Meryem nasıl gönüller alan Mesih’e gebe kaldıysa can da onun gibi koynuna aldığı o inciden gebe kaldı.
- همچو مریم جان از آن آسیب جیب ** حامله شد از مسیح دل فریب
- Fakat o Mesih, kuru ve yaş üstünde, yeryüzünde seyahat eden Mesih değildir. O Mesih’in şanı seyahatten yücedir. 1185
- آن مسیحی نه که بر خشک و تر است ** آن مسیحی کز مساحت برتر است
- Can, canlar canından gebe kaldı ya. İşte cihan, böyle candan gebe kalır.
- پس ز جان جان چو حامل گشت جان ** از چنین جانی شود حامل جهان
- Cihan da başka bir cihan doğurur. Bu mahşer de başka bir mahşer gösterir.
- پس جهان زاید جهان دیگری ** این حشر را وا نماید محشری
- Kıyamete kadar söylesem, saysam bu kıyameti anlatamam.
- تا قیامت گر بگویم بشمرم ** من ز شرح این قیامت قاصرم
- Bu, sözler, mana bakımından “ Yarab” nidasına benzer. Harfler, bir tatlı dudaklının nefesini avlamağa tuzaktır.
- این سخنها خود به معنی یا ربی است ** حرفها دام دم شیرین لبی است
- Kulun “Yarab” sözüne Allah’ın “Lebbeyk” cevabı geldikten sonra, nasıl olur da “Yarab” demekte kusur eder? 1190
- چون کند تقصیر پس چون تن زند ** چون که لبیکش به یا رب میرسد
- Fakat bu “ lebbeyk” öyle bir “Lebbeyk” tir ki onu işitemezsin ama baştan aşağıya kadar bütün vücudunla tadabilirsin.
- هست لبیکی که نتوانی شنید ** لیک سر تا پای بتوانی چشید
- Susuz birisinin duvarın üstünden ırmağa taş, topaç atması
- کلوخ انداختن تشنه از سر دیوار در جوی آب
- Bir ırmak kıyısında yüksek bir duvar vardı. Duvarın üstünde dertli bir susuz duruyordu.
- بر لب جو بود دیواری بلند ** بر سر دیوار تشنهی دردمند
- Suya erişmesine o duvar mâniydi. Susuz adam, âdeta su için balık gibi çırpınmaktaydı.
- مانعش از آب آن دیوار بود ** از پی آب او چو ماهی زار بود
- Birden suya bir kerpiç parçası attı. Suyun sesi bir göz gibi kulağına geldi.
- ناگهان انداخت او خشتی در آب ** بانگ آب آمد به گوشش چون خطاب
- O ses, tatlı bir sevgilinin sesi gibiydi. O ses, adamı şarap gibi sarhoş etmişti. 1195
- چون خطاب یار شیرین لذیذ ** مست کرد آن بانگ آبش چون نبیذ
- O mihnetlere düşmüş adam, suyun temiz sesinden hoşlanıp duvardan kerpiç kopararak suya atmaya başladı.
- از صفای بانگ آب آن ممتحن ** گشت خشت انداز ز آن جا خشتکن
- Su sanki “Ey adam, bana taş atmadan ne fayda elde ediyorsun ki?” diye bağırmaktaydı.
- آب میزد بانگ یعنی هی ترا ** فایده چه زین زدن خشتی مرا
- Susuz dedi ki. “ Ey su, iki fayda var. Onun için ben bu işten el çekmem.
- تشنه گفت آیا مرا دو فایده است ** من از این صنعت ندارم هیچ دست
- Birinci fayda şu: Su sesini duymak, susuzlara rebap dinlemek gibi.
- فایدهی اول سماع بانگ آب ** کاو بود مر تشنگان را چون رباب
- Su sesi İsrafil’in sesine benziyor. Ölü bile bu sesten hayat bulmada. 1200
- بانگ او چون بانگ اسرافیل شد ** مرده را زین زندگی تحویل شد
- Yahut bu ses, bahar günlerindeki gök gürültüsü sesini andırıyor. Bu ses yüzünden bağlar, bahçeler, ne kadar güzelleşiyor, çiçeklerle dolar.
- یا چو بانگ رعد ایام بهار ** باغ مییابد از او چندین نگار
- Yahut yoksula zekât zamanını geldiği söylenmiş, mahpusa kurtuluş müjdesi verilmiş gibi.
- یا چو بر درویش ایام زکات ** یا چو بر محبوس پیغام نجات