- Sönsün ki senin gül bahçeni yakmasın; senin adalet ve ihsanını söndürmesin.
- تا نسوزد او گلستان تو را ** تا نسوزد عدل و احسان تو را
- O söndükten sonra ne dikersen biter… Lâleler, ak güller, marsamalar çıkar. 1260
- بعد از آن چیزی که کاری بردهد ** لاله و نسرین و سیسنبردهد
- Yine doğru yoldan alabildiğine gidiyoruz. Hocam, dön geri, yolumuz nerede?
- باز پهنا میرویم از راه راست ** باز گرد ای خواجه راه ما کجاست
- Şunu anlatıyorduk: Hasetçi adam, senin eşeğin topal, konak yeri de adamakıllı uzak.
- اندر آن تقریر بودیم ای حسود ** که خرت لنگ است و منزل دور زود
- Yıl geçti, ekin vakti değil. Yüz karalığından, kötü işten başka da mahsul yok.
- سال بیگه گشت وقت کشت نی ** جز سیه رویی و فعل زشت نی
- Ten ağacına kurt düştü. Onu söküp ateşe atmak lâzım.
- کرم در بیخ درخت تن فتاد ** بایدش بر کند و در آتش نهاد
- Yolcu, kendine gel, kendine… Vakit geçti, ömür güneşi kuyuya doğruldu. 1265
- هین و هین ای راه رو بیگاه شد ** آفتاب عمر سوی چاه شد
- Bu iki günceğizinde olsun, kuvvetin varken kocalığını Hak yoluna sarf et.
- این دو روزک را که زورت هست زود ** پیر افشانی بکن از راه جود
- Elinde kalan şu kadarcık tohumu olsun ek de bu iki anlık müddetten uzun bir ömür bitsin.
- این قدر تخمی که مانده ستت بباز ** تا بروید زین دو دم عمر دراز
- Bu aydın çırağ sönmeden kendine gel de hemen fitilini düzelt, yağını tazele.
- تا نمرده ست این چراغ با گهر ** هین فتیلهاش ساز و روغن زودتر
- Yarın yaparım deme. Nice yarınlar geçti. Ekin zamanı tamamıyla geçmesin ,agâh ol!
- هین مگو فردا که فرداها گذشت ** تا به کلی نگذرد ایام کشت
- Nasihatimi dinle: Ten, kuvvetli bir bağdır. Yeniyi istiyorsan, eskiden soyun! 1270
- پند من بشنو که تن بند قوی است ** کهنه بیرون کن گرت میل نوی است
- Dudağını yum, altın dolu avucunu aç. Ten nekesliğini bırak, cömertliği ele al.
- لب ببند و کف پر زر بر گشا ** بخل تن بگذار و پیش آور سخا
- Cömertlik, şehvetleri, lezzetleri terk etmedir. Şehvet yüzünden düşen kalkmamıştır.
- ترک شهوتها و لذتها سخاست ** هر که در شهوت فرو شد بر نخاست
- Bu cömertlik, cennet selvisinin bir dalıdır. Yazıklar olsun böyle bir dalı elinden bırakana.
- این سخا شاخی است از سرو بهشت ** وای او کز کف چنین شاخی بهشت
- Bu heva ve hevesi bırakma, sapasağlam bir iptir. Bu dal, canı göğe çeker.
- عروة الوثقی است این ترک هوا ** بر کشد این شاخ جان را بر سما
- Ey güzel yollu, cömertlik dalı seni yukarı çeke, çeke aslına eriştirdi mi, 1275
- تا برد شاخ سخا ای خوب کیش ** مر ترا بالا کشان تا اصل خویش
- Güzellik Yusuf’un, bu âlem kuyu gibidir. Bu ip de Allah emrine sabretmedir.
- یوسف حسنی و این عالم چو چاه ** وین رسن صبر است بر امر اله
- Ey Yusuf, ip sarktı, iki elinle yapış. İpten gafil olma, vakit geçiyor.
- یوسفا آمد رسن در زن دو دست ** از رسن غافل مشو بیگه شده ست
- Allah’a hamdolsun ki bu ipi sarkıttılar, fazıl ve rahmeti birbirine kattılar.
- حمد لله کین رسن آویختند ** فضل و رحمت را بهم آمیختند
- Bu ipe yapış da yeni bir can âlemi apaşikar, fakat görünmez bir âlem göresin.
- تا ببینی عالم جان جدید ** عالم بس آشکار ناپدید
- Hakikatte yok olan şu cihan var gibi görünmekte, hakikatte var olan cihan da adamakıllı gizlenmede. 1280
- این جهان نیست چون هستان شده ** و آن جهان هست بس پنهان شده
- Rüzgâr esti mi toz toprak görünür, uçup savrulur, rüzgâr görünmez. Toz toprak kendisini gösterir, rüzgâra perde olur.
- خاک بر باد است و بازی میکند ** کژنمایی پرده سازی میکند
- Zahiren iş işleyen, hakikatte işsizdir, deriden ibarettir. Gizli olan içtir; asıl odur.
- اینکه بر کار است بیکار است و پوست ** و انکه پنهان است مغز و اصل اوست
- Toprak, rüzgârın elinde bir alete benzer. Asıl toprağı yüce ve tabiatı yüksek bil.
- خاک همچون آلتی در دست باد ** باد را دان عالی و عالی نژاد
- Toprağa mensup gözün bakışı da toprağa düşer. Rüzgârı gören göz başka bir çeşittir.
- چشم خاکی را به خاک افتد نظر ** باد بین چشمی بود نوعی دگر
- Atı at bilir; at, atın eşitidir. Binicinin ahvalini de binici bilir. 1285
- اسب داند اسب را کاو هست یار ** هم سواری داند احوال سوار
- Duygu gözü attır, binici Hak nuru. Binici olmadıkça at, zaten işe yaramaz ki.
- چشم حس اسب است و نور حق سوار ** بیسواره اسب خود ناید به کار
- Şu halde ata terbiye ver, kötü huyunu terk ettir. Yoksa padişah onu kabul etmez.
- پس ادب کن اسب را از خوی بد ** ور نه پیش شاه باشد اسب رد
- Atın gözüne yol gösteren, padişahın gözüdür. Padişahın gözü olmadıkça at, bir şey göremez.
- چشم اسب از چشم شه رهبر بود ** چشم او بیچشم شه مضطر بود
- Atların gözleri, ottan, otlaktan başka bir yerde değildir. Onları buralardan başka nereye çağırsan “ gelmem, niye geleyim” derler.
- چشم اسبان جز گیاه و جز چرا ** هر کجا خوانی بگوید نه چرا
- Allah nuru, duygu nuruna binmiştir de ondan sonra can, Allah’a rağbet etmiştir. 1290
- نور حق بر نور حس راکب شود ** آن گهی جان سوی حق راغب شود
- Binici olmayan at yol gitmeyi ne bilir? Doğru ve ana caddeyi bilmek için padişah lâzım.
- اسب بیراکب چه داند رسم راه ** شاه باید تا بداند شاه راه
- Nuru, binici olan duyguya doğrul. O onur, duyguya ne güzel bir sahiptir.
- سوی حسی رو که نورش راکب است ** حس را آن نور نیکو صاحب است
- His nurunu bezeyen, Allah nurudur. Bu suretle “Nur üstüne nur” ayetinin manası zuhur eder.
- نور حس را نور حق تزیین بود ** معنی نور علی نور این بود
- His nuru adamı yere çeker, Hak nuru Kevser ırmağına götürür.
- نور حسی میکشد سوی ثری ** نور حقش میبرد سوی علی
- Çünkü duygularla idrak edilen âlem, çok aşağılık bir âlemdir. Allah nuru bir denizdir, duygu ise bir çiğ tanesi gibi. 1295
- ز انکه محسوسات دونتر عالمی است ** نور حق دریا و حس چون شبنمی است
- Fakat duyguya binmiş olan meydanda değildir, iyi eserlerinden, güzel sözlerinden başka bir şey görünmez.
- لیک پیدا نیست آن راکب بر او ** جز به آثار و به گفتار نکو
- Duyguya mensup olan nur bile, kesif ve cismani olmakla beraber gözlerin karasında gizlidir.
- نور حسی کاو غلیظ است و گران ** هست پنهان در سواد دیدهگان
- Öfkenden sen duygu nurunu bile görmüyorsun, dine mensup nuru nasıl görürsün?
- چون که نور حس نمیبینی ز چشم ** چون ببینی نور آن دینی ز چشم
- Duygu nuru, bu kadar kesafetiyle beraber gizli olursa ap-arı olan bir ışık nasıl olur da gizli olmaz?
- نور حس با این غلیظی مختفی است ** چون خفی نبود ضیایی کان صفی است
- Bu cihan, gayp rüzgârının elinde bir saman çöpüne benzer, tamamıyla âcizdir. Gayp âleminin dileği, 1300
- این جهان چون خس به دست باد غیب ** عاجزی پیش گرفت و داد غیب
- Onu gâh yüceltir, gâh alçaltır. Gâh doğrultur, gâh kırar.
- گه بلندش میکند گاهیش پست ** گه درستش میکند گاهی شکست
- Gâh sağa götürür, gâh sola… Gâh gül bahçesi haline kor, gâh diken haline.
- گه یمینش میبرد گاهی یسار ** گه گلستانش کند گاهیش خار
- El gizlidir, yazı yazan kalemi gör. At oynayıp seğirtmekte, binici meydanda değil.
- دست پنهان و قلم بین خط گزار ** اسب در جولان و ناپیدا سوار
- Fırlayıp giden oka bak, yay gizli. Canlar meydanda da canların canı görünmüyor.
- تیر پران بین و ناپیدا کمان ** جانها پیدا و پنهان جان جان
- Oku kırma. O padişah okudur. Yaydan çıkan ok değildir, her şeyi bilenin şastından atılmıştır. 1305
- تیر را مشکن که این تیر شهی است ** تیر پرتابی ز شصت آگهی است
- Hak, “ Mâ remeyte iz remeyte” dedi. Allah’ın işi, bütün işlere örnektir, misaldir.
- ما رمیت إذ رمیت گفت حق ** کار حق بر کارها دارد سبق
- Kendi kızgınlığını kır, oku kırma. Senin kızgın gözün sana sütü kan gösterir.
- خشم خود بشکن تو مشکن تیر را ** چشم خشمت خون شمارد شیر را
- O kanlara bulanmış, senin kanınla ıslanmış oku alıp öp de padişaha götür.
- بوسه ده بر تیر و پیش شاه بر ** تیر خون آلود از خون تو تر