- Toprak, rüzgârın elinde bir alete benzer. Asıl toprağı yüce ve tabiatı yüksek bil.
- خاک همچون آلتی در دست باد ** باد را دان عالی و عالی نژاد
- Toprağa mensup gözün bakışı da toprağa düşer. Rüzgârı gören göz başka bir çeşittir.
- چشم خاکی را به خاک افتد نظر ** باد بین چشمی بود نوعی دگر
- Atı at bilir; at, atın eşitidir. Binicinin ahvalini de binici bilir. 1285
- اسب داند اسب را کاو هست یار ** هم سواری داند احوال سوار
- Duygu gözü attır, binici Hak nuru. Binici olmadıkça at, zaten işe yaramaz ki.
- چشم حس اسب است و نور حق سوار ** بیسواره اسب خود ناید به کار
- Şu halde ata terbiye ver, kötü huyunu terk ettir. Yoksa padişah onu kabul etmez.
- پس ادب کن اسب را از خوی بد ** ور نه پیش شاه باشد اسب رد
- Atın gözüne yol gösteren, padişahın gözüdür. Padişahın gözü olmadıkça at, bir şey göremez.
- چشم اسب از چشم شه رهبر بود ** چشم او بیچشم شه مضطر بود
- Atların gözleri, ottan, otlaktan başka bir yerde değildir. Onları buralardan başka nereye çağırsan “ gelmem, niye geleyim” derler.
- چشم اسبان جز گیاه و جز چرا ** هر کجا خوانی بگوید نه چرا
- Allah nuru, duygu nuruna binmiştir de ondan sonra can, Allah’a rağbet etmiştir. 1290
- نور حق بر نور حس راکب شود ** آن گهی جان سوی حق راغب شود
- Binici olmayan at yol gitmeyi ne bilir? Doğru ve ana caddeyi bilmek için padişah lâzım.
- اسب بیراکب چه داند رسم راه ** شاه باید تا بداند شاه راه
- Nuru, binici olan duyguya doğrul. O onur, duyguya ne güzel bir sahiptir.
- سوی حسی رو که نورش راکب است ** حس را آن نور نیکو صاحب است
- His nurunu bezeyen, Allah nurudur. Bu suretle “Nur üstüne nur” ayetinin manası zuhur eder.
- نور حس را نور حق تزیین بود ** معنی نور علی نور این بود
- His nuru adamı yere çeker, Hak nuru Kevser ırmağına götürür.
- نور حسی میکشد سوی ثری ** نور حقش میبرد سوی علی
- Çünkü duygularla idrak edilen âlem, çok aşağılık bir âlemdir. Allah nuru bir denizdir, duygu ise bir çiğ tanesi gibi. 1295
- ز انکه محسوسات دونتر عالمی است ** نور حق دریا و حس چون شبنمی است
- Fakat duyguya binmiş olan meydanda değildir, iyi eserlerinden, güzel sözlerinden başka bir şey görünmez.
- لیک پیدا نیست آن راکب بر او ** جز به آثار و به گفتار نکو
- Duyguya mensup olan nur bile, kesif ve cismani olmakla beraber gözlerin karasında gizlidir.
- نور حسی کاو غلیظ است و گران ** هست پنهان در سواد دیدهگان
- Öfkenden sen duygu nurunu bile görmüyorsun, dine mensup nuru nasıl görürsün?
- چون که نور حس نمیبینی ز چشم ** چون ببینی نور آن دینی ز چشم
- Duygu nuru, bu kadar kesafetiyle beraber gizli olursa ap-arı olan bir ışık nasıl olur da gizli olmaz?
- نور حس با این غلیظی مختفی است ** چون خفی نبود ضیایی کان صفی است
- Bu cihan, gayp rüzgârının elinde bir saman çöpüne benzer, tamamıyla âcizdir. Gayp âleminin dileği, 1300
- این جهان چون خس به دست باد غیب ** عاجزی پیش گرفت و داد غیب
- Onu gâh yüceltir, gâh alçaltır. Gâh doğrultur, gâh kırar.
- گه بلندش میکند گاهیش پست ** گه درستش میکند گاهی شکست
- Gâh sağa götürür, gâh sola… Gâh gül bahçesi haline kor, gâh diken haline.
- گه یمینش میبرد گاهی یسار ** گه گلستانش کند گاهیش خار
- El gizlidir, yazı yazan kalemi gör. At oynayıp seğirtmekte, binici meydanda değil.
- دست پنهان و قلم بین خط گزار ** اسب در جولان و ناپیدا سوار
- Fırlayıp giden oka bak, yay gizli. Canlar meydanda da canların canı görünmüyor.
- تیر پران بین و ناپیدا کمان ** جانها پیدا و پنهان جان جان
- Oku kırma. O padişah okudur. Yaydan çıkan ok değildir, her şeyi bilenin şastından atılmıştır. 1305
- تیر را مشکن که این تیر شهی است ** تیر پرتابی ز شصت آگهی است
- Hak, “ Mâ remeyte iz remeyte” dedi. Allah’ın işi, bütün işlere örnektir, misaldir.
- ما رمیت إذ رمیت گفت حق ** کار حق بر کارها دارد سبق
- Kendi kızgınlığını kır, oku kırma. Senin kızgın gözün sana sütü kan gösterir.
- خشم خود بشکن تو مشکن تیر را ** چشم خشمت خون شمارد شیر را
- O kanlara bulanmış, senin kanınla ıslanmış oku alıp öp de padişaha götür.
- بوسه ده بر تیر و پیش شاه بر ** تیر خون آلود از خون تو تر
- Meydanda olan âcizdir, bağlanmıştır, zebundur. Görünmeyense pek kuvvetli ve galip.
- آن چه پیدا عاجز و بسته و زبون ** و آن چه ناپیدا چنان تند و حرون
- Biz avlardan ibaretiz, kimin böyle bir tuzağı var? Çevgânın önünde toplardan başka bir şey değiliz, çevgânı idare eden nerde? 1310
- ما شکاریم این چنین دامی کراست ** گوی چوگانیم چوگانی کجاست
- Yırtıyor, dikiyor, nerde bu terzi? Üflüyor, yakıyor, nerde bu ateşi yakan?
- میدرد میدوزد این خیاط کو ** میدمد میسوزد این نفاط کو
- Bir an içinde sıddıkı kâfir eder, bir an içinde zındıkı zahit.
- ساعتی کافر کند صدیق را ** ساعتی زاهد کند زندیق را
- Onun içindir ki ihlâs sahibi, varlığından tamamıyla halâs olmadıkça tuzağa düşmek tehlikesindedir.
- ز انکه مخلص در خطر باشد ز دام ** تا ز خود خالص نگردد او تمام
- Çünkü yoldadır, yol kesicilerse sayısız. Ancak Allah amanında olan kurtulur.
- ز انکه در راهست و ره زن بیحد است ** آن رهد کاو در امان ایزد است
- Aynası tamamıyla arınmayan, henüz ihlâs sahibidir. Kuş tutmayan henüz avla meşguldür. 1315
- آینهی خالص نگشت او مخلص است ** مرغ را نگرفته است او مقنص است
- Fakat ihlâs sahibini Allah ihlâs makamına ulaştırırsa ihlâs sahibi kurtulur, emniyet makamına varır.
- چون که مخلص گشت مخلص باز رست ** در مقام امن رفت و برد دست
- Hiçbir ayna yoktur ki ayna olduktan sonra tekrar demir haline gelsin. Hiçbir ekmek yoktur ki tekrar harmandaki buğday şekline dönsün.
- هیچ آیینه دگر آهن نشد ** هیچ نانی گندم خرمن نشد
- Hiçbir üzüm tekrar dönüp koruk olmaz. Hiçbir olmuş meyve tekrar turfanda haline gelmez.
- هیچ انگوری دگر غوره نشد ** هیچ میوهی پخته با کوره نشد
- Piş, ol da bozulmadan kurtul. Yürü, Burhan-ı Muhakkık gibi nur ol.
- پخته گرد و از تغیر دور شو ** رو چو برهان محقق نور شو
- Kendinden kurtuldun mu tamamıyla Burhan olursun. Kul yok oldu mu sultan kesilirsin. 1320
- چون ز خود رستی همه برهان شدی ** چون که بنده نیست شد سلطان شدی
- Bunu apaçık görmek istersen Salâhaddin gösterdi, gözleri görür bir hale getirdi, açtı.
- ور عیان خواهی صلاح دین نمود ** دیدهها را کرد بینا و گشود
- Allah nuruna sahip olan her göz, fakrı onun gözünden dersler verir.
- فقر را از چشم و از سیمای او ** دید هر چشمی که دارد نور هو
- Şeyh, Allah gibi aletsiz işler görür. Müritlere sözsüz dersler verir.
- شیخ فعال است بیآلت چو حق ** با مریدان داده بیگفتی سبق
- Gönül, onun elinde mum gibi yumuşaktır. Mührü, gönle gâh ayıp, gâh şeref damgasını basar.
- دل به دست او چو موم نرم رام ** مهر او گه ننگ سازد گاه نام
- Mumundaki mühür, bir yüzüğe alamettir, onu hatırlatır, ya asıl o yüzük de ki nakış kimin alametidir, kimi hatırlatmaktadır? 1325
- مهر مومش حاکی انگشتری است ** باز آن نقش نگین حاکی کیست
- O nakış, efkârının her halkası, öbürüne geçmiş, bu suretle birbirine zincirlenmiş olan o Zerger’in fikrini anlatır.
- حاکی اندیشهی آن زرگر است ** سلسلهی هر حلقه اندر دیگر است
- Gönül dağlarındaki bu ses kimin? Bu dağ, gâh sesle dopdolu, gâh bomboş ve sessiz.
- این صدا در کوه دلها بانگ کی ست ** گه پرست از بانگ این که گه تهی است
- Ev sahibi, nerde olursa olsun hâkim ve üstatdır, yaptığı iş yerli yerindedir. Bu gönül dağı, onun sesinden hâli kalmasın!
- هر کجا هست او حکیم است اوستاد ** بانگ او زین کوه دل خالی مباد
- Dağ vardır, sesi iki misli aksettirir… Dağ vardır, yüz misli.
- هست که کاوا مثنا میکند ** هست که کآواز صد تا میکند
- Dağ; o sesten, o sözden yüz binlerce halis ve sâf kaynaklar sızdırır. 1330
- میزهاند کوه از آن آواز و قال ** صد هزاران چشمهی آب زلال
- Fakat dağdan o lütuf kesildi mi sular, kaynaklarında kan kesilir.
- چون ز کوه آن لطف بیرون میشود ** آبها در چشمهها خون میشود
- O kadehi kutlu padişahlar padişahı yüzünden Tûr dağı lâl haline geldi.
- ز آن شهنشاه همایون نعل بود ** که سراسر طور سینا لعل بود