- O nakış, efkârının her halkası, öbürüne geçmiş, bu suretle birbirine zincirlenmiş olan o Zerger’in fikrini anlatır.
- حاکی اندیشهی آن زرگر است ** سلسلهی هر حلقه اندر دیگر است
- Gönül dağlarındaki bu ses kimin? Bu dağ, gâh sesle dopdolu, gâh bomboş ve sessiz.
- این صدا در کوه دلها بانگ کی ست ** گه پرست از بانگ این که گه تهی است
- Ev sahibi, nerde olursa olsun hâkim ve üstatdır, yaptığı iş yerli yerindedir. Bu gönül dağı, onun sesinden hâli kalmasın!
- هر کجا هست او حکیم است اوستاد ** بانگ او زین کوه دل خالی مباد
- Dağ vardır, sesi iki misli aksettirir… Dağ vardır, yüz misli.
- هست که کاوا مثنا میکند ** هست که کآواز صد تا میکند
- Dağ; o sesten, o sözden yüz binlerce halis ve sâf kaynaklar sızdırır. 1330
- میزهاند کوه از آن آواز و قال ** صد هزاران چشمهی آب زلال
- Fakat dağdan o lütuf kesildi mi sular, kaynaklarında kan kesilir.
- چون ز کوه آن لطف بیرون میشود ** آبها در چشمهها خون میشود
- O kadehi kutlu padişahlar padişahı yüzünden Tûr dağı lâl haline geldi.
- ز آن شهنشاه همایون نعل بود ** که سراسر طور سینا لعل بود
- Dağın cüzileri canlandı, akıllandı. Ey halk biz bir taştan da aşağı mıyız ki?
- جان پذیرفت و خرد اجزای کوه ** ما کم از سنگیم آخر ای گروه
- Ne candan bir çeşme coşmakta, ne beden yeşiller giymiş ruhanilere katılmakta…
- نه ز جان یک چشمه جوشان میشود ** نه بدن از سبز پوشان میشود
- Onda ne bir iştiyak sahibinin sesi var, ne sâkinin bir yudum şarabının neşesi! 1335
- نه صدای بانگ مشتاقی در او ** نه صفای جرعهی ساقی در او
- Nerde hamiyet ki böyle bir dağı; keserle, çapayla, neyle olursa kökünden yıksın.
- کو حمیت تا ز تیشه و ز کلند ** این چنین که را بکلی بر کنند
- Belki cüzilerine bir ay parıltısı vurur, belki ay ışığı, ona yol bulur!
- بو که بر اجزای او تابد مهی ** بو که در وی تاب مه یابد رهی
- Kıyamette dağlar yerlerinden sökülecek… Senin bir davranman da ne vakit böyle bir keremde bulunacak?
- چون قیامت کوهها را بر کند ** پس قیامت این کرم کی میکند
- Bu kıyamet, o kıyametten nasıl olur da aşağı sayılır? O kıyamet yaradır, bu, merheme benzer.
- این قیامت ز آن قیامت کی کم است ** آن قیامت زخم و این چون مرهم است
- Bu merhemi gören yaradan kurtulmuştur. Bu güzelliği gören kötü kişi bile ihsan sahibidir. 1340
- هر که دید این مرهم از زخم ایمن است ** هر بدی کاین حسن دید او محسن است
- Ne mutlu o çirkine ki güzele eş, arkadaş oldu; vah eşi kış olan gül yüzlüye!
- ای خنک زشتی که خویش شد حریف ** و ای گل رویی که جفتش شد خریف
- Ölmüş eşek cana eş olunca dirilir, canın ta kendisi olur.
- نان مرده چون حریف جان شود ** زنده گردد نان و عین آن شود
- Kara odun ateşe eş olur, karalığa gider, baştanbaşa nur kesilir.
- هیزم تیره حریف نار شد ** تیرگی رفت و همه انوار شد
- Ölmüş eşek tuzluya düşünce eşekliği, murdarlığı bir tarafta kalır.
- در نمکلان چون خر مرده فتاد ** آن خری و مردگی یک سو نهاد
- Allah gününün rengi Allah boyasıdır. Onda her şey bir renge boyanır. 1345
- صبغة الله هست خم رنگ هو ** پیسها یک رنگ گردد اندر او
- Birisi küpe düşse de sen, ona kalk desen neşesinden “ Beni kınama. Küp benim” der.
- چون در آن خم افتد و گوییش قم ** از طرب گوید منم خم لا تلم
- O “ Ben küpüm” demek “ Ben, Hakkım” demektir. Demir demirdir ama ateş rengine girmiş, o renge boyanmıştır.
- آن منم خم خود انا الحق گفتن است ** رنگ آتش دارد الا آهن است
- Demirin rengi, ateşin renginde mahvolmuştur. Sükût eder gibi görünmekle beraber ateş olduğundan da dem vurmaktadır.
- رنگ آهن محو رنگ آتش است ** ز آتشی میلافد و خامشوش است
- Madendeki altın gibi kızarınca sözü; ağızsız, dudaksız “ Ben ateşim” sözüdür.
- چون به سرخی گشت همچون زر کان ** پس انا النار است لافش بیزبان
- Ateşin rengiyle, ateşin tabiatıyla ululanmıştır da der ki: “ Ben ateşim, ben ateş! 1350
- شد ز رنگ و طبع آتش محتشم ** گوید او من آتشم من آتشم
- Sen şüpheye düşsen de ben ateşim, istersen bir tecrübe et, elini sür.
- آتشم من گر ترا شک است و ظن ** آزمون کن دست را بر من بزن
- Ben ateşim, eğer şüphe ediyorsan bir an olsun yüzünü bana koy! ”
- آتشم من بر تو گر شد مشتبه ** روی خود بر روی من یک دم بنه
- Âdemoğlu, Allah’tan nurlanırsa seçilir de meleklerin mescudu olur.
- آدمی چون نور گیرد از خدا ** هست مسجود ملایک ز اجتبا
- Canı melek gibi azgınlıktan ve şüpheden kurtulan kişi de âlemde secde eder.
- نیز مسجود کسی کاو چون ملک ** رسته باشد جانش از طغیان و شک
- Ateş nedir, demir nedir? Dudağını yum. Bu benzetişte bulunanla alay etme. 1355
- آتش چه آهن چه لب ببند ** ریش تشبیه مشبه را مخند
- Ayağını denize pek basma, denizden çok bahsetme… Dudağını ısırarak susup kıyısında dur!
- پای در دریا منه کم گوی از آن ** بر لب دریا خمش کن لب گزان
- Benim gibi yüzlercesi bile denize tahammül edemezler. Fakat yine de denizde boğulmaktan korkmuyor, ona dalmadan duramıyorum.
- گر چه صد چون من ندارد تاب بحر ** لیک مینشکیبم از غرقاب بحر
- Canım da denize feda olsun, aklım da. Canın da kan diyetini bu deniz vermekte, aklın da.
- جان و عقل من فدای بحر باد ** خونبهای عقل و جان این بحر داد
- Ayağım oldukça denizde yürürüm, ayağım kalmazsa yine su kuşları gibi denize dalarım.
- تا که پایم میرود رانم در او ** چون نماند پا چو بطانم در او
- Huzur da bulunan bîedep kişi huzurda bulunmayan kişiden daha hoştur. Halka da eğridir ama nihayet kapıda değil mi? 1360
- بیادب حاضر ز غایب خوشتر است ** حلقه گر چه کژ بود نه بر در است
- Ey teni bulaşmış, pisleşmiş kişi, havuz kenarında dön dolaş. İnsan, havuzun dışındayken nasıl temizlenir?
- ای تن آلوده به گرد حوض گرد ** پاک کی گردد برون حوض مرد
- Havuzdan uzak düşen kişi nasıl temiz olur? O adam bâtın temizliğinden bile uzak düşmüştür.
- پاک کاو از حوض مهجور اوفتاد ** او ز پاکی خویش هم دور اوفتاد
- Bu havuzun temizliğinin haddi yoktur. Cisimlerin temizliği ise pek az bir miktarda olabilir.
- پاکی این حوض بیپایان بود ** پاکی اجسام کم میزان بود
- Çünkü gönül havuzdur ama gizli. Bu havuzun, denize gizli bir yolu var.
- ز انکه دل حوض است لیکن در کمین ** سوی دریا راه پنهان دارد این
- Senin muayyen miktardaki temizliğin yardım ister. Yoksa sayılı şey harcandıkça azalır. 1365
- پاکی محدود تو خواهد مدد ** ور نه اندر خرج کم گردد عدد
- Su, pis adama “ Bana koş” der. Pis adamsa “ Sudan utanıyorum” der.
- آب گفت آلوده را در من شتاب ** گفت آلوده که دارم شرم از آب
- Su der ki: “ Bu utanma, bensiz nasıl zail olur, bu pislik, bensiz nasıl temizlenir?”
- گفت آب این شرم بیمن کی رود ** بیمن این آلوده زایل کی شود
- Bulaşık ve pis adam; sudan utanır, gizlenirse bu utanma, “Hayâ, imana mânidir” sözünün tahakkukuna sebep olur.
- ز آب هر آلوده کاو پنهان شود ** الحیاء یمنع الإیمان بود
- Gönül, ten havuzunda çamura bulandı ama ten, gönül havuzunda arındı.
- دل ز پایهی حوض تن گلناک شد ** تن ز آب حوض دلها پاک شد
- Oğul, gönül havuzunun çevresinde olan, ten havuzundan sakın! 1370
- گرد پایهی حوض دل گرد ای پسر ** هان ز پایهی حوض تن میکن حذر
- Ten deniziyle gönül denizi birbirine bitişiktir, fakat aralarında bir berzah var, birbirlerine karışmazlar.
- بحر تن بر بحر دل بر هم زنان ** در میانشان برزخ لا یبغیان
- İster doğru ol, ister eğri. O gönül havuzuna doğru gel, geri kalma.
- گر تو باشی راست ور باشی تو کژ ** پیشتر میغژ بدو واپس مغژ
- Padişahların huzurunda can tehlikesi var ama himmetleri yüce kişiler can korkusu yüzünden padişahtan çekinmezler.
- پیش شاهان گر خطر باشد به جان ** لیک نشکیبد از او با همتان
- Padişah, şekerden daha tatlı olunca canın tatlılığına gitmesi de daha hoş, daha doğru.
- شاه چون شیرینتر از شکر بود ** جان به شیرینی رود خوشتر بود
- Ey beni kınayan, sen sağ esen ol. Ey selâmet arayan, sen beni bırak! 1375
- ای ملامت گر سلامت مر ترا ** ای سلامت جو تویی واهی العری