English    Türkçe    فارسی   

2
1439-1488

  • O öldürülmüş adam öküz kuyruğu kamçısının açtığı yaradan dirildi. Bakır gibi kimya yüzünden altın oldu.
  • Sıçrayıp kalktı, sırları söyledi, kanını dökenleri gösterdi. 1440
  • Beni bunlar öldürdü, bu fitnenin tohumunu bunlar ekti diye açıkça söz söyledi.
  • Bu ağır beden de öldürüldü mü sırları bilen ruh varlığı dirilir.
  • O adamın canı cenneti de görür, cehennemi de. Bütün sırları da tanır, bilir.
  • Kanlı şeytanları, hile ve hud’a tuzağını ve şeytanlıkları gösterir.
  • Kuyruğunun açacağı yara yüzünden can kurtulsun diye öküz kesmek, yol şartlarındandır. 1445
  • Sen de tez öküz nefsi tepele de gizli ruh dirilsin, akıllansın.
  • BASLIK YOK
  • Onlar, ahvali anlamak üzere Zünnun’un yanına yaklaşınca Zünnun onlara bağırdı: “Hey, kimlersiniz? Sakının!”
  • Onlar, edepli, edepli “ Biz dostlardanız. Buraya canla başla hal hatır sormak için geldik.
  • Nasılsın ey hünerli, marifetli akıl denizi? Akıllı olduğun halde niye kendini deli gösteriyorsun, bu ne bühtan?
  • Güneşe külhanın dumanı erişir mi? Anka, kargaya zebun olur mu? 1450
  • Bizden çekinme, şunu anlat. Biz seni sevenleriz. Bize bu işi etme.
  • Sevenleri, kendinden uzaklaştırmak yaraşmaz. Onlardan işi gizlemek onları hileyle aldatmak doğru değildir.
  • Padişahım, sırrı açığa vur. Ey ay yüzlü, yüzünü bulutla gizleme.
  • Biz seni seviyoruz, sana sadığız, âşığız. İki âlemde de gönlümüzü sana verdik” dediler.
  • Zünnun, sövüp saymaya başladı, delicesine saçma sapan sözler söyledi. 1455
  • Sıçrayıp onlara taş topaç yağdırmaya, sopa sallayıp fırlatmaya koyuldu. Hepsi yaralanıp ezilmek korkusundan kaçtılar.
  • Zünnun, kahkahayla gülüp başını salladı. Dedi ki: “ Şu dostların heva ve hevesine bak.
  • Dostlara bak! Hani dost olanların nişanesi? Dostlara zahmet can gibi sevimlidir.
  • Dosta, dostun zahmeti ağır gelir mi? Zahmet içtir, ruhtur. Dostluksa onun derisine benzer.
  • Dostluk nişanesi belâdan, afetlerden, mihnetlerden hoşlanmak değil midir? 1460
  • Dost altın gibidir. Belâ da ateşe benzer. Halis altın, ateş içinde saf bir hale gelir”
  • Efendisinin Lokman’ı sınaması
  • Tertemiz bir kul olan Lokman, gece gündüz kullukta çevik ve gayretli değil miydi?
  • Efendisi, onu ileri tutar, oğullarından üstün görürdü.
  • Çünkü lokman, filvaki kuloğluydu ama efendiydi, heva ve hevesten hürdü.
  • Bir padişah, konuşma esnasında bir şeyhe dedi ki: “ Benden bir şey dile” 1465
  • Şeyh “ Padişahım, bana böyle söylemekten utanmıyor musun? Hele biraz daha yüksel!
  • Benim iki kulum var. Onlar hor hakir kişilerdir ama ikisi de sana hükmederler, ikisi de emrederler” dedi.
  • Padişah “Bu söz hatalı bir söz. O iki kul kimler ?” deyince, şeyh “ Birisi kızmak, öbürü şehvet” dedi.
  • Padişahlıktan feragat edeni padişah bil. Onun nuru ayla güneş olmaksızın da parlar durur.
  • Mahzene sahip olan, zatı mahzen olmuş kişidir. Varlığa, mağlûp olan, varlığa düşman olan kişidir. 1470
  • Lokman’ın efendisi, görünüşte onun efendisiydi ama hakikatte Lokman’ın kuluydu.
  • Bu ters dünyada benzerler pek çoktur. Onların nazarında bir gevher, çöp parçasından da bayağıdır.
  • Her çöle, geçip kurtulunacak yer adı verilmiştir. Ad ve suret, halkın akıllarına tuzaktır.
  • Bir güruhu, elbisesi tanıtır. Onu o libasla görünce avamdan derler.
  • Mürailik sureti de bir güruhun adını zâhitliğe çıkarmıştır. Hâlbuki kendisi riyaya boğulmuştur. 1475
  • Taklitten, kapıp kaçmadan arınmış nur gerek ki, onu, sözünü dinlemeden, işini görmeden tanısın.
  • Bu nura sahip olan, akıl yoluyla onun kalbine girer, nakdini görür, nakil ve rivayete bağlanmaz.
  • Gaybı adamakıllı bilen Allah’ın has kulları can âleminde kalp casuslarıdır.
  • Hayal gibi gönle girerler. Gizli şey ve hal, onların önünde apaçıktır.
  • Serçenin vücudunda ne kuvvet, ne kudret vardır ki sırrı, doğanın aklından gizli kalsın? 1480
  • Allah sırlarına vakıf olan kişinin önünde mahlûkatın sırrı nedir ki?
  • Göklere çıkan adama yeryüzünde yürümek güç gelir mi?
  • Be zalim, Davut’un elinde demir mum haline gelir, erirdi, artık onun avucunda mum ne oluyor?
  • Lokman, kul şeklinde bir efendiydi. Kulluğu, yalnız zahiri bir görünüşten ibaretti.
  • Meselâ, efendi tanımadık bir yere giderse kuluna elbisesini giydirir. 1485
  • Kendisi de o kölenin libaslarını giyer, köleyi kendisine efendi yapar.
  • Kullar gibi onun ardından yürür. Bu suretle kendisini kimseye tanıtmaz.
  • Ey kul, sen başköşeye otur. Ben, eski bir kul gibi ayakkabılarını götüreyim.