- Bu ağır beden de öldürüldü mü sırları bilen ruh varlığı dirilir.
- چون که کشته گردد این جسم گران ** زنده گردد هستی اسرار دان
- O adamın canı cenneti de görür, cehennemi de. Bütün sırları da tanır, bilir.
- جان او بیند بهشت و نار را ** باز داند جملهی اسرار را
- Kanlı şeytanları, hile ve hud’a tuzağını ve şeytanlıkları gösterir.
- وا نماید خونیان دیو را ** وا نماید دام خدعه و ریو را
- Kuyruğunun açacağı yara yüzünden can kurtulsun diye öküz kesmek, yol şartlarındandır. 1445
- گاو کشتن هست از شرط طریق ** تا شود از زخم دمش جان مفیق
- Sen de tez öküz nefsi tepele de gizli ruh dirilsin, akıllansın.
- گاو نفس خویش را زوتر بکش ** تا شود روح خفی زنده و بهش
- BASLIK YOK
- رجوع به حکایت ذو النون
- Onlar, ahvali anlamak üzere Zünnun’un yanına yaklaşınca Zünnun onlara bağırdı: “Hey, kimlersiniz? Sakının!”
- چون رسیدند آن نفر نزدیک او ** بانگ بر زد هی کیانید اتقوا
- Onlar, edepli, edepli “ Biz dostlardanız. Buraya canla başla hal hatır sormak için geldik.
- با ادب گفتند ما از دوستان ** بهر پرسش آمدیم اینجا به جان
- Nasılsın ey hünerli, marifetli akıl denizi? Akıllı olduğun halde niye kendini deli gösteriyorsun, bu ne bühtan?
- چونی ای دریای عقل ذو فنون ** این چه بهتان است بر عقلت جنون
- Güneşe külhanın dumanı erişir mi? Anka, kargaya zebun olur mu? 1450
- دود گلخن کی رسد در آفتاب ** چون شود عنقا شکسته از غراب
- Bizden çekinme, şunu anlat. Biz seni sevenleriz. Bize bu işi etme.
- وامگیر از ما بیان کن این سخن ** ما محبانیم با ما این مکن
- Sevenleri, kendinden uzaklaştırmak yaraşmaz. Onlardan işi gizlemek onları hileyle aldatmak doğru değildir.
- مر محبان را نشاید دور کرد ** یا به رو پوش و دغل مغرور کرد
- Padişahım, sırrı açığa vur. Ey ay yüzlü, yüzünü bulutla gizleme.
- راز را اندر میان آور شها ** رو مکن در ابر پنهانی مها
- Biz seni seviyoruz, sana sadığız, âşığız. İki âlemde de gönlümüzü sana verdik” dediler.
- ما محب و صادق و دل خستهایم ** در دو عالم دل به تو در بستهایم
- Zünnun, sövüp saymaya başladı, delicesine saçma sapan sözler söyledi. 1455
- فحش آغازید و دشنام از گزاف ** گفت او دیوانگانه زی و قاف
- Sıçrayıp onlara taş topaç yağdırmaya, sopa sallayıp fırlatmaya koyuldu. Hepsi yaralanıp ezilmek korkusundan kaçtılar.
- بر جهید و سنگ پران کرد و چوب ** جملگی بگریختند از بیم کوب
- Zünnun, kahkahayla gülüp başını salladı. Dedi ki: “ Şu dostların heva ve hevesine bak.
- قهقهه خندید و جنبانید سر ** گفت باد ریش این یاران نگر
- Dostlara bak! Hani dost olanların nişanesi? Dostlara zahmet can gibi sevimlidir.
- دوستان بین، کو نشان دوستان ** دوستان را رنج باشد همچو جان
- Dosta, dostun zahmeti ağır gelir mi? Zahmet içtir, ruhtur. Dostluksa onun derisine benzer.
- کی کران گیرد ز رنج دوست دوست ** رنج مغز و دوستی آن را چو پوست
- Dostluk nişanesi belâdan, afetlerden, mihnetlerden hoşlanmak değil midir? 1460
- نه نشان دوستی شد سر خوشی ** در بلا و آفت و محنت کشی
- Dost altın gibidir. Belâ da ateşe benzer. Halis altın, ateş içinde saf bir hale gelir”
- دوست همچون زر بلا چون آتش است ** زر خالص در دل آتش خوش است
- Efendisinin Lokman’ı sınaması
- امتحان کردن خواجهی لقمان زیرکی لقمان را
- Tertemiz bir kul olan Lokman, gece gündüz kullukta çevik ve gayretli değil miydi?
- نه که لقمان را که بندهی پاک بود ** روز و شب در بندگی چالاک بود
- Efendisi, onu ileri tutar, oğullarından üstün görürdü.
- خواجهاش میداشتی در کار پیش ** بهترش دیدی ز فرزندان خویش
- Çünkü lokman, filvaki kuloğluydu ama efendiydi, heva ve hevesten hürdü.
- ز انکه لقمان گر چه بنده زاد بود ** خواجه بود و از هوا آزاد بود
- Bir padişah, konuşma esnasında bir şeyhe dedi ki: “ Benden bir şey dile” 1465
- گفت شاهی شیخ را اندر سخن ** چیزی از بخشش ز من درخواست کن
- Şeyh “ Padişahım, bana böyle söylemekten utanmıyor musun? Hele biraz daha yüksel!
- گفت ای شه شرم ناید مر ترا ** که چنین گویی مرا زین برتر آ
- Benim iki kulum var. Onlar hor hakir kişilerdir ama ikisi de sana hükmederler, ikisi de emrederler” dedi.
- من دو بنده دارم و ایشان حقیر ** و آن دو بر تو حاکمانند و امیر
- Padişah “Bu söz hatalı bir söz. O iki kul kimler ?” deyince, şeyh “ Birisi kızmak, öbürü şehvet” dedi.
- گفت شه آن دو چهاند این زلت است ** گفت آن یک خشم و دیگر شهوت است
- Padişahlıktan feragat edeni padişah bil. Onun nuru ayla güneş olmaksızın da parlar durur.
- شاه آن دان کاو ز شاهی فارغ است ** بیمه و خورشید نورش بازغ است
- Mahzene sahip olan, zatı mahzen olmuş kişidir. Varlığa, mağlûp olan, varlığa düşman olan kişidir. 1470
- مخزن آن دارد که مخزن ذات اوست ** هستی او دارد که با هستی عدوست
- Lokman’ın efendisi, görünüşte onun efendisiydi ama hakikatte Lokman’ın kuluydu.
- خواجهی لقمان به ظاهر خواجهوش ** در حقیقت بنده، لقمان خواجهاش
- Bu ters dünyada benzerler pek çoktur. Onların nazarında bir gevher, çöp parçasından da bayağıdır.
- در جهان باژگونه زین بسی است ** در نظرشان گوهری کم از خسی است
- Her çöle, geçip kurtulunacak yer adı verilmiştir. Ad ve suret, halkın akıllarına tuzaktır.
- مر بیابان را مفازه نام شد ** نام و رنگی عقلشان را دام شد
- Bir güruhu, elbisesi tanıtır. Onu o libasla görünce avamdan derler.
- یک گره را خود معرف جامه است ** در قبا گویند کاو از عامه است
- Mürailik sureti de bir güruhun adını zâhitliğe çıkarmıştır. Hâlbuki kendisi riyaya boğulmuştur. 1475
- یک گره را ظاهر سالوس زهد ** نور باید تا بود جاسوس زهد
- Taklitten, kapıp kaçmadan arınmış nur gerek ki, onu, sözünü dinlemeden, işini görmeden tanısın.
- نور باید پاک از تقلید و غول ** تا شناسد مرد را بیفعل و قول
- Bu nura sahip olan, akıl yoluyla onun kalbine girer, nakdini görür, nakil ve rivayete bağlanmaz.
- در رود در قلب او از راه عقل ** نقد او بیند نباشد بند نقل
- Gaybı adamakıllı bilen Allah’ın has kulları can âleminde kalp casuslarıdır.
- بندگان خاص علام الغیوب ** در جهان جان جواسیس القلوب
- Hayal gibi gönle girerler. Gizli şey ve hal, onların önünde apaçıktır.
- در درون دل در آید چون خیال ** پیش او مکشوف باشد سر حال
- Serçenin vücudunda ne kuvvet, ne kudret vardır ki sırrı, doğanın aklından gizli kalsın? 1480
- در تن گنجشک چه بود برگ و ساز ** که شود پوشیده آن بر عقل باز
- Allah sırlarına vakıf olan kişinin önünde mahlûkatın sırrı nedir ki?
- آن که واقف گشت بر اسرار هو ** سر مخلوقات چه بود پیش او
- Göklere çıkan adama yeryüzünde yürümek güç gelir mi?
- آن که بر افلاک رفتارش بود ** بر زمین رفتن چه دشوارش بود
- Be zalim, Davut’un elinde demir mum haline gelir, erirdi, artık onun avucunda mum ne oluyor?
- در کف داود کاهن گشت موم ** موم چه بود در کف او ای ظلوم
- Lokman, kul şeklinde bir efendiydi. Kulluğu, yalnız zahiri bir görünüşten ibaretti.
- بود لقمان بنده شکلی خواجهای ** بندگی بر ظاهرش دیباجهای
- Meselâ, efendi tanımadık bir yere giderse kuluna elbisesini giydirir. 1485
- چون رود خواجه به جای ناشناس ** در غلام خویش پوشاند لباس
- Kendisi de o kölenin libaslarını giyer, köleyi kendisine efendi yapar.
- او بپوشد جامههای آن غلام ** مر غلام خویش را سازد امام
- Kullar gibi onun ardından yürür. Bu suretle kendisini kimseye tanıtmaz.
- در پیش چون بندگان در ره شود ** تا نباید زو کسی آگه شود
- Ey kul, sen başköşeye otur. Ben, eski bir kul gibi ayakkabılarını götüreyim.
- گوید ای بنده تو رو بر صدر شین ** من بگیرم کفش چون بندهی کهین
- Sen sertlik et, bana söv, hiçbir suretle ağırlama.
- تو درشتی کن مرا دشنام ده ** مر مرا تو هیچ توقیری منه
- Şimdi hizmetin, bence bana hizmet etmeyi bırakmadan ibarettir. Ben, bu suretle gurbet diyarında bile tohumu ekeceğim” der. 1490
- ترک خدمت خدمت تو داشتم ** تا به غربت تخم حیلت کاشتم
- Efendiler, kendilerini kul sanılsınlar diye kulluğu kabul etmişlerdir.
- خواجگان این بندگیها کردهاند ** تا گمان آید که ایشان بردهاند