English    Türkçe    فارسی   

2
145-194

  • Nefesin yağmurlardan daha arı, duru olması, o nefes sahiplerinin meleklerden daha idrakli bulunması lâzımdır. 145
  • کان نفس خواهد ز باران پاک‏تر ** وز فرشته در روش دراک‏تر
  • Âdem, ömürlerce yandı, yakıldı da arındı; felekler hazinesine emin oldu.
  • عمرها بایست تا دم پاک شد ** تا امین مخزن افلاک شد
  • Sen de sağ eline bir sopa aldın ama senin elin nerede, Musa’nın eli nerede,”
  • خود گرفتی این عصا در دست راست ** دست را دستان موسی از کجاست‏
  • O ahmak, ”Benim sırlara kabiliyetim yoksa o adı bu kemiklere sen oku!” dedi.
  • گفت اگر من نیستم اسرار خوان ** هم تو بر خوان نام را بر استخوان‏
  • İsa dedi ki: “Yarabbi, bunlar ne sırlardır? Bu ahmağın bu mücadeleye girişmesi nedendir?
  • گفت عیسی یا رب این اسرار چیست ** میل این ابله در این بیگار چیست‏
  • Bu hasta, nasıl oluyor da kendi derdiyle uğraşmıyor? Bu murdar herif neye kendi canının derdine düşmüyor? 150
  • چون غم خود نیست این بیمار را ** چون غم جان نیست این مردار را
  • Kendi ölüsünü bıraktı da yabancı ölüyü diriltmeye kalkıştı!”
  • مرده‏ی خود را رها کرده ست او ** مرده‏ی بیگانه را جوید رفو
  • Allah, ”Gerilemede gerilemeyi arar. Diken eken ancak yeşermiş taze diken elde edebilir.
  • گفت حق ادبارگر ادبار جوست ** خار روییده جزای کشت اوست‏
  • Dünyada diken eken kişi, sakın ektiğin dikeni gül bahçesinde arama!
  • آن که تخم خار کارد در جهان ** هان و هان او را مجو در گلستان‏
  • O, eline gül bile alsa diken olur. Bir dost varsa dost, yılan kesilir.
  • گر گلی گیرد به کف خاری شود ** ور سوی یاری رود ماری شود
  • O şaki kötülüklerden çekinen kişinin kimyası hilâfına zehir ve yılan kimyasıdır(her şeyi zehirler, her şey ona karşı yılan haline gelir). 155
  • کیمیای زهر و مار است آن شقی ** بر خلاف کیمیای متقی‏
  • Sofinin hizmetçiye hayvanı tımar ettirmesini söylemesi, hizmetçinin de “Lâhavle” demesi
  • اندرز کردن صوفی خادم را در تیمار داشت بهیمه و لاحول گفتن خادم
  • Bir sofi seyahate çıktı, döne dolaşa bir gece bir tekkeye konuk oldu.
  • صوفیی می‏گشت در دور افق ** تا شبی در خانقاهی شد قنق‏
  • Bir hayvanı, vardı ahıra bağladı. Kendisi dostlarla, sofanın başköşesine geçip oturdu.
  • یک بهیمه داشت در آخر ببست ** او به صدر صفه با یاران نشست‏
  • Arkadaşlarıyla murakabeye daldı. Murakabede sevgilinin huzuru, adamın önünde bir defter haline gelir (Allah’ın manevi huzuruna varılır, bütün hakikatler o huzurda okunur)
  • پس مراقب گشت با یاران خویش ** دفتری باشد حضور یار بیش‏
  • Sofinin defteri, harflerin yazılmasından meydana gelen karalama değildir. Ancak kar gibi bembeyaz ve temiz gönüldür.
  • دفتر صوفی سواد حرف نیست ** جز دل اسپید همچون برف نیست‏
  • Âlimin azığı ve sermayesi, kalemden meydana gelen eserlerdir. Sofinin azığı ve sermayesi nedir? Ayak izleri! 160
  • زاد دانشمند آثار قلم ** زاد صوفی چیست آثار قدم‏
  • Sofi; av peşine düşen, ceylanın ayak izlerini görüp onları izleyen avcıya benzer.
  • همچو صیادی سوی اشکار شد ** گام آهو دید بر آثار شد
  • Bir müddet ceylanın ayak izleri işe yarar. Ondan sonra ise esasen ahudaki misk kokusu, yolu gösterir.
  • چند گاهش گام آهو در خور است ** بعد از آن خود ناف آهو رهبر است‏
  • Bu izlere, bu izlemeye şükreder de yol alırsa nihayet o adım atma o yol alma yüzünden muradına ulaşır.
  • چون که شکر گام کرد و ره برید ** لاجرم ز آن گام در کامی رسید
  • Misk kokusunu duyup bir konak yol almak, iz izleyerek yüz konaklık yol almadan, yüz konaklık yolu dönüp dolaşmadan daha iyidir.
  • رفتن یک منزلی بر بوی ناف ** بهتر از صد منزل گام و طواف‏
  • Ay ışıkların doğusu olan gönül yok mu? O gönül, ariflere “kapıları açılmıştır” sırrıdır. 165
  • آن دلی کاو مطلع مهتابهاست ** بهر عارف فتحت ابوابهاست‏
  • Sana duvardır ama onlara kapı. Sana taştır ama azizlere inci!
  • با تو دیوار است و با ایشان در است ** با تو سنگ و با عزیزان گوهر است‏
  • Senin aynada açıkça gördüğünü pir, hem de daha önce bir kerpiç parçasında görür.
  • آن چه تو در آینه بینی عیان ** پیر اندر خشت بیند بیش از آن‏
  • Pir olanlar o kişilerdir ki bu âlem yokken onların canları, kerem denizinde vardı.
  • پیر ایشان‏اند کاین عالم نبود ** جان ایشان بود در دریای جود
  • Bu tene düşmeden önce nice ömürler geçirdiler, ekmeden önce meyveler devşirdiler!
  • پیش از این تن عمرها بگذاشتند ** پیشتر از کشت بر برداشتند
  • Nakıştan, suretten evvel canlandılar, deniz yarılmadan inciler deldiler! 170
  • پیشتر از نقش جان پذرفته‏اند ** پیشتر از بحر درها سفته‏اند
  • Allah, âlemi ve Âdemi yaratma hususunda meleklerle müşavere ederken onların canları, boğazlarına kadar kudret denizine dalmış bulunuyordu.
  • مشورت می‏رفت در ایجاد خلق ** جانشان در بحر قدرت تا به حلق‏
  • Melekler, buna mani olmak istedikleri zaman, gizlice meleklere ıslık çalıyorlar, onlarla alay ediyorlardı.
  • چون ملایک مانع آن می‏شدند ** بر ملایک خفیه خنبک می‏زدند
  • Bu nefsi Küll’ün ayağı bağlanmadan onlar her yaratılacak şeyin suretini biliyorlardı.
  • مطلع بر نقش هر که هست شد ** پیش از آن کاین نفس کل پا بست شد
  • Feleklerden önce Zuhal yıldızını, tanelerden önce Ekmeği görmüşler;
  • پیشتر ز افلاک کیوان دیده‏اند ** پیشتر از دانه‏ها نان دیده‏اند
  • Akılsız, gönülsüz fikirlerle dolmuşlar; askersiz, savaşsız galip gelmişlerdi. 175
  • بی‏دماغ و دل پر از فکرت بدند ** بی‏سپاه و جنگ بر نصرت زدند
  • O apaçık anlayış, onlara nispetle düşünüştür. Yoksa haddi zatında, bu sırdan uzakta kalanlara göre görüşün ta kendisidir.
  • آن عیان نسبت به ایشان فکرت است ** ور نه خود نسبت به دوران رویت است‏
  • Düşünüş; geçmişe, geleceğe dairdir. Bu ikisinden de kurtulunca müşkül hal olur
  • فکرت از ماضی و مستقبل بود ** چون از این دو رست مشکل حل شود
  • “Ruh üzümden şarabı, yoktan varı görür”
  • روح از انگور می را دیده است ** روح از معدوم شی را دیده است‏
  • Onlar da keyfiyete düşecek olan her şeyi keyfiyetsiz görmüşler, madenden önce sağlamla kalpı fark etmişlerdir.
  • دیده چون بی‏کیف هر با کیف را ** دیده پیش از کان صحیح و زیف را
  • Üzüm yaratılmadan önce şaraplar içmişler, muhabbet sarhoşu olmuşlardır. 180
  • پیشتر از خلقت انگورها ** خورده می‏ها و نموده شورها
  • Onlar, sıcak temmuz ayında kışı, güneşin ziyasında gölgeyi görür.
  • در تموز گرم می‏بینند دی ** در شعاع شمس می‏بینند فی‏
  • Üzümün gönlünde şarabı, tamam yoklukta bütün varlığı müşahede ederler.
  • در دل انگور می را دیده‏اند ** در فنای محض شی را دیده‏اند
  • Gök, onların işret meclislerinde ancak bir yudumcuk içer. Güneş, ancak onların cömertliğiyle bu sırmalı libası giyer.
  • آسمان در دور ایشان جرعه نوش ** آفتاب از جودشان زربفت‌پوش‏
  • Onlardan iki dostu bir arada gördün mü bil ki onlar hem birdir, hem altı yüz bin!
  • چون از ایشان مجتمع بینی دو یار ** هم یکی باشند و هم ششصد هزار
  • Onların sayıları dalgalar gibidir. Onlar rüzgâr, zahiren çoğaltır. 185
  • بر مثال موجها اعدادشان ** در عدد آورده باشد بادشان‏
  • Halkın can güneşi, halkın pencerelere benzeyen bedenlerinde taaddüt eder, çoğalır.
  • مفترق شد آفتاب جانها ** در درون روزن ابدان ما
  • Fakat güneşin kursuna bakarsan birdir. Bedenlerle mahcup olan kişi şüphededir.
  • چون نظر در قرص داری خود یکی است ** و آن که شد محجوب ابدان در شکی است‏
  • Çokluk, ruhu Hayvanidedir, Ruhu insani ise birdir.
  • تفرقه در روح حیوانی بود ** نفس واحد روح انسانی بود
  • Hak, onlara mademki nurundan saçtı, Hakk’ın nuru, artık ayrılmaz.
  • چون که حق رش علیهم نوره ** مفترق هرگز نگردد نور او
  • Yoldaş, bir müddet usanmayı bırak da o güzelin tek benini sana anlatayım. 190
  • یک زمان بگذار ای همره ملال ** تا بگویم وصف خالی ز آن جمال‏
  • Onun güzelliği anlatılmaz, iki âlem de nedir? Onun yüzündeki benim aksi!
  • در بیان ناید جمال حال او ** هر دو عالم چیست عکس خال او
  • Onun güzel benini anlatmaya başladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor.
  • چون که من از خال خوبش دم زنم ** نطق می‏خواهد که بشکافد تنم‏
  • Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum, hatta kendi cirmimden, kendi haddimden fazla yük çekmekteyim.
  • همچو موری اندر این خرمن خوشم ** تا فزون از خویش باری می‏کشم‏
  • Dinleyen, hikâyenin zahirini istediğinden içyüzünün söylenmemesi, kapalı kalması
  • بسته شدن تقریر معنی حکایت به سبب میل مستمع به استماع ظاهر صورت حکایت‏
  • O aydınlığın bile haset ettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.
  • کی گذارد آن که رشک روشنی است ** تا بگویم آن چه فرض و گفتنی است‏