- Hayal gibi gönle girerler. Gizli şey ve hal, onların önünde apaçıktır.
- در درون دل در آید چون خیال ** پیش او مکشوف باشد سر حال
- Serçenin vücudunda ne kuvvet, ne kudret vardır ki sırrı, doğanın aklından gizli kalsın? 1480
- در تن گنجشک چه بود برگ و ساز ** که شود پوشیده آن بر عقل باز
- Allah sırlarına vakıf olan kişinin önünde mahlûkatın sırrı nedir ki?
- آن که واقف گشت بر اسرار هو ** سر مخلوقات چه بود پیش او
- Göklere çıkan adama yeryüzünde yürümek güç gelir mi?
- آن که بر افلاک رفتارش بود ** بر زمین رفتن چه دشوارش بود
- Be zalim, Davut’un elinde demir mum haline gelir, erirdi, artık onun avucunda mum ne oluyor?
- در کف داود کاهن گشت موم ** موم چه بود در کف او ای ظلوم
- Lokman, kul şeklinde bir efendiydi. Kulluğu, yalnız zahiri bir görünüşten ibaretti.
- بود لقمان بنده شکلی خواجهای ** بندگی بر ظاهرش دیباجهای
- Meselâ, efendi tanımadık bir yere giderse kuluna elbisesini giydirir. 1485
- چون رود خواجه به جای ناشناس ** در غلام خویش پوشاند لباس
- Kendisi de o kölenin libaslarını giyer, köleyi kendisine efendi yapar.
- او بپوشد جامههای آن غلام ** مر غلام خویش را سازد امام
- Kullar gibi onun ardından yürür. Bu suretle kendisini kimseye tanıtmaz.
- در پیش چون بندگان در ره شود ** تا نباید زو کسی آگه شود
- Ey kul, sen başköşeye otur. Ben, eski bir kul gibi ayakkabılarını götüreyim.
- گوید ای بنده تو رو بر صدر شین ** من بگیرم کفش چون بندهی کهین
- Sen sertlik et, bana söv, hiçbir suretle ağırlama.
- تو درشتی کن مرا دشنام ده ** مر مرا تو هیچ توقیری منه
- Şimdi hizmetin, bence bana hizmet etmeyi bırakmadan ibarettir. Ben, bu suretle gurbet diyarında bile tohumu ekeceğim” der. 1490
- ترک خدمت خدمت تو داشتم ** تا به غربت تخم حیلت کاشتم
- Efendiler, kendilerini kul sanılsınlar diye kulluğu kabul etmişlerdir.
- خواجگان این بندگیها کردهاند ** تا گمان آید که ایشان بردهاند
- Onların gözleri toktur, efendiliğe doymuşlardır, kendilerine lâzım olan işi yapa gelmişlerdir.
- چشم پر بودند و سیر از خواجگی ** کارها را کردهاند آمادگی
- Hâlbuki bu heva ve heves kulları, onların aksine kendilerini akıl ve can efendisi gösterirler.
- وین غلامان هوا بر عکس آن ** خویشتن بنموده خواجهی عقل و جان
- Efendi kulluk edebilir. Fakat kuldan kulluktan başka bir şey zuhur edemez ki.
- آید از خواجه ره افکندگی ** ناید از بنده بغیر بندگی
- Şunu bil ki o âlemden bu âleme böyle tersine akseden nice şeyler vardır. 1495
- پس از آن عالم بدین عالم چنان ** تعبیتها هست بر عکس این بدان
- Lokman’ın efendisi bu gizli hali biliyordu, ondan bir nişane görmüştü.
- خواجهی لقمان از این حال نهان ** بود واقف دیده بود از وی نشان
- Sırrı bildiği için o yol gösterici, iş başarmak için eşeğini güzelce sürmekteydi.
- راز میدانست و خوش میراند خر ** از برای مصلحت آن راهبر
- Lokman’ı daha önceden azat ederdi ama hoşnutluğunu diliyordu.
- مر و را آزاد کردی از نخست ** لیک خشنودی لقمان را بجست
- Çünkü Lokman’ın muradı buydu. O aslan, o yiğit, istiyordu ki kimse sırrına ermesin.
- ز انکه لقمان را مراد این بود تا ** کس نداند سر آن شیر و فتی
- Sırrını kötülerden gizlemen, şaşılacak bir şey değil; şaşılacak şey kendinden de saklaman, kendinden de gizlemendir. 1500
- چه عجب گر سر ز بد پنهان کنی ** این عجب که سر ز خود پنهان کنی
- Fakat sen, işini gözünden bile gizle de işine kötü göz değmesin.
- کار پنهان کن تو از چشمان خود ** تا بود کارت سلیم از چشم بد
- Kendini ücret tuzağına teslim et de sonra kendinden, kendiliğin olmaksızın bir şey çal.
- خویش را تسلیم کن بر دام مزد ** و انگه از خود بیز خود چیزی بدزد
- Yaralıya, vücudundan temreni çıkarabilmek için afyon verir, uyuturlar.
- میدهند افیون به مرد زخممند ** تا که پیکان از تنش بیرون کنند
- Ölüm vaktinde de adama elem ve ıstıraplar verirler. O halde meşgulken canını alıverirler.
- وقت مرگ از رنج او را میدرند ** او بدان مشغول شد جان میبرند
- Şu halde anlıyorsun ya, gönlünü herhangi bir düşünceye verdin mi, gizlice senden bir şey alacaklardır. 1505
- چون به هر فکری که دل خواهی سپرد ** از تو چیزی در نهان خواهند برد
- Her ne düşünür, her ne elde edersen hırsız, emin olduğun yerden gelip çatmaktadır.
- هر چه اندیشی و تحصیلی کنی ** میدرآید دزد از آن سو کایمنی
- Binaenaleyh bari en iyi işe koyul da hırsız, senden hiç olmazsa en bayağı, en aşağı bir şeyi alıp götürebilsin.
- پس بدان مشغول شو کان بهتر است ** تا ز تو چیزی برد کان بهتر است
- Tacirin yükü suya düşerse ondan daha iyi bir kumaşa el atar.
- بار بازرگان چو در آب اوفتد ** دست اندر کالهی بهتر زند
- Senin de mademki suya bir şeyin düşecek, mahvolacak. En aşağı şeyi terk et de daha iyisini bul.
- چون که چیزی فوت خواهد شد در آب ** ترک کمتر گوی و بهتر را بیاب
- İmtihan edenlerce, Lokman’ın fazilet veferasetinin meydana çıkması
- ظاهر شدن فضل و زیرکی لقمان پیش امتحان کنندگان
- Lokman’ın efendisi, kendisine yemek getirdiler mi, Lokman’a adam gönderip çağırtır, 1510
- هر طعامی کاوریدندی به وی ** کس سوی لقمان فرستادی ز پی
- Önce o yemeğe Lokman el sunar, efendisi de ondan sonra yerdi.
- تا که لقمان دست سوی آن برد ** قاصدا تا خواجه پس خوردش خورد
- Bu suretle onun artığını afiyetle yer, bundan zevk alır, onun yemediğini ise dökerdi.
- سور او خوردی و شور انگیختی ** هر طعامی کاو نخوردی ریختی
- Hatta yese bile gönülsüz, iştahsız yerdi. İşte asıl sonsuz dirlik, birlik budur.
- ور بخوردی بیدل و بیاشتها ** این بود پیوندی بیانتها
- Bir gün Lokman’ın efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler. Hizmetçiye “ Git, oğlum Lokman’ı çağır” dedi.
- خربزه آورده بودند ارمغان ** گفت رو فرزند لقمان را بخوان
- Lokman gelince, efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim verdi. Lokman, o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi. 1515
- چون برید و داد او را یک برین ** همچو شکر خوردش و چون انگبین
- Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın efendisi, ikinci dilimi de kesip sundu. Böyle, böyle karpuzu tekmil yedi;
- از خوشی که خورد داد او را دوم ** تا رسید آن گرچها تا هفدهم
- Yalnız bir dilim kaldı. Efendisi “ Bunu da ben yiyeyim; bir göreyim, bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir karpuz” dedi.
- ماند گرچی گفت این را من خورم ** تا چه شیرین خربزه ست این بنگرم
- Çünkü Lokman, öyle lezzetle, öyle zevkle, öyle iştahlı, iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı geliyordu.
- او چنین خوش میخورد کز ذوق او ** طبعها شد مشتهی و لقمه جو
- Efendisi, o dilimi yer yemez karpuzun acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı.
- چون بخورد از تلخیش آتش فروخت ** هم زبان کرد آبله هم حلق سوخت
- Bir eyyam acılığından âdeta kendisini kaybetti. Sonra “A benim canım, efendim, 1520
- ساعتی بیخود شد از تلخی آن ** بعد از آن گفتش که ای جان و جهان
- Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı, tatlı yedin, böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın?
- نوش چون کردی تو چندین زهر را ** لطف چون انگاشتی این قهر را
- Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var?
- این چه صبر است این صبوری از چه روست ** یا مگر پیش تو این جانت عدوست
- Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?” dedi.
- چون نیاوردی به حیلت حجتی ** که مرا عذری است بس کن ساعتی
- Lokman dedi ki: “ Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan âdeta iki kat olmuşumdur.
- گفت من از دست نعمت بخش تو ** خوردهام چندان که از شرمم دو تو
- Elinle sunduğun bir şeye; ey marifet sahibi; bu acıdır demeğe utandım. 1525
- شرمم آمد که یکی تلخ از کفت ** من ننوشم ای تو صاحب معرفت
- Çünkü vücudumun bütün cüzileri senin nimetlerinden meydana geldi. Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum;
- چون همه اجزام از انعام تو ** رستهاند و غرق دانه و دام تو
- Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryat edersem vücudumun bütün cüzileri Hak ile yeksan olsun!
- گر ز یک تلخی کنم فریاد و داد ** خاک صد ره بر سر اجزام باد
- Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı?
- لذت دست شکر بخشت بداشت ** اندر این بطیخ تلخی کی گذاشت