- Çünkü Lokman’ın muradı buydu. O aslan, o yiğit, istiyordu ki kimse sırrına ermesin.
- ز انکه لقمان را مراد این بود تا ** کس نداند سر آن شیر و فتی
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Sırrını kötülerden gizlemen, şaşılacak bir şey değil; şaşılacak şey kendinden de saklaman, kendinden de gizlemendir.   1500
- چه عجب گر سر ز بد پنهان کنی ** این عجب که سر ز خود پنهان کنی
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Fakat sen, işini gözünden bile gizle de işine kötü göz değmesin.
- کار پنهان کن تو از چشمان خود ** تا بود کارت سلیم از چشم بد
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Kendini ücret tuzağına teslim et de sonra kendinden, kendiliğin olmaksızın bir şey çal.
- خویش را تسلیم کن بر دام مزد ** و انگه از خود بیز خود چیزی بدزد
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Yaralıya, vücudundan temreni çıkarabilmek için afyon verir, uyuturlar.
- میدهند افیون به مرد زخممند ** تا که پیکان از تنش بیرون کنند
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Ölüm vaktinde de adama elem ve ıstıraplar verirler. O halde meşgulken canını alıverirler.
- وقت مرگ از رنج او را میدرند ** او بدان مشغول شد جان میبرند
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Şu halde anlıyorsun ya, gönlünü herhangi bir düşünceye verdin mi, gizlice senden bir şey alacaklardır.   1505
- چون به هر فکری که دل خواهی سپرد ** از تو چیزی در نهان خواهند برد
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Her ne düşünür, her ne elde edersen hırsız, emin olduğun yerden gelip çatmaktadır.
- هر چه اندیشی و تحصیلی کنی ** میدرآید دزد از آن سو کایمنی
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Binaenaleyh bari en iyi işe koyul da hırsız, senden hiç olmazsa en bayağı, en aşağı bir şeyi alıp götürebilsin.
- پس بدان مشغول شود کان بهترست ** تا ز تو چیزی برد کان کهترست
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Tacirin yükü suya düşerse ondan daha iyi bir kumaşa el atar.
- بار بازرگان چو در آب اوفتد ** دست اندر کالهی بهتر زند
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Senin de mademki suya bir şeyin düşecek, mahvolacak. En aşağı şeyi terk et de daha iyisini bul.
- چون که چیزی فوت خواهد شد در آب ** ترک کمتر گوی و بهتر را بیاب
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	      
		  
		  - İmtihan edenlerce, Lokman’ın fazilet veferasetinin meydana çıkması
- ظاهر شدن فضل و زیرکی لقمان پیش امتحان کنندگان
 
	      
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Lokman’ın efendisi, kendisine yemek getirdiler mi, Lokman’a adam gönderip çağırtır,   1510
- هر طعامی کاوریدندی به وی ** کس سوی لقمان فرستادی ز پی
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Önce o yemeğe Lokman el sunar, efendisi de ondan sonra yerdi.
- تا که لقمان دست سوی آن برد ** قاصدا تا خواجه پس خوردش خورد
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Bu suretle onun artığını afiyetle yer, bundan zevk alır, onun yemediğini ise dökerdi.
- سور او خوردی و شور انگیختی ** هر طعامی کاو نخوردی ریختی
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Hatta yese bile gönülsüz, iştahsız yerdi. İşte asıl sonsuz dirlik, birlik budur.
- ور بخوردی بیدل و بیاشتها ** این بود پیوندی بیانتها
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Bir gün Lokman’ın efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler. Hizmetçiye “ Git, oğlum Lokman’ı çağır” dedi.
- خربزه آورده بودند ارمغان ** گفت رو فرزند لقمان را بخوان
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Lokman gelince, efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim verdi. Lokman, o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi.   1515
- چون برید و داد او را یک برین ** همچو شکر خوردش و چون انگبین
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın efendisi, ikinci dilimi de kesip sundu. Böyle, böyle karpuzu tekmil yedi;
- از خوشی که خورد داد او را دوم ** تا رسید آن گرچها تا هفدهم
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Yalnız bir dilim kaldı. Efendisi “ Bunu da ben yiyeyim; bir göreyim, bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir karpuz” dedi.
- ماند گرچی گفت این را من خورم ** تا چه شیرین خربزه ست این بنگرم
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Çünkü Lokman, öyle lezzetle, öyle zevkle, öyle iştahlı, iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı geliyordu.
- او چنین خوش میخورد کز ذوق او ** طبعها شد مشتهی و لقمه جو
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Efendisi, o dilimi yer yemez karpuzun acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı.
- چون بخورد از تلخیش آتش فروخت ** هم زبان کرد آبله هم حلق سوخت
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Bir eyyam acılığından âdeta kendisini kaybetti. Sonra “A benim canım, efendim,   1520
- ساعتی بیخود شد از تلخی آن ** بعد از آن گفتش که ای جان و جهان
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı, tatlı yedin, böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın?
- نوش چون کردی تو چندین زهر را ** لطف چون انگاشتی این قهر را
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var?
- این چه صبر است این صبوری از چه روست ** یا مگر پیش تو این جانت عدوست
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?” dedi.
- چون نیاوردی به حیلت حجتی ** که مرا عذری است بس کن ساعتی
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Lokman dedi ki: “ Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan âdeta iki kat olmuşumdur.
- گفت من از دست نعمت بخش تو ** خوردهام چندان که از شرمم دو تو
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Elinle sunduğun bir şeye; ey marifet sahibi; bu acıdır demeğe utandım.   1525
- شرمم آمد که یکی تلخ از کفت ** من ننوشم ای تو صاحب معرفت
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Çünkü vücudumun bütün cüzileri senin nimetlerinden meydana geldi. Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum;
- چون همه اجزام از انعام تو ** رستهاند و غرق دانه و دام تو
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryat edersem vücudumun bütün cüzileri Hak ile yeksan olsun!
- گر ز یک تلخی کنم فریاد و داد ** خاک صد ره بر سر اجزام باد
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı?
- لذت دست شکر بخشت بداشت ** اندر این بطیخ تلخی کی گذاشت
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Sevgiden acılıklar tatlılaşır, sevgiden bakırlar altın kesilir.
- از محبت تلخها شیرین شود ** از محبت مسها زرین شود
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur.   1530
- از محبت دردها صافی شود ** از محبت دردها شافی شود
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.
- از محبت مرده زنده میکنند ** از محبت شاه بنده میکنند
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Bu sevgi de bilgi neticesidir. Saçma sapan şeylere kapılan kişi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki?
- این محبت هم نتیجهی دانش است ** کی گزافه بر چنین تختی نشست
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Noksan bilgi nerden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur ama o aşk, cansız şeylerdir.
- دانش ناقص کجا این عشق زاد ** عشق زاید ناقص اما بر جماد
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Noksan bilgi sahibi, cansız bir şey de dilediği şeyin rengini görünce âdeta bir ıslıktan sevgilinin sesini duymuş gibi olur.
- بر جمادی رنگ مطلوبی چو دید ** از صفیری بانگ محبوبی شنید
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Noksan bilgi, fark ve temyize malik değildir. Nihayet şimşeği güneş sanır.   1535
- دانش ناقص نداند فرق را ** لاجرم خورشید داند برق را
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Bu yüzden peygamber, noksanı olan kişiye melun dedi. Fakat bu noksan, tevil de akıl noksanıdır.
- چون که ملعون خواند ناقص را رسول ** بود در تاویل نقصان عقول
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Teninde noksan bulunan acınır, acınan kişiye lânet etmek böyle bir adamı yaralamaksa hiç de yaraşır bir şey değil.
- ز انکه ناقص تن بود مرحوم رحم ** نیست بر مرحوم لایق لعن و زخم
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Kötü hastalık, lânet edilmesi icap eden, uzaklığa lâyık olan illet, akıl noksanıdır.
- نقص عقل است آن که بد رنجوری است ** موجب لعنت سزای دوری است
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Zira noksan akılları tamamlamak, yani akıllanmak mümkündür, fakat bedendeki noksanı tamamlamaya imkân yok.
- ز انکه تکمیل خردها دور نیست ** لیک تکمیل بدن مقدور نیست
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Allah’tan uzak düşen her kötü kişinin kâfirliği, Firavunluğu, umumiyetle akıl noksanından ileri gelmiştir.   1540
- کفر و فرعونی هر گبر بعید ** جمله از نقصان عقل آمد پدید
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Beden noksanı için Kuran’ da “ Köre teklif yok” diye bir genişlik var.
- بهر نقصان بدن آمد فرج ** در نبی که ما علی الاعمی حرج
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Şimşek çabucak sönüp gider, pek vefasızdır. Sen aydın ve parlak olmayan geçici şeyi baki olandan ayırt edemiyorsun.
- برق آفل باشد و بس بیوفا ** آفل از باقی ندانی بیصفا
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Şimşek güler o kişiye. Kime biliyor musun? Onun nuruna gönül bağlayana.
- برق خندد بر که میخندد بگو ** بر کسی که دل نهد بر نور او
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Felek nurlarının sonu yoktur. O nurlar, şarkta ve garpta bulunmayan Allah nuruna benzer mi hiç?
- نورهای چرخ ببریده پی است ** آن چو لا شرقی و لا غربی کی است
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Şimşek, bil ki göz nurunu alır, baki nur da, bil ki gözlere yardımcıdır.   1545
- برق را چون یخطف الأبصار دان ** نور باقی را همه انصار دان
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Denizköpüğü üstüne at sürmekle şimşek ziyasıyla mektup okumak,
- بر کف دریا فرس را راندن ** نامهای در نور برقی خواندن
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Hırs yüzünden akıbeti görmemek, kendi gönlüne, kendi aklına gülmektir.
- از حریصی عاقبت نادیدن است ** بر دل و بر عقل خود خندیدن است
 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Aklın hassası, işin sonunu görmektir. Akıbeti görmeyen akıl, nefistir.
- عاقبت بین است عقل از خاصیت ** نفس باشد کاو نبیند عاقبت