- Noksan bilgi sahibi, cansız bir şey de dilediği şeyin rengini görünce âdeta bir ıslıktan sevgilinin sesini duymuş gibi olur.
- بر جمادی رنگ مطلوبی چو دید ** از صفیری بانگ محبوبی شنید
- Noksan bilgi, fark ve temyize malik değildir. Nihayet şimşeği güneş sanır. 1535
- دانش ناقص نداند فرق را ** لاجرم خورشید داند برق را
- Bu yüzden peygamber, noksanı olan kişiye melun dedi. Fakat bu noksan, tevil de akıl noksanıdır.
- چون که ملعون خواند ناقص را رسول ** بود در تاویل نقصان عقول
- Teninde noksan bulunan acınır, acınan kişiye lânet etmek böyle bir adamı yaralamaksa hiç de yaraşır bir şey değil.
- ز انکه ناقص تن بود مرحوم رحم ** نیست بر مرحوم لایق لعن و زخم
- Kötü hastalık, lânet edilmesi icap eden, uzaklığa lâyık olan illet, akıl noksanıdır.
- نقص عقل است آن که بد رنجوری است ** موجب لعنت سزای دوری است
- Zira noksan akılları tamamlamak, yani akıllanmak mümkündür, fakat bedendeki noksanı tamamlamaya imkân yok.
- ز انکه تکمیل خردها دور نیست ** لیک تکمیل بدن مقدور نیست
- Allah’tan uzak düşen her kötü kişinin kâfirliği, Firavunluğu, umumiyetle akıl noksanından ileri gelmiştir. 1540
- کفر و فرعونی هر گبر بعید ** جمله از نقصان عقل آمد پدید
- Beden noksanı için Kuran’ da “ Köre teklif yok” diye bir genişlik var.
- بهر نقصان بدن آمد فرج ** در نبی که ما علی الاعمی حرج
- Şimşek çabucak sönüp gider, pek vefasızdır. Sen aydın ve parlak olmayan geçici şeyi baki olandan ayırt edemiyorsun.
- برق آفل باشد و بس بیوفا ** آفل از باقی ندانی بیصفا
- Şimşek güler o kişiye. Kime biliyor musun? Onun nuruna gönül bağlayana.
- برق خندد بر که میخندد بگو ** بر کسی که دل نهد بر نور او
- Felek nurlarının sonu yoktur. O nurlar, şarkta ve garpta bulunmayan Allah nuruna benzer mi hiç?
- نورهای چرخ ببریده پی است ** آن چو لا شرقی و لا غربی کی است
- Şimşek, bil ki göz nurunu alır, baki nur da, bil ki gözlere yardımcıdır. 1545
- برق را چون یخطف الأبصار دان ** نور باقی را همه انصار دان
- Denizköpüğü üstüne at sürmekle şimşek ziyasıyla mektup okumak,
- بر کف دریا فرس را راندن ** نامهای در نور برقی خواندن
- Hırs yüzünden akıbeti görmemek, kendi gönlüne, kendi aklına gülmektir.
- از حریصی عاقبت نادیدن است ** بر دل و بر عقل خود خندیدن است
- Aklın hassası, işin sonunu görmektir. Akıbeti görmeyen akıl, nefistir.
- عاقبت بین است عقل از خاصیت ** نفس باشد کاو نبیند عاقبت
- Nefse mağlûp olan akıl, nefis haline gelmiştir. Müşteri, Zuhal tesiri altında kalırsa Zuhalleşir.
- عقل کاو مغلوب نفس او نفس شد ** مشتری مات زحل شد نحس شد
- Sen bu yomsuzluk içinde gözünü döndür de sana bu nuhuseti verene bak! 1550
- هم درین نحسی بگردان این نظر ** در کسی که کرد نحست درنگر
- Bu cezirle meddi gören kişi, yomsuzluktan kurtulur, saadete erer.
- آن نظر که بنگرد این جر و مد ** او ز نحسی سوی سعدی نقب زد
- Allah, bir halden bir hale döndürme esnasında her şeyi zıddıyla meydana çıkararak seni halden hale döndürür durur.
- ز آن همیگرداندت حالی به حال ** ضد به ضد پیدا کنان در انتقال
- Bu suretle de Eshabı Şimalden olmaktan korkar durur, erler gibi de Eshabı Yemin’in lezzetini umarsın.
- تا که خوفت زاید از ذات الشمال ** لذت ذات الیمین یرجی الرجال
- Bir yandan korkuya, bir yandan ümide düştün mü iki kanadın olur. Bir kanatlı kuş kat’iyen uçamaz, âcizdir.
- تا دو پر باشی که مرغ یک پره ** عاجز آید از پریدن ای سره
- Ya beni bırak, hiç söylemeyeyim yahut da izin ver tamamıyla söyleyeyim. 1555
- یا رها کن تا نیایم در کلام ** یا بده دستور تا گویم تمام
- Yoksa ne bunu istiyor, ne onu istiyorsan yine ferman senin. Kim ne bilir ki maksadın ne, muradın nerede?
- ور نه این خواهی نه آن فرمان تراست ** کس چه داند مر ترا مقصد کجاست
- Can, İbrahim canı olmalı ki nuruyla ateş içinde cennetler, köşkler görsün.
- جان ابراهیم باید تا به نور ** بیند اندر نار فردوس و قصور
- Derece, derece aya, güneşe kadar yücelsin; halka gibi kapıya kalmasın.
- پایه پایه بر رود بر ماه و خور ** تا نماند همچو حلقه بند در
- Halil gibi yedinci kat gökten de geçsin. Çünkü ben batanları, geçenleri sevmem.
- چون خلیل از آسمان هفتمین ** بگذرد که لا أحب الآفلین
- Bu ten âlemi, şehvetten kurtulan kişiden başkasını yanılta gelmiştir, yanılta gider. 1560
- این جهان تن غلط انداز شد ** جز مر آن را کاو ز شهوت باز شد
- Padişah adamlarının o has köleye haset edişlerine dair olan hikâyenin sonu
- تتمهی حسد آن حشم بر آن غلام خاص
- Padişah beylerinin hikâyesi, o ebedî sultan kölelerinin has köleye hasetleri,
- قصهی شاه و امیران و حسد ** بر غلام خاص و سلطان خرد
- Söz, sözü aça, aça hayli geri kaldı. Yine o hikâyeye başlamak, onu tamamlamak gerek.
- دور ماند از جر جرار کلام ** باز باید گشت و کرد آن را تمام
- İkbâl sahibi ve bahtlı melek bahçıvan, nasıl olur da ağacı ağaçtan fark etmez?
- باغبان ملک با اقبال و بخت ** چون درختی را نداند از درخت
- Acı ve kötü ağaçla, bire yedi yüz meyve veren meyveli ağacı.
- آن درختی را که تلخ و رد بود ** و آن درختی که یکش هفصد بود
- Nasıl olur da bir görür, ikisini de yetiştirmek için zahmet çeker, hele gözü her şeyin sonunu görüp dururken buna imkân mı var? 1565
- کی برابر دارد اندر تربیت ** چون ببیندشان به چشم عاقبت
- O iki ağaç, filvaki şimdi görünüşte bir görünüyor ama ağaçlardan maksat ne? Meyve vermek değil mi?
- کان درختان را نهایت چیست بر ** گر چه یکسانند این دم در نظر
- Allah nuruyla gören, sondan önden agâh olan şeyh;
- شیخ کاو ینظر بنور الله شد ** از نهایت وز نخست آگاه شد
- Âhiri gören gözü Allah uğrunda yummuş, menzile ulaşma hususunda sonu gören gözü açmıştır.
- چشم آخر بین ببست از بهر حق ** چشم آخر بین گشاد اندر سبق
- O hasetçiler, kötü ağaçtır. Yarattıkları acı, bahtları kötüdür.
- آن حسودان بد درختان بودهاند ** تلخ گوهر شور بختان بودهاند
- Hasetten coşarlar, ağızları köpürür durur, gizlice hileler kurarlar. 1570
- از حسد جوشان و کف میریختند ** در نهانی مکر میانگیختند
- Bu suretle has kölenin boynunu vurmak, dünyadan kazımak dilerler.
- تا غلام خاص را گردن زنند ** بیخ او را از زمانه بر کنند
- Canı, padişahın canı olan kişi, nasıl fâni olur? Birisinin gönlünü Allah korursa o adam nasıl yok olur?
- چون شود فانی چو جانش شاه بود ** بیخ او در عصمت الله بود
- Padişah o sıralara vâkıftı, fakat Ebubekr-i Rebabi gibi ses çıkarmıyordu.
- شاه از آن اسرار واقف آمده ** همچو بو بکر ربابی تن زده
- Yaratılışları kötü, ahlâkları fena kişilerin gönüllerini görüyor, o testicilerle gizlice alay ediyordu.
- در تماشای دل بد گوهران ** میزدی خنبک بر آن کوزهگران
- Hileciler, hile düzüp koşuyorlar, padişahı çömleğe sokmak istiyorlardı. 1575
- مکر میسازند قومی حیلهمند ** تا که شه را در فقاعی در کنند
- O kadar büyük bir padişah, a eşekler, nasıl bir çömleğe sığar?
- پادشاهی بس عظیمی بیکران ** در فقاعی کی بگنجد ای خران
- Padişah için bir tuzak ördüler ama nihayet bu hileyi de ondan öğrendiler.
- از برای شاه دامی دوختند ** آخر این تدبیر از او آموختند
- Ne kötü talebedir o talebe ki hocasıyla baş koşar, onunla kendisini bir görür.
- نحس شاگردی که با استاد خویش ** همسری آغازد و آید به پیش
- Hem de hangi hocayla? Huzurunda gizli, aşikâr bir olan cihan hocasıyla.
- با کدام استاد استاد جهان ** پیش او یکسان و هویدا و نهان
- Onun gözü, Allah nuruyla bakmakta, bilgisizlik perdelerini yırtıp yakmaktadır. 1580
- چشم او ینظر بنور الله شده ** پردههای جهل را خارق بده
- O talebe, eski kilim gibi paramparça, delik deşik olmuş gönülleri bir perde yapıp o hâkimin önüne gerer.
- از دل سوراخ چون کهنه گلیم ** پردهای بندد به پیش آن حکیم
- Hâlbuki o perde bile yüzlerce ağzıyla ona gülüp durur. Her ağzı hocaya bir delik olmuştur. ( deliklerden talebenin gönlünü seyreder durur.)
- پرده میخندد بر او با صد دهان ** هر دهانی گشته اشکافی بر آن
- Hoca, talebeye der ki; “ Ey köpekten de aşağı olan, bana hiç mi vefan yok?
- گوید آن استاد مر شاگرد را ** ای کم از سگ نیستت با من وفا