O şaki kötülüklerden çekinen kişinin kimyası hilâfına zehir ve yılan kimyasıdır(her şeyi zehirler, her şey ona karşı yılan haline gelir). 155
کیمیای زهر و مار است آن شقی ** بر خلاف کیمیای متقی
Sofinin hizmetçiye hayvanı tımar ettirmesini söylemesi, hizmetçinin de “Lâhavle” demesi
اندرز کردن صوفی خادم را در تیمار داشت بهیمه و لاحول گفتن خادم
Bir sofi seyahate çıktı, döne dolaşa bir gece bir tekkeye konuk oldu.
صوفیی میگشت در دور افق ** تا شبی در خانقاهی شد قنق
Bir hayvanı, vardı ahıra bağladı. Kendisi dostlarla, sofanın başköşesine geçip oturdu.
یک بهیمه داشت در آخر ببست ** او به صدر صفه با یاران نشست
Arkadaşlarıyla murakabeye daldı. Murakabede sevgilinin huzuru, adamın önünde bir defter haline gelir (Allah’ın manevi huzuruna varılır, bütün hakikatler o huzurda okunur)
پس مراقب گشت با یاران خویش ** دفتری باشد حضور یار بیش
Sofinin defteri, harflerin yazılmasından meydana gelen karalama değildir. Ancak kar gibi bembeyaz ve temiz gönüldür.
دفتر صوفی سواد حرف نیست ** جز دل اسپید همچون برف نیست
Âlimin azığı ve sermayesi, kalemden meydana gelen eserlerdir. Sofinin azığı ve sermayesi nedir? Ayak izleri! 160
زاد دانشمند آثار قلم ** زاد صوفی چیست آثار قدم
Sofi; av peşine düşen, ceylanın ayak izlerini görüp onları izleyen avcıya benzer.
همچو صیادی سوی اشکار شد ** گام آهو دید بر آثار شد
Bir müddet ceylanın ayak izleri işe yarar. Ondan sonra ise esasen ahudaki misk kokusu, yolu gösterir.
چند گاهش گام آهو در خور است ** بعد از آن خود ناف آهو رهبر است
Bu izlere, bu izlemeye şükreder de yol alırsa nihayet o adım atma o yol alma yüzünden muradına ulaşır.
چون که شکر گام کرد و ره برید ** لاجرم ز آن گام در کامی رسید
Misk kokusunu duyup bir konak yol almak, iz izleyerek yüz konaklık yol almadan, yüz konaklık yolu dönüp dolaşmadan daha iyidir.
رفتن یک منزلی بر بوی ناف ** بهتر از صد منزل گام و طواف
Ay ışıkların doğusu olan gönül yok mu? O gönül, ariflere “kapıları açılmıştır” sırrıdır. 165
آن دلی کاو مطلع مهتابهاست ** بهر عارف فتحت ابوابهاست
Sana duvardır ama onlara kapı. Sana taştır ama azizlere inci!
با تو دیوار است و با ایشان در است ** با تو سنگ و با عزیزان گوهر است
Senin aynada açıkça gördüğünü pir, hem de daha önce bir kerpiç parçasında görür.
آن چه تو در آینه بینی عیان ** پیر اندر خشت بیند بیش از آن
Pir olanlar o kişilerdir ki bu âlem yokken onların canları, kerem denizinde vardı.
پیر ایشاناند کاین عالم نبود ** جان ایشان بود در دریای جود
Bu tene düşmeden önce nice ömürler geçirdiler, ekmeden önce meyveler devşirdiler!
پیش از این تن عمرها بگذاشتند ** پیشتر از کشت بر برداشتند
Nakıştan, suretten evvel canlandılar, deniz yarılmadan inciler deldiler! 170
پیشتر از نقش جان پذرفتهاند ** پیشتر از بحر درها سفتهاند
Allah, âlemi ve Âdemi yaratma hususunda meleklerle müşavere ederken onların canları, boğazlarına kadar kudret denizine dalmış bulunuyordu.
مشورت میرفت در ایجاد خلق ** جانشان در بحر قدرت تا به حلق
Melekler, buna mani olmak istedikleri zaman, gizlice meleklere ıslık çalıyorlar, onlarla alay ediyorlardı.
چون ملایک مانع آن میشدند ** بر ملایک خفیه خنبک میزدند
Bu nefsi Küll’ün ayağı bağlanmadan onlar her yaratılacak şeyin suretini biliyorlardı.
مطلع بر نقش هر که هست شد ** پیش از آن کاین نفس کل پا بست شد
Feleklerden önce Zuhal yıldızını, tanelerden önce Ekmeği görmüşler;
پیشتر ز افلاک کیوان دیدهاند ** پیشتر از دانهها نان دیدهاند
Akılsız, gönülsüz fikirlerle dolmuşlar; askersiz, savaşsız galip gelmişlerdi. 175
بیدماغ و دل پر از فکرت بدند ** بیسپاه و جنگ بر نصرت زدند
O apaçık anlayış, onlara nispetle düşünüştür. Yoksa haddi zatında, bu sırdan uzakta kalanlara göre görüşün ta kendisidir.
آن عیان نسبت به ایشان فکرت است ** ور نه خود نسبت به دوران رویت است
Düşünüş; geçmişe, geleceğe dairdir. Bu ikisinden de kurtulunca müşkül hal olur
فکرت از ماضی و مستقبل بود ** چون از این دو رست مشکل حل شود
“Ruh üzümden şarabı, yoktan varı görür”
روح از انگور می را دیده است ** روح از معدوم شی را دیده است
Onlar da keyfiyete düşecek olan her şeyi keyfiyetsiz görmüşler, madenden önce sağlamla kalpı fark etmişlerdir.
دیده چون بیکیف هر با کیف را ** دیده پیش از کان صحیح و زیف را
Üzüm yaratılmadan önce şaraplar içmişler, muhabbet sarhoşu olmuşlardır. 180
پیشتر از خلقت انگورها ** خورده میها و نموده شورها
Onlar, sıcak temmuz ayında kışı, güneşin ziyasında gölgeyi görür.
در تموز گرم میبینند دی ** در شعاع شمس میبینند فی
Üzümün gönlünde şarabı, tamam yoklukta bütün varlığı müşahede ederler.
در دل انگور می را دیدهاند ** در فنای محض شی را دیدهاند
Gök, onların işret meclislerinde ancak bir yudumcuk içer. Güneş, ancak onların cömertliğiyle bu sırmalı libası giyer.
آسمان در دور ایشان جرعه نوش ** آفتاب از جودشان زربفتپوش
Onlardan iki dostu bir arada gördün mü bil ki onlar hem birdir, hem altı yüz bin!
چون از ایشان مجتمع بینی دو یار ** هم یکی باشند و هم ششصد هزار
Onların sayıları dalgalar gibidir. Onlar rüzgâr, zahiren çoğaltır. 185
بر مثال موجها اعدادشان ** در عدد آورده باشد بادشان
Halkın can güneşi, halkın pencerelere benzeyen bedenlerinde taaddüt eder, çoğalır.
مفترق شد آفتاب جانها ** در درون روزن ابدان ما
Fakat güneşin kursuna bakarsan birdir. Bedenlerle mahcup olan kişi şüphededir.
چون نظر در قرص داری خود یکی است ** و آن که شد محجوب ابدان در شکی است
Çokluk, ruhu Hayvanidedir, Ruhu insani ise birdir.
تفرقه در روح حیوانی بود ** نفس واحد روح انسانی بود
Hak, onlara mademki nurundan saçtı, Hakk’ın nuru, artık ayrılmaz.
چون که حق رش علیهم نوره ** مفترق هرگز نگردد نور او
Yoldaş, bir müddet usanmayı bırak da o güzelin tek benini sana anlatayım. 190
یک زمان بگذار ای همره ملال ** تا بگویم وصف خالی ز آن جمال
Onun güzelliği anlatılmaz, iki âlem de nedir? Onun yüzündeki benim aksi!
در بیان ناید جمال حال او ** هر دو عالم چیست عکس خال او
Onun güzel benini anlatmaya başladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor.
چون که من از خال خوبش دم زنم ** نطق میخواهد که بشکافد تنم
Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum, hatta kendi cirmimden, kendi haddimden fazla yük çekmekteyim.
همچو موری اندر این خرمن خوشم ** تا فزون از خویش باری میکشم
Dinleyen, hikâyenin zahirini istediğinden içyüzünün söylenmemesi, kapalı kalması
بسته شدن تقریر معنی حکایت به سبب میل مستمع به استماع ظاهر صورت حکایت
O aydınlığın bile haset ettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.
کی گذارد آن که رشک روشنی است ** تا بگویم آن چه فرض و گفتنی است
Deniz köpüklenir, köpükle örtülür, köpüğü ileri sürer. Sonra da köpüğünü çeker, açılır, kendisini gösterir. 195
بحر کف پیش آرد و سدی کند ** جر کند و ز بعد جر مدی کند
Şimdi dinle, hikâyenin içyüzünü anlatmama ne mani oldu? Dinleyenin gönlü başka bir yere gitti.
این زمان بشنو چه مانع شد مگر ** مستمع را رفت دل جای دگر
Hatırına o konuk olan sofinin hali geldi. Boğazına kadar o sevdaya daldı.
خاطرش شد سوی صوفی قنق ** اندر آن سودا فرو شد تا عنق
Onun için bu sözü bırakıp ona başlamak hali anlatmak için o hikâyeyi söylemek icap ediyor.
لازم آمد باز رفتن زین مقال ** سوی آن افسانه بهر وصف حال
Fakat ey aziz, sofiyi, suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize, üzüme düşüp kalacaksın?
صوفی آن صورت مپندار ای عزیز ** همچو طفلان تا کی از جوز و مویز
Oğul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç! 200
جسم ما جوز و مویز است ای پسر ** گر تو مردی زین دو چیز اندر گذر
Eğer sen geçmezsen Allah’ın lütfu, Allah’ın keremi seni dokuz kat gökten geçirir.
ور تو اندر نگذری اکرام حق ** بگذراند مر ترا از نه طبق
Şimdi hikâyenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!
بشنو اکنون صورت افسانه را ** لیک هین از که جدا کن دانه را
O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve murakabeleri, vecit ve şevkle sona erince.
حلقهای آن صوفیان مستفید ** چون که در وجد و طرب آخر رسید
Konuğa yemek getirdiler. Konuk, o zaman hayvanı hatırladı,
خوان بیاوردند بهر میهمان ** از بهیمه یاد آورد آن زمان