English    Türkçe    فارسی   

2
1556-1605

  • Yoksa ne bunu istiyor, ne onu istiyorsan yine ferman senin. Kim ne bilir ki maksadın ne, muradın nerede?
  • ور نه این خواهی نه آن فرمان تراست ** کس چه داند مر ترا مقصد کجاست‏
  • Can, İbrahim canı olmalı ki nuruyla ateş içinde cennetler, köşkler görsün.
  • جان ابراهیم باید تا به نور ** بیند اندر نار فردوس و قصور
  • Derece, derece aya, güneşe kadar yücelsin; halka gibi kapıya kalmasın.
  • پایه پایه بر رود بر ماه و خور ** تا نماند همچو حلقه بند در
  • Halil gibi yedinci kat gökten de geçsin. Çünkü ben batanları, geçenleri sevmem.
  • چون خلیل از آسمان هفتمین ** بگذرد که لا أحب الآفلین‏
  • Bu ten âlemi, şehvetten kurtulan kişiden başkasını yanılta gelmiştir, yanılta gider. 1560
  • این جهان تن غلط انداز شد ** جز مر آن را کاو ز شهوت باز شد
  • Padişah adamlarının o has köleye haset edişlerine dair olan hikâyenin sonu
  • تتمه‏ی حسد آن حشم بر آن غلام خاص‏
  • Padişah beylerinin hikâyesi, o ebedî sultan kölelerinin has köleye hasetleri,
  • قصه‏ی شاه و امیران و حسد ** بر غلام خاص و سلطان خرد
  • Söz, sözü aça, aça hayli geri kaldı. Yine o hikâyeye başlamak, onu tamamlamak gerek.
  • دور ماند از جر جرار کلام ** باز باید گشت و کرد آن را تمام‏
  • İkbâl sahibi ve bahtlı melek bahçıvan, nasıl olur da ağacı ağaçtan fark etmez?
  • باغبان ملک با اقبال و بخت ** چون درختی را نداند از درخت‏
  • Acı ve kötü ağaçla, bire yedi yüz meyve veren meyveli ağacı.
  • آن درختی را که تلخ و رد بود ** و آن درختی که یکش هفصد بود
  • Nasıl olur da bir görür, ikisini de yetiştirmek için zahmet çeker, hele gözü her şeyin sonunu görüp dururken buna imkân mı var? 1565
  • کی برابر دارد اندر تربیت ** چون ببیندشان به چشم عاقبت‏
  • O iki ağaç, filvaki şimdi görünüşte bir görünüyor ama ağaçlardan maksat ne? Meyve vermek değil mi?
  • کان درختان را نهایت چیست بر ** گر چه یکسانند این دم در نظر
  • Allah nuruyla gören, sondan önden agâh olan şeyh;
  • شیخ کاو ینظر بنور الله شد ** از نهایت وز نخست آگاه شد
  • Âhiri gören gözü Allah uğrunda yummuş, menzile ulaşma hususunda sonu gören gözü açmıştır.
  • چشم آخر بین ببست از بهر حق ** چشم آخر بین گشاد اندر سبق‏
  • O hasetçiler, kötü ağaçtır. Yarattıkları acı, bahtları kötüdür.
  • آن حسودان بد درختان بوده‏اند ** تلخ گوهر شور بختان بوده‏اند
  • Hasetten coşarlar, ağızları köpürür durur, gizlice hileler kurarlar. 1570
  • از حسد جوشان و کف می‏ریختند ** در نهانی مکر می‏انگیختند
  • Bu suretle has kölenin boynunu vurmak, dünyadan kazımak dilerler.
  • تا غلام خاص را گردن زنند ** بیخ او را از زمانه بر کنند
  • Canı, padişahın canı olan kişi, nasıl fâni olur? Birisinin gönlünü Allah korursa o adam nasıl yok olur?
  • چون شود فانی چو جانش شاه بود ** بیخ او در عصمت الله بود
  • Padişah o sıralara vâkıftı, fakat Ebubekr-i Rebabi gibi ses çıkarmıyordu.
  • شاه از آن اسرار واقف آمده ** همچو بو بکر ربابی تن زده‏
  • Yaratılışları kötü, ahlâkları fena kişilerin gönüllerini görüyor, o testicilerle gizlice alay ediyordu.
  • در تماشای دل بد گوهران ** می‏زدی خنبک بر آن کوزه‏گران‏
  • Hileciler, hile düzüp koşuyorlar, padişahı çömleğe sokmak istiyorlardı. 1575
  • مکر می‏سازند قومی حیله‏مند ** تا که شه را در فقاعی در کنند
  • O kadar büyük bir padişah, a eşekler, nasıl bir çömleğe sığar?
  • پادشاهی بس عظیمی بی‏کران ** در فقاعی کی بگنجد ای خران‏
  • Padişah için bir tuzak ördüler ama nihayet bu hileyi de ondan öğrendiler.
  • از برای شاه دامی دوختند ** آخر این تدبیر از او آموختند
  • Ne kötü talebedir o talebe ki hocasıyla baş koşar, onunla kendisini bir görür.
  • نحس شاگردی که با استاد خویش ** همسری آغازد و آید به پیش‏
  • Hem de hangi hocayla? Huzurunda gizli, aşikâr bir olan cihan hocasıyla.
  • با کدام استاد استاد جهان ** پیش او یکسان و هویدا و نهان‏
  • Onun gözü, Allah nuruyla bakmakta, bilgisizlik perdelerini yırtıp yakmaktadır. 1580
  • چشم او ینظر بنور الله شده ** پرده‏های جهل را خارق بده‏
  • O talebe, eski kilim gibi paramparça, delik deşik olmuş gönülleri bir perde yapıp o hâkimin önüne gerer.
  • از دل سوراخ چون کهنه گلیم ** پرده‏ای بندد به پیش آن حکیم‏
  • Hâlbuki o perde bile yüzlerce ağzıyla ona gülüp durur. Her ağzı hocaya bir delik olmuştur. ( deliklerden talebenin gönlünü seyreder durur.)
  • پرده می‏خندد بر او با صد دهان ** هر دهانی گشته اشکافی بر آن‏
  • Hoca, talebeye der ki; “ Ey köpekten de aşağı olan, bana hiç mi vefan yok?
  • گوید آن استاد مر شاگرد را ** ای کم از سگ نیستت با من وفا
  • Haydi, beni kuvvetli, müşküller halledici bir hoca farz etme, tut ki senin gibi bir talebeyim, senin gibi gönül gözüm kör.
  • خود مرا استا مگیر آهن گسل ** همچو خود شاگرد گیر و کوردل‏
  • Fakat canına, gönlüne yardımım da mı dokunmadı? Sana ben olmadıkça bir feyiz bile akmıyor. 1585
  • نه از منت یاری است در جان و روان ** بی‏منت آبی نمی‏گردد روان‏
  • Şu halde görüyorsun ya, gönlüm, senin bahtının tezgâhı. Be doğru düzen olmayan, bu tezgahı niye kırarsın?
  • پس دل من کارگاه بخت تست ** چه شکنی این کارگاه ای نادرست‏
  • Çakmağı gizlice çakıyorum dersen kalpten, kalbe pencere yok mu ki?
  • گویی‏اش پنهان زنم آتش زنه ** نه به قلب از قلب باشد روزنه‏
  • Gönül, nihayet senin fikrini de pencereden görür, andığın şeye şahadet eder.
  • آخر از روزن ببیند فکر تو ** دل گواهی می‏دهد زین ذکر تو
  • Tut ki kereminden yüzüne vurmuyor, yüzünü yerlere sürtmüyor, ne söylersen gülüp “ Evet, evet” diyor.
  • گیر در رویت نمالد از کرم ** هر چه گویی خندد و گوید نعم‏
  • Fakat senin hilene, hud’ana gülmüyor. Kötü huyuna, yaptığın şeylere gülüyor. 1590
  • او نمی‏خندد ز ذوق مالشت ** او همی‏خندد بر آن اسگالشت‏
  • Hile edenin göreceği, bulacağı karşılık hileden ibarettir. Büyük testiyi vur kır, küçük testiyi al iç. İşte lâyığın bu!
  • پس خداعی را خداعی شد جزا ** کاسه زن کوزه بخور اینک سزا
  • Eğer o senden razı olur, bu yüzden gülerse sana yüz binlerce gül açılır.
  • گر بدی با تو و را خنده‏ی رضا ** صد هزاران گل شکفتی مر ترا
  • Gönlü senden razı olursa bil ki o, Hamel burcunda bir güneş kesilir.
  • چون دل او در رضا آرد عمل ** آفتابی دان که آید در حمل‏
  • O yüzden hem gündüz güler hem bahar. Çiçeklerle yeşillikler birbirine karışır.
  • زو بخندد هم نهار و هم بهار ** در هم آمیزد شکوفه و سبزه‏زار
  • Yüz binlerce bülbülle kumru ötüşmeye başlar; sessiz cihanı sesle doldurur. 1595
  • صد هزاران بلبل و قمری نوا ** افکنند اندر جهان بی‏نوا
  • Ruh yaprağını sararmış, kararmış bir halde görüyorsun da padişahın gazabından yine haberin yok.
  • چون که برگ روح خود زرد و سیاه ** می‏ببینی چون ندانی خشم شاه‏
  • Padişahın güneşi itap burcunda olunca yüzleri kebap gibi karartır.
  • آفتاب شاه در برج عتاب ** می‏کند روها سیه همچون کباب‏
  • O Utarit’in sayfaları, bizim canımızdır; o sayfalardaki beyazlık, karalık, bizim mizanımız.
  • آن عطارد را ورقها جان ماست ** آن سپیدی و آن سیه میزان ماست‏
  • Sonra ruhları; sevdadan, acizlikten kurtarsın diye tekrar kırmızı ve yeşil bir ferman yazar.
  • باز منشوری نویسد سرخ و سبز ** تا رهند ارواح از سودا و عجز
  • Hulâsa ilkbaharın yazıp çizdiği şeyler de kavsikuzah gibi kırmızı ve yeşil sayılır”. 1600
  • سرخ و سبز افتاد نسخ نو بهار ** چون خط قوس و قزح در اعتبار
  • Hüthüdün küçücük vücudunu görünce,Belkıs’ın kalben Süleymen Âleyhisselâm’dangelen haberi ulu bulması
  • عکس تعظیم پیغام سلیمان علیه السلام در دل بلقیس از صورت حقیر هدهد
  • Belkıs’a yüzlerce rahmet olsun. Tanrı, ona yüzlerce erkeğin aklını vermişti.
  • رحمت صد تو بر آن بلقیس باد ** که خدایش عقل صد مرده بداد
  • Bir hüthüt kuşu, Süleyman’dan birkaç satırdan ibaret bir mektup getirdi.
  • هدهدی نامه بیاورد و نشان ** از سلیمان چند حرفی با بیان‏
  • Belkıs okudu. Elçinin getirdiği o şümullü nükteleri hor görmedi.
  • خواند او آن نکتهای با شمول ** با حقارت ننگرید اندر رسول‏
  • Gözü, hüthütü gördü, gönlü onun Anka olduğunu anladı. Duygusu onu bir köpekten ibaret gördü, gönlüyse bir derya.
  • جسم هدهد دید و جان عنقاش دید ** حس چو کفی دید و دل دریاش دید
  • Akıl, bu iki renkli tılsımlar yüzünden Muhammet’le, Ebucehil’lerin savaştığı gibi duygu ile savaşır durur. 1605
  • عقل با حس زین طلسمات دو رنگ ** چون محمد با ابو جهلان به جنگ‏