- Acı ve kötü ağaçla, bire yedi yüz meyve veren meyveli ağacı.
- آن درختی را که تلخ و رد بود ** و آن درختی که یکش هفصد بود
- Nasıl olur da bir görür, ikisini de yetiştirmek için zahmet çeker, hele gözü her şeyin sonunu görüp dururken buna imkân mı var? 1565
- کی برابر دارد اندر تربیت ** چون ببیندشان به چشم عاقبت
- O iki ağaç, filvaki şimdi görünüşte bir görünüyor ama ağaçlardan maksat ne? Meyve vermek değil mi?
- کان درختان را نهایت چیست بر ** گر چه یکسانند این دم در نظر
- Allah nuruyla gören, sondan önden agâh olan şeyh;
- شیخ کاو ینظر بنور الله شد ** از نهایت وز نخست آگاه شد
- Âhiri gören gözü Allah uğrunda yummuş, menzile ulaşma hususunda sonu gören gözü açmıştır.
- چشم آخر بین ببست از بهر حق ** چشم آخر بین گشاد اندر سبق
- O hasetçiler, kötü ağaçtır. Yarattıkları acı, bahtları kötüdür.
- آن حسودان بد درختان بودهاند ** تلخ گوهر شور بختان بودهاند
- Hasetten coşarlar, ağızları köpürür durur, gizlice hileler kurarlar. 1570
- از حسد جوشان و کف میریختند ** در نهانی مکر میانگیختند
- Bu suretle has kölenin boynunu vurmak, dünyadan kazımak dilerler.
- تا غلام خاص را گردن زنند ** بیخ او را از زمانه بر کنند
- Canı, padişahın canı olan kişi, nasıl fâni olur? Birisinin gönlünü Allah korursa o adam nasıl yok olur?
- چون شود فانی چو جانش شاه بود ** بیخ او در عصمت الله بود
- Padişah o sıralara vâkıftı, fakat Ebubekr-i Rebabi gibi ses çıkarmıyordu.
- شاه از آن اسرار واقف آمده ** همچو بو بکر ربابی تن زده
- Yaratılışları kötü, ahlâkları fena kişilerin gönüllerini görüyor, o testicilerle gizlice alay ediyordu.
- در تماشای دل بد گوهران ** میزدی خنبک بر آن کوزهگران
- Hileciler, hile düzüp koşuyorlar, padişahı çömleğe sokmak istiyorlardı. 1575
- مکر میسازند قومی حیلهمند ** تا که شه را در فقاعی در کنند
- O kadar büyük bir padişah, a eşekler, nasıl bir çömleğe sığar?
- پادشاهی بس عظیمی بیکران ** در فقاعی کی بگنجد ای خران
- Padişah için bir tuzak ördüler ama nihayet bu hileyi de ondan öğrendiler.
- از برای شاه دامی دوختند ** آخر این تدبیر از او آموختند
- Ne kötü talebedir o talebe ki hocasıyla baş koşar, onunla kendisini bir görür.
- نحس شاگردی که با استاد خویش ** همسری آغازد و آید به پیش
- Hem de hangi hocayla? Huzurunda gizli, aşikâr bir olan cihan hocasıyla.
- با کدام استاد استاد جهان ** پیش او یکسان و هویدا و نهان
- Onun gözü, Allah nuruyla bakmakta, bilgisizlik perdelerini yırtıp yakmaktadır. 1580
- چشم او ینظر بنور الله شده ** پردههای جهل را خارق بده
- O talebe, eski kilim gibi paramparça, delik deşik olmuş gönülleri bir perde yapıp o hâkimin önüne gerer.
- از دل سوراخ چون کهنه گلیم ** پردهای بندد به پیش آن حکیم
- Hâlbuki o perde bile yüzlerce ağzıyla ona gülüp durur. Her ağzı hocaya bir delik olmuştur. ( deliklerden talebenin gönlünü seyreder durur.)
- پرده میخندد بر او با صد دهان ** هر دهانی گشته اشکافی بر آن
- Hoca, talebeye der ki; “ Ey köpekten de aşağı olan, bana hiç mi vefan yok?
- گوید آن استاد مر شاگرد را ** ای کم از سگ نیستت با من وفا
- Haydi, beni kuvvetli, müşküller halledici bir hoca farz etme, tut ki senin gibi bir talebeyim, senin gibi gönül gözüm kör.
- خود مرا استا مگیر آهن گسل ** همچو خود شاگرد گیر و کوردل
- Fakat canına, gönlüne yardımım da mı dokunmadı? Sana ben olmadıkça bir feyiz bile akmıyor. 1585
- نه از منت یاری است در جان و روان ** بیمنت آبی نمیگردد روان
- Şu halde görüyorsun ya, gönlüm, senin bahtının tezgâhı. Be doğru düzen olmayan, bu tezgahı niye kırarsın?
- پس دل من کارگاه بخت تست ** چه شکنی این کارگاه ای نادرست
- Çakmağı gizlice çakıyorum dersen kalpten, kalbe pencere yok mu ki?
- گوییاش پنهان زنم آتش زنه ** نه به قلب از قلب باشد روزنه
- Gönül, nihayet senin fikrini de pencereden görür, andığın şeye şahadet eder.
- آخر از روزن ببیند فکر تو ** دل گواهی میدهد زین ذکر تو
- Tut ki kereminden yüzüne vurmuyor, yüzünü yerlere sürtmüyor, ne söylersen gülüp “ Evet, evet” diyor.
- گیر در رویت نمالد از کرم ** هر چه گویی خندد و گوید نعم
- Fakat senin hilene, hud’ana gülmüyor. Kötü huyuna, yaptığın şeylere gülüyor. 1590
- او نمیخندد ز ذوق مالشت ** او همیخندد بر آن اسگالشت
- Hile edenin göreceği, bulacağı karşılık hileden ibarettir. Büyük testiyi vur kır, küçük testiyi al iç. İşte lâyığın bu!
- پس خداعی را خداعی شد جزا ** کاسه زن کوزه بخور اینک سزا
- Eğer o senden razı olur, bu yüzden gülerse sana yüz binlerce gül açılır.
- گر بدی با تو و را خندهی رضا ** صد هزاران گل شکفتی مر ترا
- Gönlü senden razı olursa bil ki o, Hamel burcunda bir güneş kesilir.
- چون دل او در رضا آرد عمل ** آفتابی دان که آید در حمل
- O yüzden hem gündüz güler hem bahar. Çiçeklerle yeşillikler birbirine karışır.
- زو بخندد هم نهار و هم بهار ** در هم آمیزد شکوفه و سبزهزار
- Yüz binlerce bülbülle kumru ötüşmeye başlar; sessiz cihanı sesle doldurur. 1595
- صد هزاران بلبل و قمری نوا ** افکنند اندر جهان بینوا
- Ruh yaprağını sararmış, kararmış bir halde görüyorsun da padişahın gazabından yine haberin yok.
- چون که برگ روح خود زرد و سیاه ** میببینی چون ندانی خشم شاه
- Padişahın güneşi itap burcunda olunca yüzleri kebap gibi karartır.
- آفتاب شاه در برج عتاب ** میکند روها سیه همچون کباب
- O Utarit’in sayfaları, bizim canımızdır; o sayfalardaki beyazlık, karalık, bizim mizanımız.
- آن عطارد را ورقها جان ماست ** آن سپیدی و آن سیه میزان ماست
- Sonra ruhları; sevdadan, acizlikten kurtarsın diye tekrar kırmızı ve yeşil bir ferman yazar.
- باز منشوری نویسد سرخ و سبز ** تا رهند ارواح از سودا و عجز
- Hulâsa ilkbaharın yazıp çizdiği şeyler de kavsikuzah gibi kırmızı ve yeşil sayılır”. 1600
- سرخ و سبز افتاد نسخ نو بهار ** چون خط قوس و قزح در اعتبار
- Hüthüdün küçücük vücudunu görünce,Belkıs’ın kalben Süleymen Âleyhisselâm’dangelen haberi ulu bulması
- عکس تعظیم پیغام سلیمان علیه السلام در دل بلقیس از صورت حقیر هدهد
- Belkıs’a yüzlerce rahmet olsun. Tanrı, ona yüzlerce erkeğin aklını vermişti.
- رحمت صد تو بر آن بلقیس باد ** که خدایش عقل صد مرده بداد
- Bir hüthüt kuşu, Süleyman’dan birkaç satırdan ibaret bir mektup getirdi.
- هدهدی نامه بیاورد و نشان ** از سلیمان چند حرفی با بیان
- Belkıs okudu. Elçinin getirdiği o şümullü nükteleri hor görmedi.
- خواند او آن نکتهای با شمول ** با حقارت ننگرید اندر رسول
- Gözü, hüthütü gördü, gönlü onun Anka olduğunu anladı. Duygusu onu bir köpekten ibaret gördü, gönlüyse bir derya.
- جسم هدهد دید و جان عنقاش دید ** حس چو کفی دید و دل دریاش دید
- Akıl, bu iki renkli tılsımlar yüzünden Muhammet’le, Ebucehil’lerin savaştığı gibi duygu ile savaşır durur. 1605
- عقل با حس زین طلسمات دو رنگ ** چون محمد با ابو جهلان به جنگ
- Kâfirler, Ahmet’i beşer gördüler. Çünkü onun ayı böldüğünü görmemişlerdi.
- کافران دیدند احمد را بشر ** چون ندیدند از وی انشق القمر
- Hisse ait gözüne toprak serp. His gözü, akla da düşmandır, dine de.
- خاک زن در دیدهی حس بین خویش ** دیدهی حس دشمن عقل است و کیش
- Allah duygu gözüne kör dedi, putperest dedi, bizim zıddımız dedi.
- دیدهی حس را خدا اعماش خواند ** بت پرستش گفت و ضد ماش خواند
- Çünkü o, köpüğü gördü de denizi görmedi. Bu demi gördü de yarını görmedi.
- ز انکه او کف دید و دریا را ندید ** ز انکه حالی دید و فردا را ندید
- Bu günün sahibi de odur, yarının sahibi de. Her ana sahip olan, önünde durup durur da o, hazineden bir pul bile görmez. 1610
- خواجهی فردا و حالی پیش او ** او نمیبیند ز گنجی جز تسو
- Bir zere bile o güneşten haber verir ve güneş; o zerreye kul, köle kesilir.
- ذرهای ز آن آفتاب آرد پیام ** آفتاب آن ذره را گردد غلام
- Birlik denizinin elçisi olan katraya yedi deniz esir olur.
- قطرهای کز بحر وحدت شد سفیر ** هفت بحر آن قطره را باشد اسیر
- Bir avuç toprak bile onun yüzünden çevikleşirse felekler, o, bir avuç toprağın önüne baş koyar.
- گر کف خاکی شود چالاک او ** پیش خاکش سر نهد افلاک او