- Belkıs’a yüzlerce rahmet olsun. Tanrı, ona yüzlerce erkeğin aklını vermişti.
- رحمت صد تو بر آن بلقیس باد ** که خدایش عقل صد مرده بداد
- Bir hüthüt kuşu, Süleyman’dan birkaç satırdan ibaret bir mektup getirdi.
- هدهدی نامه بیاورد و نشان ** از سلیمان چند حرفی با بیان
- Belkıs okudu. Elçinin getirdiği o şümullü nükteleri hor görmedi.
- خواند او آن نکتهای با شمول ** با حقارت ننگرید اندر رسول
- Gözü, hüthütü gördü, gönlü onun Anka olduğunu anladı. Duygusu onu bir köpekten ibaret gördü, gönlüyse bir derya.
- جسم هدهد دید و جان عنقاش دید ** حس چو کفی دید و دل دریاش دید
- Akıl, bu iki renkli tılsımlar yüzünden Muhammet’le, Ebucehil’lerin savaştığı gibi duygu ile savaşır durur. 1605
- عقل با حس زین طلسمات دو رنگ ** چون محمد با ابو جهلان به جنگ
- Kâfirler, Ahmet’i beşer gördüler. Çünkü onun ayı böldüğünü görmemişlerdi.
- کافران دیدند احمد را بشر ** چون ندیدند از وی انشق القمر
- Hisse ait gözüne toprak serp. His gözü, akla da düşmandır, dine de.
- خاک زن در دیدهی حس بین خویش ** دیدهی حس دشمن عقل است و کیش
- Allah duygu gözüne kör dedi, putperest dedi, bizim zıddımız dedi.
- دیدهی حس را خدا اعماش خواند ** بت پرستش گفت و ضد ماش خواند
- Çünkü o, köpüğü gördü de denizi görmedi. Bu demi gördü de yarını görmedi.
- ز انکه او کف دید و دریا را ندید ** ز انکه حالی دید و فردا را ندید
- Bu günün sahibi de odur, yarının sahibi de. Her ana sahip olan, önünde durup durur da o, hazineden bir pul bile görmez. 1610
- خواجهی فردا و حالی پیش او ** او نمیبیند ز گنجی جز تسو
- Bir zere bile o güneşten haber verir ve güneş; o zerreye kul, köle kesilir.
- ذرهای ز آن آفتاب آرد پیام ** آفتاب آن ذره را گردد غلام
- Birlik denizinin elçisi olan katraya yedi deniz esir olur.
- قطرهای کز بحر وحدت شد سفیر ** هفت بحر آن قطره را باشد اسیر
- Bir avuç toprak bile onun yüzünden çevikleşirse felekler, o, bir avuç toprağın önüne baş koyar.
- گر کف خاکی شود چالاک او ** پیش خاکش سر نهد افلاک او
- Âdemin toprağı Allahtan çevikleşince Allah melekleri o toprağın önünde secde ettiler.
- خاک آدم چون که شد چالاک حق ** پیش خاکش سر نهند املاک حق
- Göğün yarılması nedendi? Toprakla olan münasebeti kaldıran, müşkülleri halleden bir gözden. 1615
- السماء انشقت آخر از چه بود ** از یکی چشمی که خاکی بر گشود
- Toprak, kesafeti yüzünden suyun dibine gider. Öyle olduğu halde toprağa bak ki çevikleşti, süratle Arşı bile geçti.
- خاک از دردی نشیند زیر آب ** خاک بین کز عرش بگذشت از شتاب
- Bil ki o letafet sudan değildir, ancak Verici ve Eşsiz, Örneksiz Yaratıcının ihsanından,.
- آن لطافت پس بدان کز آب نیست ** جز عطای مبدع وهاب نیست
- Dilerse havayı, ateşi aşağılatır, dilerse dikeni gülden üstün eder.
- گر کند سفلی هوا و نار را ** ور ز گل او بگذراند خار را
- Allah hükmedicidir, dilediğini yapar. Derdin ta kendisinden deva yaratır.
- حاکم است و یفعل الله ما یشاء ** کاو ز عین درد انگیزد دوا
- Havayı, ateşi aşağılatırsa onları karartır, bulandırır, ağırlaştırır. 1620
- گر هوا و نار را سفلی کند ** تیرگی و دردی و ثقلی کند
- Yeri ve suyu yüceltirse kâinat yolunu ayaklarıyla arşınlarlar, yürürler.
- ور زمین و آب را علوی کند ** راه گردون را بپا مطوی کند
- Gayrı tamamıyla anlaşıldı ki dilediğini yüceltir, toprağa mensup olana “Kanatlarını aç” der.
- پس یقین شد که تعز من تشاء ** خاکیی را گفت پرها بر گشا
- Ateşe mensup olana der ki: “ Yürü, İblis ol, yedinci kat yerin altında şeytanlık et.
- آتشی را گفت رو ابلیس شو ** زیر هفتم خاک با تلبیس شو
- Ey topraktan yaratılan adam, sen de yürü, Süha yıldızını bile geç. Ateşten yaratılan İblis, sen de yerin dibine git.
- آدم خاکی برو تو بر سها ** ای بلیس آتشی رو تا ثری
- Ben dört tabiat ve illet-i şlâ değilim. Her şeyi tasarruf etmede Baki ve Daimîyim. 1625
- چار طبع و علت اولی نیام ** در تصرف دایما من باقیام
- İşim illetsiz, sebepsiz ve dosdoğrudur. Ey kötü düşünceli; takdirim, sebebe bağlı olamaz.
- کار من بیعلت است و مستقیم ** هست تقدیرم نه علت ای سقیم
- Bir vakit olur, âdetimi değiştirir. Bir vakit olur, bu tozu yatıştırırım.
- عادت خود را بگردانم به وقت ** این غبار از پیش بنشانم به وقت
- Denize “ Durma, hemencecik ateşlerle dol” derim. Ateşe “ Haydi, gül bahçesi kesil” diye emrederim.
- بحر را گویم که هین پر نار شو ** گویم آتش را که رو گلزار شو
- Dağa derim ki: “Pamuk gibi hafifleş!” Göğe derim ki: “Göze baş aşağı görün”
- کوه را گویم سبک شو همچو پشم ** چرخ را گویم فرو در پیش چشم
- Güneşe “Ey güneş, ayla birleş” der, ikisini de iki kara bulut haline getiririm. 1630
- گویم ای خورشید مقرون شو به ماه ** هر دو را سازم چو دو ابر سیاه
- Güneş çeşmesini kurutur, kan çeşmesini, sanatımla misk haline getiririm”
- چشمهی خورشید را سازیم خشک ** چشمهی خون را به فن سازیم مشک
- Allah, güneşle ayın boyunlarına boyunduruk vurur, onları iki kara öküz gibi bağlayıverir.
- آفتاب و مه چو دو گاو سیاه ** یوغ بر گردن ببنددشان اله
- Filozofun “İn asbaha mâüküm gavra”yı inkâr etmesi
- انکار فلسفی بر قرائت إن أصبح ماؤکم غورا
- Kuran okuyan biri, Kuran’dan “Mâüküm gavra” yani “Suyu kaynağından keser,
- مقریی میخواند از روی کتاب ** ماؤکم غورا ز چشمه بندم آب
- Yerin derinliklerinde gizler, kaynakları kurutur, kupkuru bir hale getirirsem,
- آب را در غورها پنهان کنم ** چشمهها را خشک و خشکستان کنم
- Benim gibi ihsanda, ululukta misalsiz olan tek Allahtan başka kim vardır ki suyu tekrar kaynağına getirebilsin?” ayetini okuyordu. 1635
- آب را در چشمه کی آرد دگر ** جز من بیمثل با فضل و خطر
- Bir hor, hakir felsefeci, bir aşağılık mantıkçı, mektep yanından geçerken,
- فلسفی منطقی مستهان ** میگذشت از سوی مکتب آن زمان
- Bu ayeti duyup hoşuna gitmedi. Dedi ki: “ Suyu külünkle biz çıkarırız.
- چون که بشنید آیت او از ناپسند ** گفت آریم آب را ما با کلند
- Belin, kazmanın darbesiyle ta yerin dibinden kaynatırız”
- ما بزخم بیل و تیزی تبر ** آب را آریم از پستی ز بر
- Gece uyudu, rüyada aslan gibi bir adam gördü. O adam felsefeciye bir tokat vurdu. İki gözünü de kör etti.
- شب بخفت و دید او یک شیر مرد ** زد طپانچه هر دو چشمش کور کرد
- Dedi ki: “Ey kötü kişi, eğer doğrucuysan, gözün doğruysa bu iki göz kaynağını da, haydi kazma ile nurlandır” 1640
- گفت زین دو چشمهی چشم ای شقی ** با تبر نوری بر آر ار صادقی
- Gündüzün felsefeci sıçrayıp uykudan kalktı. Gördü ki iki gözü de kör olmuş, iki gözünün nuru da sönmüş!
- روز بر جست و دو چشم کور دید ** نور فایض از دو چشمش ناپدید
- Eğer ağlayıp inleseydi, eğer tövbe ve istiğfar etseydi mahvolan nur, Allah keremiyle yine zuhur ederdi.
- گر بنالیدی و مستغفر شدی ** نور رفته از کرم ظاهر شدی
- Fakat istiğfar etmek de elde değildir. Tövbe zevki, her sarhoşun mezesi olmaz.
- لیک استغفار هم در دست نیست ** ذوق توبه نقل هر سر مست نیست
- Yapılan işlerin çirkinliği, küfür ve inkârın şomluğu, onun gönlüne tövbe gelmesine mani oluyordu, tövbe yolunu bağlamıştı.
- زشتی اعمال و شومی جحود ** راه توبه بر دل او بسته بود
- Gönlü, katılıkta taşa dönmüştü. Tövbe onu ekin ekmek için nasıl yarabilir? 1645
- دل به سختی همچو روی سنگ گشت ** چون شکافد توبه آن را بهر کشت
- Nerede Şuayb gibi biri ki duasıyla dağı, ekin ekmek üzere toprak haline getirsin.
- چون شعیبی کو که تا او را دعا ** بهر کشتن خاک سازد کوه را
- Halil’in niyazı ve inanışı yüzünden güç ve olmayacak iş mümkün oldu.
- از نیاز و اعتقاد آن خلیل ** گشت ممکن امر صعب و مستحیل
- Yahut Mukavkıs’ın Peygamberden dilemesi üzerine taşlık yer, gayret güzel bir tarla haline geldi.
- یا به دریوزهی مقوقس از رسول ** سنگلاخی مزرعی شد با اصول
- Bunlar gibi o kötü adamın inkârı da aksine olarak altını bakır haline getirir, sulhu savaş yapar.
- همچنین بر عکس آن انکار مرد ** مس کند زر را و صلحی را نبرد
- Bu kötü kişi, çarpma kehribarıdır. Kabiliyetli toprağı bile taş topaç yapar. 1650
- کهربای مسخ آمد این دغا ** خاک قابل را کند سنگ و حصا