English    Türkçe    فارسی   

2
162-211

  • Bir müddet ceylanın ayak izleri işe yarar. Ondan sonra ise esasen ahudaki misk kokusu, yolu gösterir.
  • Bu izlere, bu izlemeye şükreder de yol alırsa nihayet o adım atma o yol alma yüzünden muradına ulaşır.
  • Misk kokusunu duyup bir konak yol almak, iz izleyerek yüz konaklık yol almadan, yüz konaklık yolu dönüp dolaşmadan daha iyidir.
  • Ay ışıkların doğusu olan gönül yok mu? O gönül, ariflere “kapıları açılmıştır” sırrıdır. 165
  • Sana duvardır ama onlara kapı. Sana taştır ama azizlere inci!
  • Senin aynada açıkça gördüğünü pir, hem de daha önce bir kerpiç parçasında görür.
  • Pir olanlar o kişilerdir ki bu âlem yokken onların canları, kerem denizinde vardı.
  • Bu tene düşmeden önce nice ömürler geçirdiler, ekmeden önce meyveler devşirdiler!
  • Nakıştan, suretten evvel canlandılar, deniz yarılmadan inciler deldiler! 170
  • Allah, âlemi ve Âdemi yaratma hususunda meleklerle müşavere ederken onların canları, boğazlarına kadar kudret denizine dalmış bulunuyordu.
  • Melekler, buna mani olmak istedikleri zaman, gizlice meleklere ıslık çalıyorlar, onlarla alay ediyorlardı.
  • Bu nefsi Küll’ün ayağı bağlanmadan onlar her yaratılacak şeyin suretini biliyorlardı.
  • Feleklerden önce Zuhal yıldızını, tanelerden önce Ekmeği görmüşler;
  • Akılsız, gönülsüz fikirlerle dolmuşlar; askersiz, savaşsız galip gelmişlerdi. 175
  • O apaçık anlayış, onlara nispetle düşünüştür. Yoksa haddi zatında, bu sırdan uzakta kalanlara göre görüşün ta kendisidir.
  • Düşünüş; geçmişe, geleceğe dairdir. Bu ikisinden de kurtulunca müşkül hal olur
  • “Ruh üzümden şarabı, yoktan varı görür”
  • Onlar da keyfiyete düşecek olan her şeyi keyfiyetsiz görmüşler, madenden önce sağlamla kalpı fark etmişlerdir.
  • Üzüm yaratılmadan önce şaraplar içmişler, muhabbet sarhoşu olmuşlardır. 180
  • Onlar, sıcak temmuz ayında kışı, güneşin ziyasında gölgeyi görür.
  • Üzümün gönlünde şarabı, tamam yoklukta bütün varlığı müşahede ederler.
  • Gök, onların işret meclislerinde ancak bir yudumcuk içer. Güneş, ancak onların cömertliğiyle bu sırmalı libası giyer.
  • Onlardan iki dostu bir arada gördün mü bil ki onlar hem birdir, hem altı yüz bin!
  • Onların sayıları dalgalar gibidir. Onlar rüzgâr, zahiren çoğaltır. 185
  • Halkın can güneşi, halkın pencerelere benzeyen bedenlerinde taaddüt eder, çoğalır.
  • Fakat güneşin kursuna bakarsan birdir. Bedenlerle mahcup olan kişi şüphededir.
  • Çokluk, ruhu Hayvanidedir, Ruhu insani ise birdir.
  • Hak, onlara mademki nurundan saçtı, Hakk’ın nuru, artık ayrılmaz.
  • Yoldaş, bir müddet usanmayı bırak da o güzelin tek benini sana anlatayım. 190
  • Onun güzelliği anlatılmaz, iki âlem de nedir? Onun yüzündeki benim aksi!
  • Onun güzel benini anlatmaya başladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor.
  • Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum, hatta kendi cirmimden, kendi haddimden fazla yük çekmekteyim.
  • Dinleyen, hikâyenin zahirini istediğinden içyüzünün söylenmemesi, kapalı kalması
  • O aydınlığın bile haset ettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.
  • Deniz köpüklenir, köpükle örtülür, köpüğü ileri sürer. Sonra da köpüğünü çeker, açılır, kendisini gösterir. 195
  • Şimdi dinle, hikâyenin içyüzünü anlatmama ne mani oldu? Dinleyenin gönlü başka bir yere gitti.
  • Hatırına o konuk olan sofinin hali geldi. Boğazına kadar o sevdaya daldı.
  • Onun için bu sözü bırakıp ona başlamak hali anlatmak için o hikâyeyi söylemek icap ediyor.
  • Fakat ey aziz, sofiyi, suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize, üzüme düşüp kalacaksın?
  • Oğul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç! 200
  • Eğer sen geçmezsen Allah’ın lütfu, Allah’ın keremi seni dokuz kat gökten geçirir.
  • Şimdi hikâyenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!
  • .
  • O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve murakabeleri, vecit ve şevkle sona erince.
  • Konuğa yemek getirdiler. Konuk, o zaman hayvanı hatırladı,
  • Hizmetçiye ”Ahıra git, hayvana saman ve arpa ver ”dedi. 205
  • Hizmetçi dedi ki :“ Lâhavle... Bu ne fazla söz! Eskiden beri bu işler benim işim.”
  • Sofi “Önce arpayı ısla. Çünkü eşek karttır, dişleri sağlam değil” dedi.
  • Hizmetçi “ Lâhavle. Ey ulu, bunu niye söylüyorsun? Bu hizmet usulünü, hep benden öğrenirler” dedi.
  • Sofi “Önce semerini indir, sırtına da ilâç koy” dedi.
  • Hizmetçi “Lâhavle ey hakîm, benim senin gibi yüz binlerce konuğum geldi; 210
  • Hepsi de yanımızdan razı olup gittiler. ”Konuk bizim canımızdır, bizdendir” dedi.