English    Türkçe    فارسی   

2
1642-1691

  • Eğer ağlayıp inleseydi, eğer tövbe ve istiğfar etseydi mahvolan nur, Allah keremiyle yine zuhur ederdi.
  • گر بنالیدی و مستغفر شدی ** نور رفته از کرم ظاهر شدی‏
  • Fakat istiğfar etmek de elde değildir. Tövbe zevki, her sarhoşun mezesi olmaz.
  • لیک استغفار هم در دست نیست ** ذوق توبه نقل هر سر مست نیست‏
  • Yapılan işlerin çirkinliği, küfür ve inkârın şomluğu, onun gönlüne tövbe gelmesine mani oluyordu, tövbe yolunu bağlamıştı.
  • زشتی اعمال و شومی جحود ** راه توبه بر دل او بسته بود
  • Gönlü, katılıkta taşa dönmüştü. Tövbe onu ekin ekmek için nasıl yarabilir? 1645
  • دل به سختی همچو روی سنگ گشت ** چون شکافد توبه آن را بهر کشت‏
  • Nerede Şuayb gibi biri ki duasıyla dağı, ekin ekmek üzere toprak haline getirsin.
  • چون شعیبی کو که تا او را دعا ** بهر کشتن خاک سازد کوه را
  • Halil’in niyazı ve inanışı yüzünden güç ve olmayacak iş mümkün oldu.
  • از نیاز و اعتقاد آن خلیل ** گشت ممکن امر صعب و مستحیل‏
  • Yahut Mukavkıs’ın Peygamberden dilemesi üzerine taşlık yer, gayret güzel bir tarla haline geldi.
  • یا به دریوزه‏ی مقوقس از رسول ** سنگ‏لاخی مزرعی شد با اصول‏
  • Bunlar gibi o kötü adamın inkârı da aksine olarak altını bakır haline getirir, sulhu savaş yapar.
  • همچنین بر عکس آن انکار مرد ** مس کند زر را و صلحی را نبرد
  • Bu kötü kişi, çarpma kehribarıdır. Kabiliyetli toprağı bile taş topaç yapar. 1650
  • کهربای مسخ آمد این دغا ** خاک قابل را کند سنگ و حصا
  • Her gönle secde için izin yok, her ücretlinin ücreti rahmet değil.
  • هر دلی را سجده هم دستور نیست ** مزد رحمت قسم هر مزدور نیست‏
  • Kendine gel de “ Tövbe eder, Allah’a sığınırım” diye cürümde bulunma, günah etme.
  • هین بپشت آن مکن جرم و گناه ** که کنم توبه در آیم در پناه‏
  • Tövbeye de bir parlaklık gerek. Tövbeye de bir şimşek bir bulut şart.
  • می‏بباید تاب و آبی توبه را ** شرط شد برق و سحابی توبه را
  • Meyvenin olması için hararet ve su lâzımdır. Bunun için de bulut ve şimşek icap eder.
  • آتش و آبی بباید میوه را ** واجب آید ابر و برق این شیوه را
  • Gönül şimşeğiyle iki göz bulutu olmadıkça tehdit ve hışım ateşi nasıl yatışır? 1655
  • تا نباشد برق دل و ابر دو چشم ** کی نشیند آتش تهدید و خشم‏
  • Vuslat zevkinin yeşilliği nasıl yetişir, kaynaklardan arı, duru su nasıl coşar?
  • کی بروید سبزه‏ی ذوق وصال ** کی بجوشد چشمه‏ها ز آب زلال‏
  • Gül bahçesi; yeşilliğe nasıl sır söyler, menekşe nasıl olur da yaseminle ahdedebilir?
  • کی گلستان راز گوید با چمن ** کی بنفشه عهد بندد با سمن‏
  • Çınar, dua için nasıl el açar, ağaç havada nasıl baş sallar?
  • کی چناری کف گشاید در دعا ** کی درختی سر فشاند در هوا
  • Çiçek bahar mevsiminde ( renklerle, kokularla dolu olan) eteğini nasıl serper?
  • کی شکوفه آستین پر نثار ** بر فشاندن گیرد ایام بهار
  • Lâlenin yüzü nasıl kan gibi kızarır? Gül, kesesinden nasıl altın saçar? 1660
  • کی فروزد لاله را رخ همچو خون ** کی گل از کیسه بر آرد زر برون‏
  • Nasıl olur da bülbül gülü koklar; üveyik kuşu, bir istekli gibi “Kû-kû- nerede, nerede” diye öter?
  • کی بیاید بلبل و گل بو کند ** کی چو طالب فاخته کوکو کند
  • Nasıl olur da leylek “lek, lek – senin sesin” sesini canla, başla çıkarır. Ey yardımı dilenen Allah, senin de ne demek? Zaten her şey senin mülkünden ibaret.
  • کی بگوید لکلک آن لک لک به جان ** لک چه باشد ملک تست ای مستعان‏
  • Nasıl olur da toprak, içteki sırları gösterir? Nasıl olur da bahçe gökyüzü gibi aydınlanır?
  • کی نماید خاک اسرار ضمیر ** کی شود بی‏آسمان بستان منیر
  • Bu güzel ve ağır elbiseleri nereden getirdiler? Hepsini de kerem sahibi Allahtan. Hepsini de merhamet sahibi Allahtan!
  • از کجا آورده‏اند آن حله‏ها ** من کریم من رحیم کلها
  • O letafetler, bir güzellik nişanesidir, o nişane de ibadet edici bir erin ayak izi. 1665
  • آن لطافتها نشان شاهدی است ** آن نشان پای مرد عابدی است‏
  • Padişahtan nişane gören sevinir. Görmeyene gelince, uyanıp kendine gelemez.
  • آن شود شاد از نشان کاو دید شاه ** چون ندید او را نباشد انتباه‏
  • Elest deminde Rabbini görüp sarhoş olarak kendinden geçen kişinin ruhu bu gün de Rabbini görür, kendinden geçer.
  • روح آن کس کاو به هنگام أ لست ** دید رب خویش و شد بی‏خویش و مست‏
  • Şarap kokusunu şarap içen tanır. Şarap içmeyen şarap kokusunu ne bilsin?
  • او شناسد بوی می کاو می بخورد ** چون نخورد او می چه داند بوی کرد
  • Hikmet, müminin kaybolmuş devesine benzer, Hikmet, teşrifatçı gibi adamı padişahla görüştürür.
  • ز انکه حکمت همچو ناقه‏ی ضاله است ** همچو دلاله شهان را داله است‏
  • Rüyada güzel yüzlü birisini görürsün, o sana vade verir, alâmetler söyler. 1670
  • تو ببینی خواب در یک خوش لقا ** کاو دهد وعده و نشانی مر ترا
  • Muradın olacak, nişanesi de bu: Yarın sana filân kişi gelecek.
  • که مراد تو شود اینک نشان ** که بپیش آید ترا فردا فلان‏
  • Onun bir alâmeti atlı oluşudur. Bir alâmeti de şu: Seni görünce kucaklayacak.
  • یک نشانی آن که او باشد سوار ** یک نشانی که ترا گیرد کنار
  • Bir alâmeti de seni görünce gülmesi; diğer bir nişanesi de sana karşı el kavuşturmasıdır.
  • یک نشانی که بخندد پیش تو ** یک نشان که دست بندد پیش تو
  • Diğer bir alâmeti de şudur ki: Heveslenip bu rüyayı yarın hiç kimseye söylemeyeceksin.
  • یک نشانی آن که این خواب از هوس ** چون شود فردا نگویی پیش کس‏
  • Bu alâmet, Yahya’nın babasına da gösterilmiş, ona da “ Üç güne kadar kimseye bir söz söylemeye muktedir olamazsın. 1675
  • ز ان نشان با والد یحیی بگفت ** که نیایی تا سه روز اصلا به گفت‏
  • Üç geceye dek iyiden kötüden bahsetme, sus. İşte bu senden Yahya adlı bir çocuk olacağına alâmettir.
  • تا سه شب خامش کن از نیک و بدت ** این نشان باشد که یحیی آیدت‏
  • Üç gün konuşma. Bu susmak senin maksadına erişeceğine delâlet eder.
  • دم مزن سه روز اندر گفت‏وگو ** کاین سکوت است آیت مقصود تو
  • Kendine gel, bunları dile getirme. Bu sözü gönlünde gizli tut” denmişti.
  • هین میاور این نشان را تو به گفت ** وین سخن را دار اندر دل نهفت‏
  • Sana da bu alâmetleri şeker gibi tatlı, tatlı söyler. Hatta bunlar nedir ki? Daha yüzlerce nişaneler var.
  • این نشانها گویدش همچون شکر ** این چه باشد صد نشانی دگر
  • Bu rüya; durmadan dinlenmeden biteviye Allah’tan dilediğin saltanata, istediğin makama erişeceğine alâmettir. 1680
  • این نشان آن بود کان ملک و جاه ** که همی‏جویی بیابی از اله‏
  • Olması için uzun gecelerde ağlayıp inlediğin, seher çağlarında niyaz ettiğin muradına;
  • آن که می‏گریی به شبهای دراز ** و انکه می‏سوزی سحرگه در نیاز
  • Eline girmedikçe günlerini karartan, boynunu iğ gibi incelten maksadına erişeceğine delâlet eder.
  • آن که بی‏آن روز تو تاریک شد ** همچو دوکی گردنت باریک شد
  • Temiz erler nasıl varını, yoğunu verirlerse sen de onu elde etmek için varını, yoğunu verdin;
  • و آن چه دادی هر چه داری در زکات ** چون زکات پاک بازان رختهات‏
  • Malını, mülkünü, uykunu feda ettin, yüzünün rengi kaçtı, hatta başından bile geçtin, bir kıl gibi kaldın;
  • رختها دادی و خواب و رنگ رو ** سر فدا کردی و گشتی همچو مو
  • Nice demdir ödağacı gibi ateşlere atıldın. Kaç kereler miğfer gibi kılıç önüne gittin! 1685
  • چند در آتش نشستی همچو عود ** چند پیش تیغ رفتی همچو خود
  • Bunlar gibi, yüz binlerce biçarelikler, âşıkların huyudur. Bunlar, sayıya gelmez ki!
  • زین چنین بی‏چارگیها صد هزار ** خوی عشاق است و ناید در شمار
  • Geceleyin bu rüyayı görünce gündüz oldu mu o ümitle günün aydınlanır.
  • چون که شب این خواب دیدی روز شد ** از امیدش روز تو پیروز شد
  • O alâmetler nerede acaba diye gözünü sağa, sola çevirir durursun.
  • چشم گردان کرده‏ای بر چپ و راست ** کان نشان و آن علامتها کجاست‏
  • Eyvah, gün geçer de o alâmetler zuhur etmezse diye yaprak gibi titrersin.
  • بر مثال برگ می‏لرزی که وای ** گر رود روز و نشان ناید به جای‏
  • Mahallelerde, pazarlarda buzağısını kaybetmiş adam gibi koşarsın. 1690
  • می‏دوی در کوی و بازار و سرا ** چون کسی کاو گم کند گوساله را
  • Birisi “ Baba, hayrola, ne koşup duruyorsun? Burada bir şey mi kaybettin, kaybettiğin ne? ” dese,
  • خواجه خیر است این دوادو چیستت ** گم شده اینجا که داری کیستت‏