English    Türkçe    فارسی   

2
167-216

  • Senin aynada açıkça gördüğünü pir, hem de daha önce bir kerpiç parçasında görür.
  • آن چه تو در آینه بینی عیان ** پیر اندر خشت بیند بیش از آن‏
  • Pir olanlar o kişilerdir ki bu âlem yokken onların canları, kerem denizinde vardı.
  • پیر ایشان‏اند کاین عالم نبود ** جان ایشان بود در دریای جود
  • Bu tene düşmeden önce nice ömürler geçirdiler, ekmeden önce meyveler devşirdiler!
  • پیش از این تن عمرها بگذاشتند ** پیشتر از کشت بر برداشتند
  • Nakıştan, suretten evvel canlandılar, deniz yarılmadan inciler deldiler! 170
  • پیشتر از نقش جان پذرفته‏اند ** پیشتر از بحر درها سفته‏اند
  • Allah, âlemi ve Âdemi yaratma hususunda meleklerle müşavere ederken onların canları, boğazlarına kadar kudret denizine dalmış bulunuyordu.
  • مشورت می‏رفت در ایجاد خلق ** جانشان در بحر قدرت تا به حلق‏
  • Melekler, buna mani olmak istedikleri zaman, gizlice meleklere ıslık çalıyorlar, onlarla alay ediyorlardı.
  • چون ملایک مانع آن می‏شدند ** بر ملایک خفیه خنبک می‏زدند
  • Bu nefsi Küll’ün ayağı bağlanmadan onlar her yaratılacak şeyin suretini biliyorlardı.
  • مطلع بر نقش هر که هست شد ** پیش از آن کاین نفس کل پا بست شد
  • Feleklerden önce Zuhal yıldızını, tanelerden önce Ekmeği görmüşler;
  • پیشتر ز افلاک کیوان دیده‏اند ** پیشتر از دانه‏ها نان دیده‏اند
  • Akılsız, gönülsüz fikirlerle dolmuşlar; askersiz, savaşsız galip gelmişlerdi. 175
  • بی‏دماغ و دل پر از فکرت بدند ** بی‏سپاه و جنگ بر نصرت زدند
  • O apaçık anlayış, onlara nispetle düşünüştür. Yoksa haddi zatında, bu sırdan uzakta kalanlara göre görüşün ta kendisidir.
  • آن عیان نسبت به ایشان فکرت است ** ور نه خود نسبت به دوران رویت است‏
  • Düşünüş; geçmişe, geleceğe dairdir. Bu ikisinden de kurtulunca müşkül hal olur
  • فکرت از ماضی و مستقبل بود ** چون از این دو رست مشکل حل شود
  • “Ruh üzümden şarabı, yoktan varı görür”
  • روح از انگور می را دیده است ** روح از معدوم شی را دیده است‏
  • Onlar da keyfiyete düşecek olan her şeyi keyfiyetsiz görmüşler, madenden önce sağlamla kalpı fark etmişlerdir.
  • دیده چون بی‏کیف هر با کیف را ** دیده پیش از کان صحیح و زیف را
  • Üzüm yaratılmadan önce şaraplar içmişler, muhabbet sarhoşu olmuşlardır. 180
  • پیشتر از خلقت انگورها ** خورده می‏ها و نموده شورها
  • Onlar, sıcak temmuz ayında kışı, güneşin ziyasında gölgeyi görür.
  • در تموز گرم می‏بینند دی ** در شعاع شمس می‏بینند فی‏
  • Üzümün gönlünde şarabı, tamam yoklukta bütün varlığı müşahede ederler.
  • در دل انگور می را دیده‏اند ** در فنای محض شی را دیده‏اند
  • Gök, onların işret meclislerinde ancak bir yudumcuk içer. Güneş, ancak onların cömertliğiyle bu sırmalı libası giyer.
  • آسمان در دور ایشان جرعه نوش ** آفتاب از جودشان زربفت‌پوش‏
  • Onlardan iki dostu bir arada gördün mü bil ki onlar hem birdir, hem altı yüz bin!
  • چون از ایشان مجتمع بینی دو یار ** هم یکی باشند و هم ششصد هزار
  • Onların sayıları dalgalar gibidir. Onlar rüzgâr, zahiren çoğaltır. 185
  • بر مثال موجها اعدادشان ** در عدد آورده باشد بادشان‏
  • Halkın can güneşi, halkın pencerelere benzeyen bedenlerinde taaddüt eder, çoğalır.
  • مفترق شد آفتاب جانها ** در درون روزن ابدان ما
  • Fakat güneşin kursuna bakarsan birdir. Bedenlerle mahcup olan kişi şüphededir.
  • چون نظر در قرص داری خود یکی است ** و آن که شد محجوب ابدان در شکی است‏
  • Çokluk, ruhu Hayvanidedir, Ruhu insani ise birdir.
  • تفرقه در روح حیوانی بود ** نفس واحد روح انسانی بود
  • Hak, onlara mademki nurundan saçtı, Hakk’ın nuru, artık ayrılmaz.
  • چون که حق رش علیهم نوره ** مفترق هرگز نگردد نور او
  • Yoldaş, bir müddet usanmayı bırak da o güzelin tek benini sana anlatayım. 190
  • یک زمان بگذار ای همره ملال ** تا بگویم وصف خالی ز آن جمال‏
  • Onun güzelliği anlatılmaz, iki âlem de nedir? Onun yüzündeki benim aksi!
  • در بیان ناید جمال حال او ** هر دو عالم چیست عکس خال او
  • Onun güzel benini anlatmaya başladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor.
  • چون که من از خال خوبش دم زنم ** نطق می‏خواهد که بشکافد تنم‏
  • Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum, hatta kendi cirmimden, kendi haddimden fazla yük çekmekteyim.
  • همچو موری اندر این خرمن خوشم ** تا فزون از خویش باری می‏کشم‏
  • Dinleyen, hikâyenin zahirini istediğinden içyüzünün söylenmemesi, kapalı kalması
  • بسته شدن تقریر معنی حکایت به سبب میل مستمع به استماع ظاهر صورت حکایت‏
  • O aydınlığın bile haset ettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.
  • کی گذارد آن که رشک روشنی است ** تا بگویم آن چه فرض و گفتنی است‏
  • Deniz köpüklenir, köpükle örtülür, köpüğü ileri sürer. Sonra da köpüğünü çeker, açılır, kendisini gösterir. 195
  • بحر کف پیش آرد و سدی کند ** جر کند و ز بعد جر مدی کند
  • Şimdi dinle, hikâyenin içyüzünü anlatmama ne mani oldu? Dinleyenin gönlü başka bir yere gitti.
  • این زمان بشنو چه مانع شد مگر ** مستمع را رفت دل جای دگر
  • Hatırına o konuk olan sofinin hali geldi. Boğazına kadar o sevdaya daldı.
  • خاطرش شد سوی صوفی قنق ** اندر آن سودا فرو شد تا عنق‏
  • Onun için bu sözü bırakıp ona başlamak hali anlatmak için o hikâyeyi söylemek icap ediyor.
  • لازم آمد باز رفتن زین مقال ** سوی آن افسانه بهر وصف حال‏
  • Fakat ey aziz, sofiyi, suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize, üzüme düşüp kalacaksın?
  • صوفی آن صورت مپندار ای عزیز ** همچو طفلان تا کی از جوز و مویز
  • Oğul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç! 200
  • جسم ما جوز و مویز است ای پسر ** گر تو مردی زین دو چیز اندر گذر
  • Eğer sen geçmezsen Allah’ın lütfu, Allah’ın keremi seni dokuz kat gökten geçirir.
  • ور تو اندر نگذری اکرام حق ** بگذراند مر ترا از نه طبق‏
  • Şimdi hikâyenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!
  • بشنو اکنون صورت افسانه را ** لیک هین از که جدا کن دانه را
  • .
  • .
  • O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve murakabeleri, vecit ve şevkle sona erince.
  • حلقه‌ای آن صوفیان مستفید ** چون که در وجد و طرب آخر رسید
  • Konuğa yemek getirdiler. Konuk, o zaman hayvanı hatırladı,
  • خوان بیاوردند بهر میهمان ** از بهیمه یاد آورد آن زمان‏
  • Hizmetçiye ”Ahıra git, hayvana saman ve arpa ver ”dedi. 205
  • گفت خادم را که در آخر برو ** راست کن بهر بهیمه کاه و جو
  • Hizmetçi dedi ki :“ Lâhavle... Bu ne fazla söz! Eskiden beri bu işler benim işim.”
  • گفت لا حول این چه افزون گفتن است ** از قدیم این کارها کار من است‏
  • Sofi “Önce arpayı ısla. Çünkü eşek karttır, dişleri sağlam değil” dedi.
  • گفت تر کن آن جوش را از نخست ** کان خر پیر است و دندانهاش سست‏
  • Hizmetçi “ Lâhavle. Ey ulu, bunu niye söylüyorsun? Bu hizmet usulünü, hep benden öğrenirler” dedi.
  • گفت لاحول این چه می‏گویی مها ** از من آموزند این ترتیبها
  • Sofi “Önce semerini indir, sırtına da ilâç koy” dedi.
  • گفت پالانش فرو نه پیش پیش ** داروی منبل بنه بر پشت ریش‏
  • Hizmetçi “Lâhavle ey hakîm, benim senin gibi yüz binlerce konuğum geldi; 210
  • گفت لاحول آخر ای حکمت گزار ** جنس تو مهمانم آمد صد هزار
  • Hepsi de yanımızdan razı olup gittiler. ”Konuk bizim canımızdır, bizdendir” dedi.
  • جمله راضی رفته‏اند از پیش ما ** هست مهمان جان ما و خویش ما
  • Sofi “Suyunu ver ama ılık olsun” deyince hizmetçi “ Lâhavle. Artık beni utandırıyorsun” dedi.
  • گفت آبش ده و لیکن شیر گرم ** گفت لاحول از توام بگرفت شرم‏
  • Sofi “Arpaya az saman karıştır” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Bu sözü kısa kes artık” dedi.
  • گفت اندر جو تو کمتر کاه کن ** گفت لاحول این سخن کوتاه کن‏
  • Sofi “Yerini süpür, taş toprak kalmasın. Islaksa biraz kuru toprak serp” dedi.
  • گفت جایش را بروب از سنگ و پشک ** ور بود تر ریز بر وی خاک خشک‏
  • Hizmetçi “Lâhavle, a babam, lâhavle de! Bir işe yolladığın ehil kişiye az söyle!” dedi. 215
  • گفت لاحول ای پدر لاحول کن ** با رسول اهل کمتر گو سخن‏
  • Sofi “Eşeğin sırtını tımar et” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Baba, artık utan.” dedi.
  • گفت بستان شانه پشت خر بخار ** گفت لاحول ای پدر شرمی بدار