English    Türkçe    فارسی   

2
1698-1747

  • Ey iyi bahtlı, ansızın atlı gelir, seni sımsıkı kucaklar.
  • ناگهان آمد سواری نیک بخت ** پس گرفت اندر کنارت سخت سخت‏
  • Sen kendinden geçer, dostlarından ayrılırsın. Bu işten haberi olmayan da “ İşte sana riyakâr, işte sana münafık!” der.
  • تو شدی بی‏هوش و افتادی به طاق ** بی‏خبر گفت اینت سالوس و نفاق‏
  • Ne bilsin o, kendisinden geçen kişinin coşkunluğu nedir? Bu kimin vuslatı, nişanesi? Bilmez ki. 1700
  • او چه می‏بیند در او این شور چیست ** او نداند کان نشان وصل کیست‏
  • Bu nişane, gören kişinin hakkındadır. Başkasına bu nişane nereden zuhur edecek?
  • این نشان در حق او باشد که دید ** آن دگر را کی نشان آید پدید
  • Âşığa her an, ondan bir nişane görünmekte, canına can katılmaktadır.
  • هر زمان کز وی نشانی می‏رسید ** شخص را جانی به جانی می‏رسید
  • Sanki çaresiz kalmış balığın önüne su gelmiş. Bu nişaneler, o kitabın delilleridir.
  • ماهی بی‏چاره را پیش آمد آب ** این نشانها تلک آیات الکتاب‏
  • Peygamberlerde olan nişaneler de aşina olan cana mahsustur.
  • پس نشانیها که اندر انبیاست ** خاص آن جان را بود کاو آشناست‏
  • Bu söz noksan kaldı, bir karara bağlanmadı. Gönlüme malik değilim ki mazur gör.! 1705
  • این سخن ناقص بماند و بی‏قرار ** دل ندارم بی‏دلم معذور دار
  • Zerreleri kim sayabilir ki? Hele saymaya kalkışan, aklını aşka kaptırmış bir adam olursa!
  • ذره‏ها را کی تواند کس شمرد ** خاصه آن کاو عشق عقل او ببرد
  • Bağdaki yaprakları, keklik ve karganın ötüşlerini sayabilir miyim?
  • می‏شمارم برگهای باغ را ** می‏شمارم بانگ کبک و زاغ را
  • Bunlar sayıya gelmez ama ben, sınanmış adamı ir şad etmek için sayıyorum.
  • در شمار اندر نیاید لیک من ** می‏شمارم بهر رشد ممتحن‏
  • Zuhal yıldızının nuhusetiyle Müşterinin saadeti, saymaya kalkışan da sayıya sığmaz.
  • نحس کیوان یا که سعد مشتری ** ناید اندر حصر گر چه بشمری‏
  • Fakat böyle olduğu halde bu ikisinin bazı tesirini, yani zarar ve faydalarını anlatmak yine lâzımdır. 1710
  • لیک هم بعضی از این هر دو اثر ** شرح باید کرد یعنی نفع و ضر
  • Bu suretle kaza ve kaderin eserlerinden cüzi bir miktarı saadet ve nuhuset ehlince anlaşılmış olur.
  • تا شود معلوم آثار قضا ** شمه ای مر اهل سعد و نحس را
  • Talihi Müşteri olan kişi, neşesinden, ululuğundan sevinir;
  • طالع آن کس که باشد مشتری ** شاد گردد از نشاط و سروری‏
  • Talihi Zuhal olan da şer işlere düşmemek için yaptığı şeyler de ihtiyat etmek lüzumunu anlar.
  • و انکه را طالع زحل از هر شرور ** احتیاطش لازم آید در امور
  • Yıldızı Zuhal olan kişinin ahvalini tamamıyla söylesem zavallı o yıldızının ateşinden yanar.
  • گر بگویم آن زحل استاره را ** ز آتشش سوزد مر آن بی‏چاره را
  • Padişahımız, bize “Allah’ı anın” diye ruhsat ve müsaade verdi; bizi ateş içinde gördü de nur ihsan etti. 1715
  • اذکروا الله شاه ما دستور داد ** اندر آتش دید ما را نور داد
  • Dedi ki: “ Filvaki ben, sizin beni anmanızdan müstağniyim. Beni tasvir etmek, övmek, anmak lâyık değil.
  • گفت اگر چه پاکم از ذکر شما ** نیست لایق مر مرا تصویرها
  • Fakat tasvire, hayale kapılan, bizim zatımızı misalsiz, tasvirsiz anlayamaz”
  • لیک هرگز مست تصویر و خیال ** در نیابد ذات ما را بی‏مثال‏
  • Cisme mensup anış, nâkıs bir hayaldir. Padişahlara lâyık olan tavsif, cismani anışlardan arınmıştır.
  • ذکر جسمانه خیال ناقص است ** وصف شاهانه از آنها خالص است‏
  • Birisi padişaha, “ Çulha değildir” dese bu ne biçim metih? Yoksa padişahın çulha olmadığını bildirmiyor mu ki?
  • شاه را گوید کسی جولاه نیست ** این چه مدح است این مگر آگاه نیست‏
  • Musa Aleyhisselâm’ın çobanın münacatını hoş görmeyip reddetmesi
  • انکار کردن موسی علیه السلام بر مناجات شبان‏
  • Musa, yolda bir çoban gördü. Çoban, şöyle söylenip duruyordu: “Ey kerem sahibi Allah! 1720
  • دید موسی یک شبانی را به راه ** کاو همی‏گفت ای خدا و ای اله‏
  • Neredesin ki sana kul, kurban olayım. Çarığını dikeyim, saçını tarayayım.
  • تو کجایی تا شوم من چاکرت ** چارقت دوزم کنم شانه سرت‏
  • Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım.. Ulu Allah, sana süt ikram edeyim.
  • جامه‏ات شویم شپشهایت کشم ** شیر پیشت آورم ای محتشم‏
  • Elceğizini öpeyim ayacığını ovayım. Uyuma vaktin gelince yerceğizini silip süpüreyim.
  • دستکت بوسم بمالم پایکت ** وقت خواب آید بروبم جایکت‏
  • Bütün keçilerim sana kurban olsun. Bütün nağmelerim, heyheylerim senin yâdınladır Allah’ım!”
  • ای فدای تو همه بزهای من ** ای به یادت هیهی و هیهای من‏
  • O çoban, bu çeşit saçama sapan şeyler söyleyip duruyordu. Musa “Kiminle konuşuyorsun?” diye sordu. 1725
  • این نمط بی‏هوده می‏گفت آن شبان ** گفت موسی با کی است این ای فلان‏
  • Çoban, “ Bizi yaratanla, bu yeri göğü halk edenle” diye cevap verince,
  • گفت با آن کس که ما را آفرید ** این زمین و چرخ از او آمد پدید
  • Musa dedi ki: “ Vah, vah, sen sersemlemişsin. Daha Müslüman olmadan kâfir oldun,
  • گفت موسی های خیره‏سر شدی ** خود مسلمان ناشده کافر شدی‏
  • Bu ne saçma söz, bu ne küfür, bu ne olmayacak şey? Ağzına pamuk tıka.
  • این چه ژاژست و چه کفر است و فشار ** پنبه‏ای اندر دهان خود فشار
  • Küfrünün pis kokusu dünyayı tuttu. Küfrün, din kumaşını yıprattı.
  • گند کفر تو جهان را گنده کرد ** کفر تو دیبای دین را ژنده کرد
  • Çarık, dolak, ancak sana yaraşır. Bir güneşe bu çeşit şeylerin ne lüzumu var? 1730
  • چارق و پا تابه لایق مر تراست ** آفتابی را چنینها کی رواست‏
  • Böyle sözlerden ağzını kapamazsan bir ateş gelir, halkı yakar.
  • گر نبندی زین سخن تو حلق را ** آتشی آید بسوزد خلق را
  • Zaten ateş gelmedi de bu duman ne? Can niye kapkara bir hale geldi, ruh merdutlaştı?
  • آتشی گر نامده ست این دود چیست ** جان سیه گشته روان مردود چیست‏
  • Allah’ın her şeye kadir ve her hususta âdil olduğunu biliyorsan nasıl oluyor da bu hezeyanlara, bu küstahlığa cüret ediyorsun?
  • گر همی‏دانی که یزدان داور است ** ژاژ و گستاخی ترا چون باور است‏
  • Akılsız dost, zaten düşmandır. Ulu Allah, bu çeşit hizmetlerden ganidir.
  • دوستی بی‏خرد خود دشمنی است ** حق تعالی زین چنین خدمت غنی است‏
  • Sen bunları kime söylüyorsun. Amcana, dayına mı? Allah sıfatlarında cisim sahibi olmak ve ihtiyaç var mı? 1735
  • با که می‏گویی تو این با عم و خال ** جسم و حاجت در صفات ذو الجلال‏
  • Büyüyüp gelişmekte olan süt içer. Ayağı muhtaç olan çarık giyer.
  • شیر او نوشد که در نشو و نماست ** چارق او پوشد که او محتاج پاست‏
  • Eğer bu dedikodu, kulu içinse… Allah, onun hakkında da “ O, benim” dedi. Yine beyhude ve bâtıl.
  • ور برای بنده‏ش است این گفت‏وگو ** آن که حق گفت او من است و من خود او
  • Allah, onun hakkında, “ Hastalandım da yine halimi hatırımı sormadın? Yalnız o hastalanmadı, ben de hasta oldum” demiştir.
  • آن که گفت انی مرضت لم تعد ** من شدم رنجور او تنها نشد
  • Bu çeşit sözler, “ Benimle duyar, benimle görür” haki katına erişen kişi içinde bâtıldır.
  • آن که بی‏یسمع و بی‏یبصر شده ست ** در حق آن بنده این هم بی‏هده ست‏
  • Allah haslarıyla edepsizce konuşmak gönlü öldürür amel defterini kapkara bir hale koyar. 1740
  • بی‏ادب گفتن سخن با خاص حق ** دل بمیراند سیه دارد ورق‏
  • Sen bir erkeğe Fatma desen; erkekle kadın, hep bir cinsten olmakla beraber,
  • گر تو مردی را بخوانی فاطمه ** گر چه یک جنسند مرد و زن همه‏
  • İmkân bulursa kanına kasteder, isterse haddi zatında halîm ve mülâyim olsun!
  • قصد خون تو کند تا ممکن است ** گر چه خوش خو و حلیم و ساکن است‏
  • Fatma sözü, kadınlar için övünçtür. Fakat erkeğe söylersen kılıç yarası gibi tesir eder.
  • فاطمه مدح است در حق زنان ** مرد را گویی بود زخم سنان‏
  • El ayak. Bizim için övünç vesilesidir; fakat Allah’ın arılığına nispetle kusur.
  • دست و پا در حق ما استایش است ** در حق پاکی حق آلایش است‏
  • “ Doğmaz, doğurmaz” vasfı ona lâyıktır. Babayı da halk eden o, oğlu da. 1745
  • لم یلد لم یولد او را لایق است ** والد و مولود را او خالق است‏
  • Doğma, cisim olanın vasfıdır. Doğan, ırmağın bu yüzüne mensuptur.
  • هر چه جسم آمد ولادت وصف اوست ** هر چه مولود است او زین سوی جوست‏
  • Çünkü doğan, Kevnü Fesat âlemindendir, aşağılıktır, sonradan olmadır. Elbette onu bir meydana getiren lâzım.”
  • ز انکه از کون و فساد است و مهین ** حادث است و محدثی خواهد یقین‏