English    Türkçe    فارسی   

2
178-227

  • “Ruh üzümden şarabı, yoktan varı görür”
  • Onlar da keyfiyete düşecek olan her şeyi keyfiyetsiz görmüşler, madenden önce sağlamla kalpı fark etmişlerdir.
  • Üzüm yaratılmadan önce şaraplar içmişler, muhabbet sarhoşu olmuşlardır. 180
  • Onlar, sıcak temmuz ayında kışı, güneşin ziyasında gölgeyi görür.
  • Üzümün gönlünde şarabı, tamam yoklukta bütün varlığı müşahede ederler.
  • Gök, onların işret meclislerinde ancak bir yudumcuk içer. Güneş, ancak onların cömertliğiyle bu sırmalı libası giyer.
  • Onlardan iki dostu bir arada gördün mü bil ki onlar hem birdir, hem altı yüz bin!
  • Onların sayıları dalgalar gibidir. Onlar rüzgâr, zahiren çoğaltır. 185
  • Halkın can güneşi, halkın pencerelere benzeyen bedenlerinde taaddüt eder, çoğalır.
  • Fakat güneşin kursuna bakarsan birdir. Bedenlerle mahcup olan kişi şüphededir.
  • Çokluk, ruhu Hayvanidedir, Ruhu insani ise birdir.
  • Hak, onlara mademki nurundan saçtı, Hakk’ın nuru, artık ayrılmaz.
  • Yoldaş, bir müddet usanmayı bırak da o güzelin tek benini sana anlatayım. 190
  • Onun güzelliği anlatılmaz, iki âlem de nedir? Onun yüzündeki benim aksi!
  • Onun güzel benini anlatmaya başladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor.
  • Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum, hatta kendi cirmimden, kendi haddimden fazla yük çekmekteyim.
  • Dinleyen, hikâyenin zahirini istediğinden içyüzünün söylenmemesi, kapalı kalması
  • O aydınlığın bile haset ettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.
  • Deniz köpüklenir, köpükle örtülür, köpüğü ileri sürer. Sonra da köpüğünü çeker, açılır, kendisini gösterir. 195
  • Şimdi dinle, hikâyenin içyüzünü anlatmama ne mani oldu? Dinleyenin gönlü başka bir yere gitti.
  • Hatırına o konuk olan sofinin hali geldi. Boğazına kadar o sevdaya daldı.
  • Onun için bu sözü bırakıp ona başlamak hali anlatmak için o hikâyeyi söylemek icap ediyor.
  • Fakat ey aziz, sofiyi, suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize, üzüme düşüp kalacaksın?
  • Oğul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç! 200
  • Eğer sen geçmezsen Allah’ın lütfu, Allah’ın keremi seni dokuz kat gökten geçirir.
  • Şimdi hikâyenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!
  • .
  • O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve murakabeleri, vecit ve şevkle sona erince.
  • Konuğa yemek getirdiler. Konuk, o zaman hayvanı hatırladı,
  • Hizmetçiye ”Ahıra git, hayvana saman ve arpa ver ”dedi. 205
  • Hizmetçi dedi ki :“ Lâhavle... Bu ne fazla söz! Eskiden beri bu işler benim işim.”
  • Sofi “Önce arpayı ısla. Çünkü eşek karttır, dişleri sağlam değil” dedi.
  • Hizmetçi “ Lâhavle. Ey ulu, bunu niye söylüyorsun? Bu hizmet usulünü, hep benden öğrenirler” dedi.
  • Sofi “Önce semerini indir, sırtına da ilâç koy” dedi.
  • Hizmetçi “Lâhavle ey hakîm, benim senin gibi yüz binlerce konuğum geldi; 210
  • Hepsi de yanımızdan razı olup gittiler. ”Konuk bizim canımızdır, bizdendir” dedi.
  • Sofi “Suyunu ver ama ılık olsun” deyince hizmetçi “ Lâhavle. Artık beni utandırıyorsun” dedi.
  • Sofi “Arpaya az saman karıştır” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Bu sözü kısa kes artık” dedi.
  • Sofi “Yerini süpür, taş toprak kalmasın. Islaksa biraz kuru toprak serp” dedi.
  • Hizmetçi “Lâhavle, a babam, lâhavle de! Bir işe yolladığın ehil kişiye az söyle!” dedi. 215
  • Sofi “Eşeğin sırtını tımar et” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Baba, artık utan.” dedi.
  • Bunu deyip eteğini sıkıca beline doladı. “işte gittim, önce arpa, saman getireyim” dedi.
  • Gitti ama ahır aklına bile gelmedi. Yalnız sofiyi aldattı.
  • Birkaç hazelenin yanına gitti, Sofinin sözlerine gülmeye, onunla alay etmeye koyuldu.
  • Sofi uzun zaman yolculukta bulunduğundan gözlerini yumup daldı, rüya görmeye başladı: 220
  • Eşeği bir kurda sataşmıştı. Kurt, sırtından, oyluğundan onu paralıyordu.
  • Uyanıp “Lâhavle. Bu ne biçim saçma rüya, Acaba o şefkatli hizmetçi nerede ki?” dedi.
  • Yine daldı. Bu sefer eşeğini yolda giderken gâh, bir kuyuya, gâh bir çukura düşüyor gördü.
  • Türlü, türlü kötü rüyalar görüyordu. Rüyasında bazen Fatiha suresini, bazen Karia suresini okuyordu.
  • “ Çare ne? Dostlar kalkıp gittiler. Bütün kapıları da kapadılar” dedi. 225
  • Yine “O Hizmetçiceğiz, bizimle tuz ekmek yemedi mi ki?
  • Ben ona lütuftan başka ne yaptım, yumuşak sözlerden başka ne söyledim? Aksine o bana neden kinlendi ki?