English    Türkçe    فارسی   

2
183-232

  • Gök, onların işret meclislerinde ancak bir yudumcuk içer. Güneş, ancak onların cömertliğiyle bu sırmalı libası giyer.
  • آسمان در دور ایشان جرعه نوش ** آفتاب از جودشان زربفت‌پوش‏
  • Onlardan iki dostu bir arada gördün mü bil ki onlar hem birdir, hem altı yüz bin!
  • چون از ایشان مجتمع بینی دو یار ** هم یکی باشند و هم ششصد هزار
  • Onların sayıları dalgalar gibidir. Onlar rüzgâr, zahiren çoğaltır. 185
  • بر مثال موجها اعدادشان ** در عدد آورده باشد بادشان‏
  • Halkın can güneşi, halkın pencerelere benzeyen bedenlerinde taaddüt eder, çoğalır.
  • مفترق شد آفتاب جانها ** در درون روزن ابدان ما
  • Fakat güneşin kursuna bakarsan birdir. Bedenlerle mahcup olan kişi şüphededir.
  • چون نظر در قرص داری خود یکی است ** و آن که شد محجوب ابدان در شکی است‏
  • Çokluk, ruhu Hayvanidedir, Ruhu insani ise birdir.
  • تفرقه در روح حیوانی بود ** نفس واحد روح انسانی بود
  • Hak, onlara mademki nurundan saçtı, Hakk’ın nuru, artık ayrılmaz.
  • چون که حق رش علیهم نوره ** مفترق هرگز نگردد نور او
  • Yoldaş, bir müddet usanmayı bırak da o güzelin tek benini sana anlatayım. 190
  • یک زمان بگذار ای همره ملال ** تا بگویم وصف خالی ز آن جمال‏
  • Onun güzelliği anlatılmaz, iki âlem de nedir? Onun yüzündeki benim aksi!
  • در بیان ناید جمال حال او ** هر دو عالم چیست عکس خال او
  • Onun güzel benini anlatmaya başladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor.
  • چون که من از خال خوبش دم زنم ** نطق می‏خواهد که بشکافد تنم‏
  • Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum, hatta kendi cirmimden, kendi haddimden fazla yük çekmekteyim.
  • همچو موری اندر این خرمن خوشم ** تا فزون از خویش باری می‏کشم‏
  • Dinleyen, hikâyenin zahirini istediğinden içyüzünün söylenmemesi, kapalı kalması
  • بسته شدن تقریر معنی حکایت به سبب میل مستمع به استماع ظاهر صورت حکایت‏
  • O aydınlığın bile haset ettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.
  • کی گذارد آن که رشک روشنی است ** تا بگویم آن چه فرض و گفتنی است‏
  • Deniz köpüklenir, köpükle örtülür, köpüğü ileri sürer. Sonra da köpüğünü çeker, açılır, kendisini gösterir. 195
  • بحر کف پیش آرد و سدی کند ** جر کند و ز بعد جر مدی کند
  • Şimdi dinle, hikâyenin içyüzünü anlatmama ne mani oldu? Dinleyenin gönlü başka bir yere gitti.
  • این زمان بشنو چه مانع شد مگر ** مستمع را رفت دل جای دگر
  • Hatırına o konuk olan sofinin hali geldi. Boğazına kadar o sevdaya daldı.
  • خاطرش شد سوی صوفی قنق ** اندر آن سودا فرو شد تا عنق‏
  • Onun için bu sözü bırakıp ona başlamak hali anlatmak için o hikâyeyi söylemek icap ediyor.
  • لازم آمد باز رفتن زین مقال ** سوی آن افسانه بهر وصف حال‏
  • Fakat ey aziz, sofiyi, suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize, üzüme düşüp kalacaksın?
  • صوفی آن صورت مپندار ای عزیز ** همچو طفلان تا کی از جوز و مویز
  • Oğul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç! 200
  • جسم ما جوز و مویز است ای پسر ** گر تو مردی زین دو چیز اندر گذر
  • Eğer sen geçmezsen Allah’ın lütfu, Allah’ın keremi seni dokuz kat gökten geçirir.
  • ور تو اندر نگذری اکرام حق ** بگذراند مر ترا از نه طبق‏
  • Şimdi hikâyenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!
  • بشنو اکنون صورت افسانه را ** لیک هین از که جدا کن دانه را
  • .
  • .
  • O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve murakabeleri, vecit ve şevkle sona erince.
  • حلقه‌ای آن صوفیان مستفید ** چون که در وجد و طرب آخر رسید
  • Konuğa yemek getirdiler. Konuk, o zaman hayvanı hatırladı,
  • خوان بیاوردند بهر میهمان ** از بهیمه یاد آورد آن زمان‏
  • Hizmetçiye ”Ahıra git, hayvana saman ve arpa ver ”dedi. 205
  • گفت خادم را که در آخر برو ** راست کن بهر بهیمه کاه و جو
  • Hizmetçi dedi ki :“ Lâhavle... Bu ne fazla söz! Eskiden beri bu işler benim işim.”
  • گفت لا حول این چه افزون گفتن است ** از قدیم این کارها کار من است‏
  • Sofi “Önce arpayı ısla. Çünkü eşek karttır, dişleri sağlam değil” dedi.
  • گفت تر کن آن جوش را از نخست ** کان خر پیر است و دندانهاش سست‏
  • Hizmetçi “ Lâhavle. Ey ulu, bunu niye söylüyorsun? Bu hizmet usulünü, hep benden öğrenirler” dedi.
  • گفت لاحول این چه می‏گویی مها ** از من آموزند این ترتیبها
  • Sofi “Önce semerini indir, sırtına da ilâç koy” dedi.
  • گفت پالانش فرو نه پیش پیش ** داروی منبل بنه بر پشت ریش‏
  • Hizmetçi “Lâhavle ey hakîm, benim senin gibi yüz binlerce konuğum geldi; 210
  • گفت لاحول آخر ای حکمت گزار ** جنس تو مهمانم آمد صد هزار
  • Hepsi de yanımızdan razı olup gittiler. ”Konuk bizim canımızdır, bizdendir” dedi.
  • جمله راضی رفته‏اند از پیش ما ** هست مهمان جان ما و خویش ما
  • Sofi “Suyunu ver ama ılık olsun” deyince hizmetçi “ Lâhavle. Artık beni utandırıyorsun” dedi.
  • گفت آبش ده و لیکن شیر گرم ** گفت لاحول از توام بگرفت شرم‏
  • Sofi “Arpaya az saman karıştır” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Bu sözü kısa kes artık” dedi.
  • گفت اندر جو تو کمتر کاه کن ** گفت لاحول این سخن کوتاه کن‏
  • Sofi “Yerini süpür, taş toprak kalmasın. Islaksa biraz kuru toprak serp” dedi.
  • گفت جایش را بروب از سنگ و پشک ** ور بود تر ریز بر وی خاک خشک‏
  • Hizmetçi “Lâhavle, a babam, lâhavle de! Bir işe yolladığın ehil kişiye az söyle!” dedi. 215
  • گفت لاحول ای پدر لاحول کن ** با رسول اهل کمتر گو سخن‏
  • Sofi “Eşeğin sırtını tımar et” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Baba, artık utan.” dedi.
  • گفت بستان شانه پشت خر بخار ** گفت لاحول ای پدر شرمی بدار
  • Bunu deyip eteğini sıkıca beline doladı. “işte gittim, önce arpa, saman getireyim” dedi.
  • خادم این گفت و میان را بست چست ** گفت رفتم کاه و جو آرم نخست‏
  • Gitti ama ahır aklına bile gelmedi. Yalnız sofiyi aldattı.
  • رفت و از آخر نکرد او هیچ یاد ** خواب خرگوشی بدان صوفی بداد
  • Birkaç hazelenin yanına gitti, Sofinin sözlerine gülmeye, onunla alay etmeye koyuldu.
  • رفت خادم جانب اوباش چند ** کرد بر اندرز صوفی ریش‏خند
  • Sofi uzun zaman yolculukta bulunduğundan gözlerini yumup daldı, rüya görmeye başladı: 220
  • صوفی از ره مانده بود و شد دراز ** خوابها می‏دید با چشم فراز
  • Eşeği bir kurda sataşmıştı. Kurt, sırtından, oyluğundan onu paralıyordu.
  • کان خرش در چنگ گرگی مانده بود ** پاره‏ها از پشت و رانش می‏ربود
  • Uyanıp “Lâhavle. Bu ne biçim saçma rüya, Acaba o şefkatli hizmetçi nerede ki?” dedi.
  • گفت لاحول این چه مالیخولیاست ** ای عجب آن خادم مشفق کجاست‏
  • Yine daldı. Bu sefer eşeğini yolda giderken gâh, bir kuyuya, gâh bir çukura düşüyor gördü.
  • باز می‏دید آن خرش در راه رو ** گه به چاهی می‏فتاد و گه به گو
  • Türlü, türlü kötü rüyalar görüyordu. Rüyasında bazen Fatiha suresini, bazen Karia suresini okuyordu.
  • گونه‏گون می‏دید ناخوش واقعه ** فاتحه می‏خواند او و القارعه‏
  • “ Çare ne? Dostlar kalkıp gittiler. Bütün kapıları da kapadılar” dedi. 225
  • گفت چاره چیست یاران جسته‏اند ** رفته‏اند و جمله درها بسته‏اند
  • Yine “O Hizmetçiceğiz, bizimle tuz ekmek yemedi mi ki?
  • باز می‏گفت ای عجب آن خادمک ** نه که با ما گشت هم نان و نمک‏
  • Ben ona lütuftan başka ne yaptım, yumuşak sözlerden başka ne söyledim? Aksine o bana neden kinlendi ki?
  • من نکردم با وی الا لطف و لین ** او چرا با من کند بر عکس کین‏
  • Her düşmanlığa bir sebep olur. Yoksa aynı cinsten oluş insanı vefakâr eder” diyordu.
  • هر عداوت را سبب باید سند ** ور نه جنسیت وفا تلقین کند
  • Sonra tekrar “ Lütuf ve ihsan sahibi Âdem, iblise bir cefada bulundu mu ki?
  • باز می‏گفت آدم با لطف وجود ** کی بر آن ابلیس جوری کرده بود
  • İnsan; yılana, akrebe ne yaptı ki onlar, daima insanı sokmak öldürmek isterler. 230
  • آدمی مر مار و کژدم را چه کرد ** کاو همی‏خواهد مر او را مرگ و درد
  • Kurdun huyu yırtıcılıktır. Bu haset de nihayet yaradılışta vardır demekte”,
  • گرگ را خود خاصیت بدریدن است ** این حسد در خلق آخر روشن است‏
  • Sonra yine “ Böyle kötü zanna düşmek hatadır. Neye kardeşim hakkında böyle bir zanda bulunuyorum?” diye söylenmekteydi.
  • باز می‏گفت این گمان بد خطاست ** بر برادر این چنین ظنم چراست‏