- Sonunda arı duru su çıkarmak için önce yerden toprak çıkarırlar.
- گل بر آرند اول از قعر زمین ** تا به آخر بر کشی ماء معین
- Çocuklar, hacamattan ağlarlar. Çünkü işin hikmetini bilmezler ki.
- از حجامت کودکان گریند زار ** که نمیدانند ایشان سر کار
- Hâlbuki adam, hacamatçıya para verir, kan içen hançere iltifatlarda bulunur.
- مرد خود زر میدهد حجام را ** مینوازد نیش خون آشام را
- Hamal ağır yükün altına koşar, yükü, başkalarından kapar.
- میدود حمال زی بار گران ** میرباید بار را از دیگران
- Yük için hamalların savaşlarına bak. Din işinde çalışma da böyledir. 1835
- جنگ حمالان برای بار بین ** این چنین است اجتهاد کار بین
- Rahatın aslı zahmet olduğu gibi acılıklar da nimetin önüdür.
- چون گرانیها اساس راحت است ** تلخها هم پیشوای نعمت است
- Cennet, hoşumuza gitmeyen şeylerle kaplanmış, cehennem de zevkimize giden şeylerle dolmuştur.
- حفت الجنة بمکروهاتنا ** حفت النیران من شهواتنا
- Ateşin aslı yaş ağaç olduğu gibi ateşe yanan da Kevser’e ulaşmıştır.
- تخم مایهی آتشت شاخ تر است ** سوختهی آتش قرین کوثر است
- Zindan da mihnetlere düşen adam, bir lokmanın, bir zevkin yüzünden düşmüştür.
- هر که در زندان قرین محنتی است ** آن جزای لقمهای و شهوتی است
- Bir köşkte devlete erişen de bir savaş, bir mihnet karşılığı olarak o devleti bulmuştur. 1840
- هر که در قصری قرین دولتی است ** آن جزای کارزار و محنتی است
- Kimi altına, gümüşe sahip olmuş, zenginlikte naziri olmayan bir dereceye erişmiş görürsen, bil ki o, kazanma zahmetine sabretmiştir.
- هر که را دیدی به زر و سیم فرد ** دان که اندر کسب کردن صبر کرد
- Gözü açık olan bunları sebepsiz, Allah hikmeti olarak görür. Fakat mademki sen duygu âlemindesin, sebeplere kulak as!
- بیسبب بیند چو دیده شد گذار ** تو که در حسی سبب را گوش دار
- Sebeplere yapışmamak, onları görmemek makamı; ruhu tabayi âleminden kurtulmuş olanındır.
- آن که بیرون از طبایع جان اوست ** منصب خرق سببها آن اوست
- Bu çeşit adam, peygamberlerin mucizeleri çeşmesini sebepsiz görür. Onları, sudan, ottan meydana geliyor bilmez.
- بیسبب بیند نه از آب و گیا ** چشم چشمهی معجزات انبیا
- Bu sebep, doktorla hasta, kandille fitil gibidir. 1845
- این سبب همچون طبیب است و علیل ** این سبب همچون چراغ است و فتیل
- Gece kandiline yeni bir fitil bük, fakat güneş kandilini bunlara muhtaç sanma.
- شب چراغت را فتیل نو بتاب ** پاک دان زینها چراغ آفتاب
- Yürü, aşevinin damı için samanlı balçık hazırla. Fakat bil ki kâinatın damı, buna muhtaç değil.
- رو تو کهگل ساز بهر سقف خان ** سقف گردون را ز کهگل پاک دان
- Ah. Sevgilimiz, gamımızı yakıp mahvedince gece yalnızlığı bile geçti, gündüz oldu.
- اه که چون دل دار ما غم سوز شد ** خلوت شب در گذشت و روز شد
- Ay, ancak geceleyin cilve eder. Gönlün istediği sevgiliyi gönül derdinden başka bir şey de arama.
- جز به شب جلوه نباشد ماه را ** جز به درد دل مجو دل خواه را
- Fakat sen, İsa’yı bıraktın da eşeği besledin. Hulâsa eşek gibi perdenin ardında kaldın gitti! 1850
- ترک عیسی کرده خر پروردهای ** لاجرم چون خر برون پردهای
- Bilgi ve irfan, İsa’nın talihidir, ey eşek sıfatlı, eşeğin talihi değil!
- طالع عیسی است علم و معرفت ** طالع خر نیست ای تو خر صفت
- Eşeğin anırmasını duyar, acırsın. Hâlbuki bilmezsin ki eşek, sana eşeklik telkin ediyor.
- نالهی خر بشنوی رحم آیدت ** پس ندانی خر خری فرمایدت
- İsa’ya acı, eşeğe değil. Tabiatı aklına baş etme.
- رحم بر عیسی کن و بر خر مکن ** طبع را بر عقل خود سرور مکن
- Bırak tabiatını, ağlaya dursun. Sen, ondan al, canın borcunu öde!
- طبع را هل تا بگرید زار زار ** تو از او بستان و وام جان گزار
- Yeter artık yıllarca eşeğe kul oldun. Çünkü eşeğe kul olan, eşeğin ardından gider. “Onları artta bırakın”dan murat nefsindir. 1855
- سالها خربنده بودی بس بود ** ز انکه خربنده ز خر واپس بود
- Nefis geride, aklın ilerde gerek.
- ز اخروهن مرادش نفس تست ** کاو به آخر باید و عقلت نخست
- Ama bu aşağılık akıl da eşekle aynı mizaçta. Çünkü bütün fikri onu nasıl elde ederimden ibaret.
- هم مزاج خر شده ست این عقل پست ** فکرش این که چون علف آرم بدست
- İsa’nın eşeği gönül mizacına malik olmuş, akıllar makamında yer tutmuştur.
- آن خر عیسی مزاج دل گرفت ** در مقام عاقلان منزل گرفت
- Çünkü akıl galebe çalmıştı, eşekse zayıftı. Eşek, şişman ve kuvvetli biniciden zayıflar.
- ز انکه غالب عقل بود و خر ضعیف ** از سوار زفت گردد خر نحیف
- Ey eşek değerli; aklının azlığından bu eşek, ejderhalaştı. 1860
- و ز ضعیفی عقل تو ای خر بها ** این خر پژمرده گشته ست اژدها
- Gönlün İsa’dan hastalandıysa yine ondan iyileşir, sıhhat yine ondan gelir, onu bırakma.
- گر ز عیسی گشتهای رنجور دل ** هم از او صحت رسد او را مهل
- Ey nefesi hoş Mesih, cihanda yılansız hazine olmaz, eziyetlerle nasılsın?
- چونی ای عیسای عیسی دم ز رنج ** که نبود اندر جهان بیمار گنج
- İsa, Yahudileri görünce ne hale gelir; Yusuf, hasetçi kardeşler elinde ne olur?
- چونی ای عیسی ز دیدار جهود ** چونی ای یوسف ز مکار حسود
- Sen, gece gündüz bu azgın kavmin ardından koştukça, nasıl olur da gece gibi, gündüz gibi ömre medet bağışlar, yardım edersin?
- تو شب و روز از پی این قوم غمر ** چون شب و روزی مدد بخشای عمر
- Ah safra illetine tutulmuş o hünersiz kişilerden! Safradan ne hüner meydana gelir? Ancak baş ağrısı. 1865
- چونی از صفراییان بیهنر ** چه هنر زاید ز صفرا درد سر
- Sen, hemen doğu güneşinin yaptığını yap. Bizse nifak hile, hırsızlık ve riya içinde yüzelim!
- تو همان کن که کند خورشید شرق ** ما نفاق و حیله و دزدی و زرق
- Sen dünyada da balsın, dinde de.. Bizse sirke. Safraya ancak sirkengübin iyi eder, giderir.
- تو عسل ما سرکه در دنیا و دین ** دفع این صفرا بود سرکنگبین
- Hâlbuki biz karın ağrısına tutulmuş olduğumuz halde boyuna sirkeyi artırıp duruyoruz. Sen keremi terk etme de balı artır!
- سرکه افزودیم ما قوم زحیر ** تو عسل بفزا کرم را وامگیر
- Bizden bu lâyıktı, bunu yaptık. Kum, gözde ancak körlüğü fazlalaştırır.
- این سزید از ما چنان آمد ز ما ** ریگ اندر چشم چه فزاید عما
- Fakat ey aziz sürme, senden her değersiz şey, değer bulur, bir şey olur; sana bu lâyıktır. 1870
- آن سزد از تو أیا کحل عزیز ** که بیابد از تو هر ناچیز چیز
- Bu zalimlerin ateşinden gönlün kebap olduğu halde daima “Yarabbi, kavmime hidayet et” diye hitap ediyordun.
- ز آتش این ظالمانت دل کباب ** از تو جمله اهد قومی بد خطاب
- Sen, öd ağacı madensin. Seni ateşe atsalar, bu âlem, ıtırla, fesleğen kokusuyla dolar.
- کان عودی در تو گر آتش زنند ** این جهان از عطر و ریحان آگنند
- Sen o öd ağacı değilsin ki ateşte yansın, eksilip bitsin. Sen o ruh değilsin ki gama esir olsun.
- تو نه آن عودی کز آتش کم شود ** تو نه آن روحی که اسیر غم شود
- Öd ağacı yanar ama madeni yanmadan uzaktır. Rüzgâr, nurun aslına nasıl hamle edebilir.
- عود سوزد کان عود از سوز دور ** باد کی حمله برد بر اصل نور
- Ey göklere saflık veren, ey cefası vefadan daha iyi olan! 1875
- ای ز تو مر آسمانها را صفا ** ای جفای تو نکوتر از وفا
- Çünkü akıllıdan bir cefa gelse o cefa, cahillerin vefasından daha iyidir.
- ز انکه از عاقل جفایی گر رود ** از وفای جاهلان آن به بود
- Peygamber, “ Akıllının düşmanlığı, cahilin sevgisinden yeğdir” dedi.
- گفت پیغمبر عداوت از خرد ** بهتر از مهری که از جاهل رسد
- Bir emîrin, ağzına yılan kaçan birisini incitmesi
- رنجانیدن امیری خفتهای را که مار در دهانش رفته بود
- Akılı birisi, atına binmiş geliyordu. Uyumakta olan birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi.
- عاقلی بر اسب میآمد سوار ** در دهان خفتهای میرفت مار
- Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak, yılanı ürkütüp kaçırmak için koşmaya başladı. fakat fırsat bulamadı.
- آن سوار آن را بدید و میشتافت ** تا رماند مار را فرصت نیافت
- Aklı, kendisine yardım ettiğinden, pek akılı kişi olduğundan o uyumakta olan adama şiddetlice birkaç topuz vurdu. 1880
- چون که از عقلش فراوان بد مدد ** چند دبوسی قوی بر خفته زد