English    Türkçe    فارسی   

2
1918-1967

  • Çünkü Allah’ın eli, insanların ellerinden üstündür. Tek Allah da bizim elimize “ Benim elim” demiştir.
  • چون ید الله فوق أیدیهم بود ** دست ما را دست خود فرمود احد
  • Şu halde şüphe yok ki benim kolum uzundur; her yere, her şeye erişir. Ta yedinci kat gökten bile aşar.
  • پس مرا دست دراز آمد یقین ** بر گذشته ز آسمان هفتمین‏
  • Elim gökte bile hünerler göstermiştir. Ey Kuran okuyan “İnşakkal Kamer” ayetini okuyuver! 1920
  • دست من بنمود بر گردون هنر ** مقریا بر خوان که انشق القمر
  • Bu övüş de akıllar zayıf olduğu içindir. Zayıf olanlara kudreti anlatmaya imkân mı var?
  • این صفت هم بهر ضعف عقلهاست ** با ضعیفان شرح قدرت کی رواست‏
  • Uykudan başkaldırırsan anlarsın. Bu iş böyledir işte. Doğrusunu Allah daha iyi bilir.
  • خود بدانی چون بر آری سر ز خواب ** ختم شد و الله أعلم بالصواب‏
  • Eğer sen içinde ki yılanı bilseydin ne elma yemeğe kuvvetin kalırdı, ne yol yürümeye, ne de kusmağa!
  • مر ترا نه قوت خوردن بدی ** نه ره و پروای قی کردن بدی‏
  • Sen beni sövüyordun, ben de seslenmiyor, fakat atımı sürüyordum. Gizlice de Yarabbi, sen işimi kolaylaştır demekteydim.
  • می‏شنیدم فحش و خر می‏راندم ** رب یسر زیر لب می‏خواندم‏
  • Sebebi söylememe izin yoktu, fakat seni kendi haline bırakmaya da kaadir değilim. 1925
  • از سبب گفتن مرا دستور نه ** ترک تو گفتن مرا مقدور نه‏
  • Her an gönlümdeki dert yüzünden, Yarabbi, kavmime yolu sen göster, çünkü onlar bilmiyorlar, demekteydim” dedi.
  • هر زمان می‏گفتم از درد درون ** اهد قومی إنهم لا یعلمون‏
  • Derdinden kurtulan adam, secdeler etmekte “ Ey bana saadet, ikbal ve hazine olan!
  • سجده‏ها می‏کرد آن رسته ز رنج ** کای سعادت ای مرا اقبال و گنج‏
  • Ey yüce kişi! Allah’tan hayırlar bul! Bu zayıfın sana şükretmeye kudreti yok.
  • از خدا یابی جزاها ای شریف ** قوت شکرت ندارد این ضعیف‏
  • Mükâfatını Allah versin. Ağzım, dilim, sana şükretmekte âciz” demekteydi.
  • شکر حق گوید ترا ای پیشوا ** آن لب و چانه ندارم و آن نوا
  • İşte akıların düşmanlığı bu çeşittir. Onların zehirleri bile cana neşe verir. 1930
  • دشمنی عاقلان زین‏سان بود ** زهر ایشان ابتهاج جان بود
  • Ahmağın dostluğu ise eziyettir, sapıklıktır. Misal olarak birde hikâyeyi dinle:
  • دوستی ابله بود رنج و ضلال ** این حکایت بشنو از بهر مثال‏
  • Bir adamın, ayının vefakârlığına güvenmesi
  • اعتماد کردن بر تملق و وفای خرس‏
  • Bir ejderha bir ayıyı yakalamıştı. Yiğidin biri, giderken ayının bağırmasını duydu.
  • اژدهایی خرس را در می‏کشید ** شیر مردی رفت و فریادش رسید
  • Âlemde düşkünlere yardımcı erler vardır. Onlar, mazlumlar feryat ettiler mi derhal yetişirler.
  • شیر مردانند در عالم مدد ** آن زمان کافغان مظلومان رسد
  • Mazlumların seslerini her yerden işitirler, Hak rahmeti gibi o tarafa koşarlar.
  • بانگ مظلومان ز هر جا بشنوند ** آن طرف چون رحمت حق می‏دوند
  • Âlemin sarsıntılarına, yıkıntılarına direk, destek olan, gizli dertlerin tabibi bulunan o erler; 1935
  • آن ستونهای خللهای جهان ** آن طبیبان مرضهای نهان‏
  • Muhabbetin, adaletin, rahmetin ta kendisidirler. Onlar, Hak gibi illetsiz, rüşvetsiz kişilerdir.
  • محض مهر و داوری و رحمتند ** همچو حق بی‏علت و بی‏رشوتند
  • Onlardan birine “Can ve gönülden ettiğin bu yardım için, neden yardım ediyorsun?” denilse ancak “ yardım isteyenin gamından, çaresizliğinden” der.
  • این چه یاری می‏کنی یک بارگیش ** گوید از بهر غم و بی‏چارگیش‏
  • Erin avı merhamettir. İlaç, âlemde dertten başka bir şey aramaz.
  • مهربانی شد شکار شیر مرد ** در جهان دارو نجوید غیر درد
  • Nerede bir dert varsa, deva oraya gider. Su, neresi alçaksa, oraya akar.
  • هر کجا دردی دوا آن جا رود ** هر کجا پستی است آب آن جا دود
  • Sana da rahmet suyu gerekse yürü, alçal da sonra rahmet suyunu iç, sarhoş ol. 1940
  • آب رحمت بایدت رو پست شو ** و آن گهان خور خمر رحمت مست شو
  • Ta başa kadar rahmet içinde rahmet var. Oğul, bir tek rahmete dalma, bir tek rahmete kani olma.
  • رحمت اندر رحمت آمد تا به سر ** بر یکی رحمت فرومای ای پسر
  • Ey yiğit, gökyüzünü ayakaltına al, feleğin üstünden nağme seslerini duy!
  • چرخ را در زیر پا آر ای شجاع ** بشنو از فوق فلک بانگ سماع‏
  • Kulağından vesveseler pamuğunu çıkar ki, kâinat’ın cuş’u huruşunu duyasın.
  • پنبه‏ی وسواس بیرون کن ز گوش ** تا به گوشت آید از گردون خروش‏
  • Gözlerini ayıp kılından arıt ta gayp bağını, gayp selviliğini gör.
  • پاک کن دو چشم را از موی عیب ** تا ببینی باغ و سروستان غیب‏
  • Burnundan, beyninden nezleyi gider de Allah kokusu burnuna gelsin. 1945
  • دفع کن از مغز و از بینی زکام ** تا که ریح الله در آید در مشام‏
  • Sıtmadan, safradan hiçbir eser bırakma da âlemden şeker lezzetini bul.
  • هیچ مگذار از تب و صفرا اثر ** تا بیابی از جهان طعم شکر
  • Sen yüz türlü güzel yüzlü evlât olması için erlik ilâcını kullan, erlikten kesilmiş olarak koşup tozma.
  • داروی مردی کن و عنین مپوی ** تا برون آیند صد گون خوب روی‏
  • Can ayağından ten bukağısını çıkar da meclis etrafında dönüp dolaşsın.
  • کنده‏ی تن را ز پای جان بکن ** تا کند جولان به گرد آن چمن‏
  • Hasislik zincirini elinden, boynundan at, eski felekte yeni bir baht bul.
  • غل بخل از دست و گردن دور کن ** بخت نو دریاب در چرخ کهن‏
  • Lütuf Kâbe’sine uçmaya kanadın yoksa çare bulana arz et. 1950
  • ور نمی‏تانی به کعبه‏ی لطف پر ** عرضه کن بی‏چارگی بر چاره‏گر
  • Ağlayıp inleme kuvvetli bir sermayedir; külli rahmet, pek güçlü bir dadıdır.
  • زاری و گریه قوی سرمایه‏ای است ** رحمت کلی قوی‏تر دایه‏ای است‏
  • Dadı ve ana, çocuk ne vakit ağlayacak diye bahaneler ararlar.
  • دایه و مادر بهانه جو بود ** تا که کی آن طفل او گریان شود
  • Allah da sizin hacet çocuklarınızı, ağlasın da süt meydana gelsin diye yarattı;
  • طفل حاجات شما را آفرید ** تا بنالید و شود شیرش پدید
  • “Allah’ı çağırın” dedi; ağlayıp inlemeyi bırakma ki Allah’ın merhamet sütleri coşsun.
  • گفت ادعوا الله بی‏زاری مباش ** تا بجوشد شیرهای مهرهاش‏
  • Rüzgârın sesi de bizim gamımızı teskin etmek içindir, bulutun süt yağdırması da. Hele bir an sabret. 1955
  • هوی هوی باد و شیر افشان ابر ** در غم مااند یک ساعت تو صبر
  • “Rızkınız gökyüzündedir” ayetini duymadın mı? Neden bu aşağılık yere saplanıp kaldın?
  • فی السماء رزقکم بشنیده‏ای ** اندر این پستی چه بر چفسیده‏ای‏
  • Korkunu, ümitsizliğini gül sesleri bil. Onlar, seni aşağılıkların ta dibine kadar çekerler.
  • ترس و نومیدیت دان آواز غول ** می‏کشد گوش تو تا قعر سفول‏
  • Seni yücelere çeken her ses, bil ki yücelerden gelmektedir.
  • هر ندایی که ترا بالا کشید ** آن ندا می‏دان که از بالا رسید
  • Sana hırs veren her sesi de adamları paralayan bir kurt sesi bil.
  • هر ندایی که ترا حرص آورد ** بانگ گرگی دان که او مردم درد
  • Bu yücelik, mekân bakımından değildir. Bu yücelikler, akıl ve can yücelikleridir. 1960
  • این بلندی نیست از روی مکان ** این بلندیهاست سوی عقل و جان‏
  • Her sebep eserinden yücedir. Çakmak, kıvılcımdan üstündür.
  • هر سبب بالاتر آمد از اثر ** سنگ و آهن فایق آمد بر شرر
  • Birisi, azametli birinin alt yanına otursa bile hakikatte üst tarafına oturmuş sayılır.
  • آن فلانی فوق آن سرکش نشست ** گر چه در صورت به پهلویش نشست‏
  • Çünkü orasının üstünlüğü şeref bakımındandır. Başköşeden uzak olan yer, alçaktır.
  • فوقی آن جاست از روی شرف ** جای دور از صدر باشد مستخف‏
  • Kıvılcım çıkarmak için taş ve demir gerek. Bunların varlığına lüzum olduğundan bu ikisi, kıvılcımdan üstün sayılabilirse de.
  • سنگ و آهن زین جهت که سابق است ** در عمل فوقی این دو لایق است‏
  • Çakmaktan maksat taş ve demirden meydana gelen kıvılcım olduğundan, kıvılcım onlardan çok ileridedir. 1965
  • و آن شرر از روی مقصودی خویش ** ز آهن و سنگ است زین رو پیش و بیش‏
  • Taş ve demir evvel, kıvılcım sonra. Fakat bu ikisi ten, kıvılcım can.
  • سنگ و آهن اول و پایان شرر ** لیک این هر دو تنند و جان شرر
  • Kıvılcım, zaman itibariyle çakmaktan sonra ise de değeri bakımından ondan üstündür.
  • آن شرر گر در زمان واپس‏تر است ** در صفت از سنگ و آهن برتر است‏