English    Türkçe    فارسی   

2
1946-1995

  • Sıtmadan, safradan hiçbir eser bırakma da âlemden şeker lezzetini bul.
  • Sen yüz türlü güzel yüzlü evlât olması için erlik ilâcını kullan, erlikten kesilmiş olarak koşup tozma.
  • Can ayağından ten bukağısını çıkar da meclis etrafında dönüp dolaşsın.
  • Hasislik zincirini elinden, boynundan at, eski felekte yeni bir baht bul.
  • Lütuf Kâbe’sine uçmaya kanadın yoksa çare bulana arz et. 1950
  • Ağlayıp inleme kuvvetli bir sermayedir; külli rahmet, pek güçlü bir dadıdır.
  • Dadı ve ana, çocuk ne vakit ağlayacak diye bahaneler ararlar.
  • Allah da sizin hacet çocuklarınızı, ağlasın da süt meydana gelsin diye yarattı;
  • “Allah’ı çağırın” dedi; ağlayıp inlemeyi bırakma ki Allah’ın merhamet sütleri coşsun.
  • Rüzgârın sesi de bizim gamımızı teskin etmek içindir, bulutun süt yağdırması da. Hele bir an sabret. 1955
  • “Rızkınız gökyüzündedir” ayetini duymadın mı? Neden bu aşağılık yere saplanıp kaldın?
  • Korkunu, ümitsizliğini gül sesleri bil. Onlar, seni aşağılıkların ta dibine kadar çekerler.
  • Seni yücelere çeken her ses, bil ki yücelerden gelmektedir.
  • Sana hırs veren her sesi de adamları paralayan bir kurt sesi bil.
  • Bu yücelik, mekân bakımından değildir. Bu yücelikler, akıl ve can yücelikleridir. 1960
  • Her sebep eserinden yücedir. Çakmak, kıvılcımdan üstündür.
  • Birisi, azametli birinin alt yanına otursa bile hakikatte üst tarafına oturmuş sayılır.
  • Çünkü orasının üstünlüğü şeref bakımındandır. Başköşeden uzak olan yer, alçaktır.
  • Kıvılcım çıkarmak için taş ve demir gerek. Bunların varlığına lüzum olduğundan bu ikisi, kıvılcımdan üstün sayılabilirse de.
  • Çakmaktan maksat taş ve demirden meydana gelen kıvılcım olduğundan, kıvılcım onlardan çok ileridedir. 1965
  • Taş ve demir evvel, kıvılcım sonra. Fakat bu ikisi ten, kıvılcım can.
  • Kıvılcım, zaman itibariyle çakmaktan sonra ise de değeri bakımından ondan üstündür.
  • Zaman bakımından dal, meyveden öncedir, fakat hüner bakımından daldan üstün.
  • Çünkü ağaçtan maksat meyvedir; şu halde meyve evveldir, ağaç sonra gelir.
  • Ayı, ejderhadan feryat edince o er, ayıyı onun pençesinden kurtardı. 1970
  • Hile ile babayiğitlik birleşti, er de ejderhayı bu kuvvetle alt edip öldürdü.
  • Ejderhanın gücü vardır ama hilesi yoktur. Senin hilen var ama hilenden üstün hile de var!
  • Hile ve tedbirini görünce yürü, o hile, o tedbir nereden geldi? O başlangıç tarafına dön, o tarafa yönel.
  • Aşağılık âlemde bulunan her şey yücelikten gelmiştir. Haydi, var gözünü yüceliklere dik.
  • Yücelere bakmak, önce gözü alır, kamaştırır ama sonra bakışa bir aydınlık bağışlar. 1975
  • Gözünü aydınlığa alıştır. Yok, eğer yarasaysan karanlıklara baka dur!
  • Akıbeti görme, nurunun nişanesidir, bu şehvete düşmense senin mezarın.
  • Yüz türlü oyun görüp, yüz türlü tecrübe geçirip akıbeti gören kişi, bir tek oyun görene benzemez.
  • Bir oyun gören, o tek oyuna öyle mağrur oldu ki ululanması yüzünden üstatlardan uzak kaldı.
  • Sâmirî gibi. O, kendisinde bir hüner görünce ululanıp Musa’dan baş çekti. 1980
  • Hâlbuki o, hünerini Musa’dan öğrenmişti. Öyle olduğu halde öğretmeninden gözünü yumdu.
  • Hulâsa Musa da başka bir oyun etti; onun oyununu kapıverdi, kendisini de!
  • Başta dönüp dolaşan nice hünerler, nice bilgiler vardır ki insan onlarla baş oluncaya kadar, baş elden gider!
  • Başının gitmemesini istersen ayak ol, rey ve tedbir sahibi Kutb’a sığın!
  • Şah bile olsan kendini ondan üstün görme. Bal bile olsan onun otundan başka bir şey devşirme. 1985
  • Senin fikrin surettir, onun ki can. Senin paran kalptir, onunki maden.
  • O, sensin. Kendini onda ara. “Kû, Kû- Nerede, nerede?” diye onun civarında bir üveyik ol!
  • Sefa ehline hizmet etmek istemezsen ejderha ağzına düşen ayıya benzersin.
  • Belki bir üstat seni kurtarır, tehlikelerden çekip çıkarır.
  • Mademki gücün kuvvetin yok, ağlayıp inle! Madem ki körsün.. yol görenden baş çekme! 1990
  • Ayıdan daha aşağı mısın ki derdinden ağlayıp inlemiyorsun.? Ayı feryat ettiği için dertten kurtuldu.
  • Ey Allah, bizim taş yüreğimizi mum gibi yumuşat; kerem et de feryadımıza acı!
  • Kör bir dilencinin “Bende iki körlük var” demesi
  • Bir kör vardı, derdi ki: “Ey zamane ehli, elâman, benim iki körlüğüm var.
  • Şu halde bana iki kat acıyın. Çünkü iki kat körüm, bu iki körlüğe birden müptelâyım”
  • Birisi “Bir körlüğünü görüyoruz. Öbür körlüğün nedir? Göster” dedi. 1995