English    Türkçe    فارسی   

2
1948-1997

  • Can ayağından ten bukağısını çıkar da meclis etrafında dönüp dolaşsın.
  • کنده‏ی تن را ز پای جان بکن ** تا کند جولان به گرد آن چمن‏
  • Hasislik zincirini elinden, boynundan at, eski felekte yeni bir baht bul.
  • غل بخل از دست و گردن دور کن ** بخت نو دریاب در چرخ کهن‏
  • Lütuf Kâbe’sine uçmaya kanadın yoksa çare bulana arz et. 1950
  • ور نمی‏تانی به کعبه‏ی لطف پر ** عرضه کن بی‏چارگی بر چاره‏گر
  • Ağlayıp inleme kuvvetli bir sermayedir; külli rahmet, pek güçlü bir dadıdır.
  • زاری و گریه قوی سرمایه‏ای است ** رحمت کلی قوی‏تر دایه‏ای است‏
  • Dadı ve ana, çocuk ne vakit ağlayacak diye bahaneler ararlar.
  • دایه و مادر بهانه جو بود ** تا که کی آن طفل او گریان شود
  • Allah da sizin hacet çocuklarınızı, ağlasın da süt meydana gelsin diye yarattı;
  • طفل حاجات شما را آفرید ** تا بنالید و شود شیرش پدید
  • “Allah’ı çağırın” dedi; ağlayıp inlemeyi bırakma ki Allah’ın merhamet sütleri coşsun.
  • گفت ادعوا الله بی‏زاری مباش ** تا بجوشد شیرهای مهرهاش‏
  • Rüzgârın sesi de bizim gamımızı teskin etmek içindir, bulutun süt yağdırması da. Hele bir an sabret. 1955
  • هوی هوی باد و شیر افشان ابر ** در غم مااند یک ساعت تو صبر
  • “Rızkınız gökyüzündedir” ayetini duymadın mı? Neden bu aşağılık yere saplanıp kaldın?
  • فی السماء رزقکم بشنیده‏ای ** اندر این پستی چه بر چفسیده‏ای‏
  • Korkunu, ümitsizliğini gül sesleri bil. Onlar, seni aşağılıkların ta dibine kadar çekerler.
  • ترس و نومیدیت دان آواز غول ** می‏کشد گوش تو تا قعر سفول‏
  • Seni yücelere çeken her ses, bil ki yücelerden gelmektedir.
  • هر ندایی که ترا بالا کشید ** آن ندا می‏دان که از بالا رسید
  • Sana hırs veren her sesi de adamları paralayan bir kurt sesi bil.
  • هر ندایی که ترا حرص آورد ** بانگ گرگی دان که او مردم درد
  • Bu yücelik, mekân bakımından değildir. Bu yücelikler, akıl ve can yücelikleridir. 1960
  • این بلندی نیست از روی مکان ** این بلندیهاست سوی عقل و جان‏
  • Her sebep eserinden yücedir. Çakmak, kıvılcımdan üstündür.
  • هر سبب بالاتر آمد از اثر ** سنگ و آهن فایق آمد بر شرر
  • Birisi, azametli birinin alt yanına otursa bile hakikatte üst tarafına oturmuş sayılır.
  • آن فلانی فوق آن سرکش نشست ** گر چه در صورت به پهلویش نشست‏
  • Çünkü orasının üstünlüğü şeref bakımındandır. Başköşeden uzak olan yer, alçaktır.
  • فوقی آن جاست از روی شرف ** جای دور از صدر باشد مستخف‏
  • Kıvılcım çıkarmak için taş ve demir gerek. Bunların varlığına lüzum olduğundan bu ikisi, kıvılcımdan üstün sayılabilirse de.
  • سنگ و آهن زین جهت که سابق است ** در عمل فوقی این دو لایق است‏
  • Çakmaktan maksat taş ve demirden meydana gelen kıvılcım olduğundan, kıvılcım onlardan çok ileridedir. 1965
  • و آن شرر از روی مقصودی خویش ** ز آهن و سنگ است زین رو پیش و بیش‏
  • Taş ve demir evvel, kıvılcım sonra. Fakat bu ikisi ten, kıvılcım can.
  • سنگ و آهن اول و پایان شرر ** لیک این هر دو تنند و جان شرر
  • Kıvılcım, zaman itibariyle çakmaktan sonra ise de değeri bakımından ondan üstündür.
  • آن شرر گر در زمان واپس‏تر است ** در صفت از سنگ و آهن برتر است‏
  • Zaman bakımından dal, meyveden öncedir, fakat hüner bakımından daldan üstün.
  • در زمان شاخ از ثمر سابق‏تر است ** در هنر از شاخ او فایق‏تر است‏
  • Çünkü ağaçtan maksat meyvedir; şu halde meyve evveldir, ağaç sonra gelir.
  • چون که مقصود از شجر آمد ثمر ** پس ثمر اول بود و آخر شجر
  • Ayı, ejderhadan feryat edince o er, ayıyı onun pençesinden kurtardı. 1970
  • خرس چون فریاد کرد از اژدها ** شیر مردی کرد از جنگش جدا
  • Hile ile babayiğitlik birleşti, er de ejderhayı bu kuvvetle alt edip öldürdü.
  • حیلت و مردی بهم دادند پشت ** اژدها را او بدین قوت بکشت‏
  • Ejderhanın gücü vardır ama hilesi yoktur. Senin hilen var ama hilenden üstün hile de var!
  • اژدها را هست قوت حیله نیست ** نیز فوق حیله‏ی تو حیله‏ای است‏
  • Hile ve tedbirini görünce yürü, o hile, o tedbir nereden geldi? O başlangıç tarafına dön, o tarafa yönel.
  • حیله‏ی خود را چو دیدی باز رو ** کز کجا آمد سوی آغاز رو
  • Aşağılık âlemde bulunan her şey yücelikten gelmiştir. Haydi, var gözünü yüceliklere dik.
  • هر چه در پستی است آمد از علا ** چشم را سوی بلندی نه هلا
  • Yücelere bakmak, önce gözü alır, kamaştırır ama sonra bakışa bir aydınlık bağışlar. 1975
  • روشنی بخشد نظر اندر علی ** گر چه اول خیرگی آرد بلی‏
  • Gözünü aydınlığa alıştır. Yok, eğer yarasaysan karanlıklara baka dur!
  • چشم را در روشنایی خوی کن ** گر نه خفاشی نظر آن سوی کن‏
  • Akıbeti görme, nurunun nişanesidir, bu şehvete düşmense senin mezarın.
  • عاقبت بینی نشان نور تست ** شهوت حالی حقیقت گور تست‏
  • Yüz türlü oyun görüp, yüz türlü tecrübe geçirip akıbeti gören kişi, bir tek oyun görene benzemez.
  • عاقبت بینی که صد بازی بدید ** مثل آن نبود که یک بازی شنید
  • Bir oyun gören, o tek oyuna öyle mağrur oldu ki ululanması yüzünden üstatlardan uzak kaldı.
  • ز آن یکی بازی چنان مغرور شد ** کز تکبر ز اوستادان دور شد
  • Sâmirî gibi. O, kendisinde bir hüner görünce ululanıp Musa’dan baş çekti. 1980
  • سامری‏وار آن هنر در خود چو دید ** او ز موسی از تکبر سر کشید
  • Hâlbuki o, hünerini Musa’dan öğrenmişti. Öyle olduğu halde öğretmeninden gözünü yumdu.
  • او ز موسی آن هنر آموخته ** وز معلم چشم را بر دوخته‏
  • Hulâsa Musa da başka bir oyun etti; onun oyununu kapıverdi, kendisini de!
  • لاجرم موسی دگر بازی نمود ** تا که آن بازی و جانش را ربود
  • Başta dönüp dolaşan nice hünerler, nice bilgiler vardır ki insan onlarla baş oluncaya kadar, baş elden gider!
  • ای بسا دانش که اندر سر دود ** تا شود سرور بدان خود سر رود
  • Başının gitmemesini istersen ayak ol, rey ve tedbir sahibi Kutb’a sığın!
  • سر نخواهی که رود تو پای باش ** در پناه قطب صاحب رای باش‏
  • Şah bile olsan kendini ondan üstün görme. Bal bile olsan onun otundan başka bir şey devşirme. 1985
  • گر چه شاهی خویش فوق او مبین ** گر چه شهدی جز نبات او مچین‏
  • Senin fikrin surettir, onun ki can. Senin paran kalptir, onunki maden.
  • فکر تو نقش است و فکر اوست جان ** نقد تو قلب است و نقد اوست کان‏
  • O, sensin. Kendini onda ara. “Kû, Kû- Nerede, nerede?” diye onun civarında bir üveyik ol!
  • او تویی خود را بجو در اوی او ** کو و کو گو فاخته شو سوی او
  • Sefa ehline hizmet etmek istemezsen ejderha ağzına düşen ayıya benzersin.
  • ور نخواهی خدمت ابنای جنس ** در دهان اژدهایی همچو خرس‏
  • Belki bir üstat seni kurtarır, tehlikelerden çekip çıkarır.
  • بو که استادی رهاند مر ترا ** و ز خطر بیرون کشاند مر ترا
  • Mademki gücün kuvvetin yok, ağlayıp inle! Madem ki körsün.. yol görenden baş çekme! 1990
  • زاریی می‏کن چو زورت نیست هین ** چون که کوری سر مکش از راه بین‏
  • Ayıdan daha aşağı mısın ki derdinden ağlayıp inlemiyorsun.? Ayı feryat ettiği için dertten kurtuldu.
  • تو کم از خرسی نمی‏نالی ز درد ** خرس رست از درد چون فریاد کرد
  • Ey Allah, bizim taş yüreğimizi mum gibi yumuşat; kerem et de feryadımıza acı!
  • ای خدا این سنگ دل را موم کن ** ناله‏ی ما را خوش و مرحوم کن‏
  • Kör bir dilencinin “Bende iki körlük var” demesi
  • گفتن نابینای سائل که دو کوری دارم‏
  • Bir kör vardı, derdi ki: “Ey zamane ehli, elâman, benim iki körlüğüm var.
  • بود کوری کاو همی‏گفت الامان ** من دو کوری دارم ای اهل زمان‏
  • Şu halde bana iki kat acıyın. Çünkü iki kat körüm, bu iki körlüğe birden müptelâyım”
  • پس دو باره رحمتم آرید هان ** چون دو کوری دارم و من در میان‏
  • Birisi “Bir körlüğünü görüyoruz. Öbür körlüğün nedir? Göster” dedi. 1995
  • گفت یک کوریت می‏بینیم ما ** آن دگر کوری چه باشد وانما
  • Kör dedi ki; “Sesim çirkin, avazım bed. Ses çirkinliği ve körlük iki kat körlüktür.
  • گفت زشت آوازم و ناخوش نوا ** زشت آوازی و کوری شد دوتا
  • Çirkin sesim halka keder vermekte. Halkın acıması, sesim yüzünden azalmakta.
  • بانگ زشتم مایه‏ی غم می‏شود ** مهر خلق از بانگ من کم می‏شود